2675 kadına ve Pınar’a…

“Kimse durduk yere birini öldürmez. Kız bağ evine gelmeyi kabul ediyorsa ne olduğu apaçık bellidir.” söylemine “Bir erkek, bir kızı bağ evine götürmeye kalkıyorsa ne olduğu apaçık bellidir.” diye karşılık verilirse, o toplumda özgürlük de din de ahlâk da cinsiyet de anlamını yitirir.


İç dökme yazıları yazan biri değilimdir. Dahası, sevmem de… Öğrencilik dönemlerimden, ortaokul-lise çağlarımdan beri az ya da çok, kâğıt karalıyorumdur ama içlerinde bu tip yazıları toplasak, 5-6 tane değildir. Belki romantizmi sevmediğimden; belki değersiz değilse de gereksiz bulduğumdan; belki de duyguların, etinin kemiğinden sıyrıldığı bir dünyada ve ülkede iliklerimizi bari rahat bırakalım diye düşünmemden… Bilinçaltımdaki asıl sebep nedir bilmem ama bir yandan da kendi adıma bu tarz yazılara mistik bir anlam yükleyişimden herhalde. Çünkü bana göre her şehit geldiğinde içimiz yanar ama bir şehit adına şiir yazdırır; her aşk insanda bir iz bırakır ama bir aşk namına gurur kırdırır; göçük altından çıkan her işçi içimizi burkar ama bir tanesi başımızı öne eğdirir, insanlığımızdan utandırır; her çocuk cinayetinde veya her kadın öldüğünde ruhumuzdan bir parça da ölür ama bir çocuk, bir kadın adına bu yazıyı yazdırır.

Bu sefer ölen Pınar’dı. Hayır! “Öldürülen” Pınar’dı. Onunla beraber bizden giden parçamızda ne vardı; zaman gösterecek. Anadolu’da yaşanan Müslümanlığın sloganlaşmış sözlü geleneklerinde de diyor ya: “Her günah kalpte siyah bir nokta bırakır; kalp kararınca kötülüğün derecesi ortaya çıkar.” Bu da onun gibi… Ölen her asker, her çocuk, her kadın, aslında her insan, bizden de bir şey götürüyor. Zamanla, giden iyi parçalarımızın ardından bize yalnızca kötülük kalıyor. O sebeple gün geçtikçe her anormali, normal zannetmeye başlıyoruz; her yanlışı, doğruymuş gibi savunur hâle geliyoruz.

Türkiye’deki yanılgılardan biri, yaşanan/karşılaşılan her olayın yalnızca o olay kadarının yorumlanması. Hâlbuki Türkiye’de her şey birbirine bağlıdır; gündelik entelektüel ifadeyle bahsedersek Türkiye, 783.562 km2’lik kara parçası ve 460.000 km2’lik mavi vatanı ile devasa bir domino taşıdır. Şunu demek istiyorum; bugün Muğla’nın bir ilçesinde Pınar öldürüldüğünde, biz bu olaya yalnızca bir kadın cinayeti gözüyle bakıyoruz ve ona göre cephe belirliyoruz. Hâlbuki bu olay yalnızca bir kadın cinayeti değildir. Muğla’nın Ula ilçesinde bir kadın öldürüldüğünde, arkasında yalnızca gözü yaşlı ailesini ve hırsından duvarları yumruklayan hemcinslerini bırakmaz. O kadın öldürüldüğünde, Türkiye’de ahlâk tartışmaya açılır; İslâm dini ile laik Türkiye kavga ettirilir, kadın ile erkek arasında seçim yaptırılır, roller biçilir; feminizm “anlaşılabildiği” ölçüde devreye sokulur, katilin siyasî duruşu üzerinden partilere kafes dövüşü yaptırılır, hatta terör örgütlerine bile laf düşer, saplarından kan damlayan çiçekleriyle allı pullu anma lafları etmek için demeçler verirler.

Türkiye’de bir kadın ölür; ülkenin her siniri uyarılır; topyekûn tepki görürsünüz. Yalnız bu tepkileri topluca izleyemezsiniz. Bu yazılanların neresinden tutuyorsanız orasını görürsünüz. Yani Pınar ölünce, siz bir kadın derneğinde görevliyseniz bütün hırsınızı erkeklerden alırsınız; siyasi partide görevliyseniz diğer partilerin yaklaşımları üzerinden söylem geliştirmekle uğraşırsınız; toplumda modernleşme uğruna radikal dönüşümlerin gerekliliğini savunan bir yapınız varsa eşcinsellik üzerinden mantık kurar, öyle eleştiri yaparsınız; iç dünyanızda değer yargılarınız ile çağdaş hassasiyetleriniz çatışıyorsa muhafazakârlık için dinî içeriklerle perspektif geliştirirsiniz. Bu arada Pınar, bayılmıştır. Eski sevgilisi onun baygın hâlinden faydalanıp, boğazlamıştır. Yetmemiş yakmış, bedenini bir bavula koyup ıssız bir yerde üzerine beton dökmüştür bile…

Bizler, zihin dünyalarımızın geliştirebildiğimiz taraflarıyla belki birkaç saat, belki birkaç gün konuşmuşuzdur, sinirlenmişizdir, hatta kavga etmişizdir. Kimimiz, kişisel yaşantılarımızdaki sınırsız özgürlüklerimizi de yanımıza alıp erkeği suçlamışızdır; kimimiz yine kişisel yaşantılarımızdaki bütün baskıların altında ezilirken sırtımızdaki yüklerden kurtulmak istercesine kadınları günah keçisi ilân etmişizdir. Birileri kara çarşafının üzerine sırt çantası taktı diye kadının omzundan tahrik olunabileceğini imâ edip yine kadına yüklenirken asla tatminkâr değildir; buharlaşıp havaya da karışsan, rüzgârda senden bir iz arayıp tahrik noktası bulur.

Öteki sokak ortasında çırılçıplak soyunup 8 yaşındaki çocuğun 50 yaşındaki adamı öpmesinin normalliğine vurgu yaparak erkeğe yüklenir; kadına da… O da asla tatmin olmaz; ötekileştirmeden, sadece mahremiyet hassasiyeti gösterip telkinde bulunsan bile, derhal sokak ortasında çırılçıplak soyunup hemcinsinin yanına uzanmasını bekler; adına da “aşk” der. Sahi neydi o slogan? “Love is love(!)”

Bu sırada Pınar ölmüştür. Sadece Pınar değil; Şule, Fatma, Rabia, Emine, Münevver, Aybüke, Ceren ve 2010 ile 2020 arasında 2675 kadın da ölmüştür. İşte bahsettiğim şey… O mistik güç… 10 yılda (9,5 demek daha doğru) 2675 kadın arasından adını bir çırpıda sayabildiğimiz iki elin parmaklarını geçmiyor. Ne acı! Keşke bu mesele için ellerimizi hiç kıpırdatmak zorunda kalmasak. Bu 8 kadın o 2675’i temsil ediyor. Biz 10 senede 8 kadının öldüğünü zannetsek de zannetmesek de…

Demem o ki bizler mini etek giyen kızlara tecavüz edilip öldürülmesi örneğine yaklaşımımızla, bir Kur’an Kursu’ndaki 5-6 yaşındaki çocuklara yapılan istismarı din ve laiklik örüntüsü üzerinden anlamlandırmaya çalıştığımız sürece önümüzdeki 10 yılda bu sayı 5350 olacak. Yatlarda, kuytu koylarda eşlerini aldatan terli ama zengin erkeklerin yaptığını “şefkatli baba tokadı” ile geçiştirirsek ya da tayt giyen kıza rızası var diyerek failine ceza indirimi uygulanmasına sesimizi çıkartmazsak Ayasofya’da kılacağımız namazın da hükmü kalmayacak.

Kimse durduk yere birini öldürmez. Kız bağ evine gelmeyi kabul ediyorsa ne olduğu apaçık bellidir.” söylemine aynı tondan “Bir erkek, bir kızı bağ evine götürmeye kalkıyorsa ne olduğu apaçık bellidir.” argümanıyla karşılık verilirse, o toplumda özgürlük de din de ahlâk da cinsiyet de anlamını yitirir. Oysa karşımızdaki birinin iyi veya kötü olduğunu anlamak için pantolon ya da eteklerine değil; gözlerine bakmamız yeterlidir. Çünkü Mevlâ’nın gözde yansıttığı, kulun kalpte taşıdığıdır; yeter ki bakmayı bil.

Ve Türkiye… Ne yazık ki bir “sözler” ülkesidir. Burada sözler, bir yerlere bağımlıdır. Bu bağımlılık esaret getirir. Söylenen her sözün karşılığını bulduğu değerler ise birer maskeden ibarettir. Zihinlerimizin yönlendirildiği hâkim söyleme uygun ifade biçimleri, bizleri mezarlara dönüştürür. Mezarlar… Hayli disiplinli ve sessizdir.

2675 kadınımıza ve çok daha fazlasına rahmetle…

Yazar

Burçin Öner

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar