Yükleniyor...
24 Haziran 2016
“Her nefis ölümü tadacaktır”. Herkesin o günü vardır. Yüzyıl öncesinden aramızda kimse yok. Bir yüz yıl sonrasında başka yüzler dolduracaklar dünyamızı.
Yunus ömrü şöyle tarif ediyor;
Hele bana şöyle geldi,
Bir göz açıp yummuş gibi
Aşık Veysel’in duyguları da şu şekildedir;
Gün ikindi akşam olur,
Gör ki başa neler gelir.
Veysel gider, adı kalır.
Dostlar beni hatırlasın.
Bugün bu hikmetli sözlerin sahipleri aramızda değiller. Yaşar Nuri Hoca da artık o saflardadır.
Seveni vardı, sevmeyeni vardı.
Sevmeyenler onu dinimiz için zararlı birisi gibi görüyorlardı. İnanıyoruz ki faydası, onu zararlı görenlerle (Ki bunu derken kendilerinin daha faydalı olduklarını söylemiş oluyorlar) mukayese edilemeyecek kadardı. Tahminlerinin de ötesindeydi
“Benim artık dinde yerim yok” diyen niceleri Yaşar Nuri’yi dinleyerek kendilerine geldiler. Hangisi gerçek, hangisi uydurma, hangisi dinin aslından, hangisi değil onu öğrendiler.
Neyi okuduklarının, neye “amin” dediklerinin bilgisine ulaştılar. Dinin şekil ve nakilden ibaret olmadığının anladılar…
Kuran’a aracısız dokundular.
Çok saldırıya, çok eleştiriye maruz kaldı. Kalemini, kelamını inandığı yolda kullanmaya devam etti. İnandığını söyledi ve yazdı.
Hafızdı, İlahiyat hocasıydı, felsefeciydi, hukukçuydu, milletvekili idi.
Daha da önemlisi “yazar” idi.
“Batıl”ın, “bid’at”ın, “hurafe”nin, dinde yerinin olmadığını anlattı. Ezberleri bozdu.
“Dinden geçinenlerin” rahatını kaçırdı. Onların kovanına çomak soktu. Dolayısıyla da hedefteki isim oldu. Asla bildiklerinin üzerine kapanmadı. Onları öte tarafa taşımadı. Altmışın üstünde kitap yazdı. Tedavi sürecinde bile programlara katıldı. Açıklamalarda bulundu.
Onun da vakti tamam oldu. Bir Oruç ayında, 22 Haziran gününde-doğum gününde- Rabbine kavuştu. Anlaşılıyor ki sevenleri unutsalar da, karşıtları unutturmayacaklar onu.
Daha cenazesi ortada iken, onu cehennem zebanileriyle gösteren karikatürleri çizildi.
Atatürk’ü de cehennemden mesaj gönderen olarak göstermişlerdi aynı kafalar.
Kim cehennemlik, kim cennetlik onu Allah indinde biliyorduk biz hâlbuki.
Kitaplarının yanında binlerce bant kayıtları, arşiv görüntüleri kaldı ondan geriye…
Çoğu kitaplıkta bulunur onlardan.
“Uydurulan din, indirilen din”,
“Allah ile aldatmak”,
“Kuran İslam’ı”
O kazandırdı dini literatüre bu kavramları.
Onun için diyoruz ki;
Yaşar, yaşar Nur’iler,
Ölür ise tenler ölür…
Tanışmak da nasip olmuştu kendisiyle
Dedeman Otelde, bir panelde karşılaşmıştık. “Hocam İmam-ı Azam” kitabınızdan dolayı verin şu mübarek elinizi sıkayım” demiştim. Kenara çekilip sohbet etmiştik bir müddet. “Yeterince siyaset yapan var memlekette. S iz bu alanda lazımsınız” demiştim.
Hak vermişti. “Zaten de bıraktım” demişti,
“Dine en büyük yara, gerçek bir din âliminin ölümüdür” (Hadis-i şerif)
Sevenleri tabulaştırmamalı, sevmeyeni de tahkir etmemeli, onu itibarsızlaştırma gayreti içinde olmamalıdır.
“Kul hakkı” öldükten sonrası için geçerlidir.
“İlim müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa oradan alır” (Hadis-i şerif)
Onu anlamaya, istifade etmeye çalışmaktır Müslüman’a yakışan…
Tavrı, tarzı, dönemi farklı olabilir. (Son dönem ekranlarda kendini savunurken sevimsizleşebilir) Onun söyledikleri, Mehmet Akif’in söyledikleridir. Onun bir benzeridir. Her ikisini de tanıyan bunun böyle olduğunu görür.
Başkasının nasıl düşündüğü kendisini bağılar. Biz iyi bilirdik kendisini.
Allah indinde illa karşılık bulacaktır yaptıkları. İyi ise de, kötü ise de…
Allah rahmet eylesin.