Yeni zamanın bayramlarını yaratacağız

Ölçüsüzlükle ne din olur ne hayat. Hız çağında, aletlere bağlı ve aletlerle kolaylaşan hayatımızda azgın iştahların kokuttuğu bir yaşama düzenine itilişimiz bundan. Bütün dünya hayatın görünen yüzüne bakar hale geldi.


Paylaşın:

Çocukluk hasretiyle andığımız bayramları istesek de geri getiremeyiz. Dünya değişti, biz değiştik. Gerçi, medenî dünyanın yaptığı gibi, eski hayatımızın değerlerinin özünü olsun koruyup bugüne taşıyamadık. Bu bakımdan kayıplarımız çok olmakla beraber insanlık aynı gemidedir. Sözüm ona ilerlemelerle, yaşadığımız şehirler, evler, çevreler değişti. Kullandığımız aletler bizi idare eder hâle geldi. Yeni hayatta hepimiz bir parça robotuz. Dünya, her on yılda bir köklü yaşama değişmelerine uğrarken insanın kendine ve hayatına hâkimiyeti zorlaştı. İnsanlık,  bu çılgın gidişin hızından durup düşünecek hâlde değil ve bu durum, görünür bir gelecekte değişeceğe de benzemiyor.

İşin garibi dinden-manadan konuşanlar bu robotizme pek yakınlar. Dünya cennetinde keyif sürmenin hazzına en çok onlar düştüler. Düşünmeye gerek yok, madem bin bir aletin kolaylaştırdığı bir çağdayız, bu can daha neler neler ister! Cennet’ten de böyle bahsetmiyor muyuz? İstediğin, istediğin anda elinin altında. Yani, “Cennet cennet dedikleri/Birkaç köşkle birkaç huri” diyen koca Yunus’un itibar etmediği cennet algısı. Yunus, manadan eser bulunmayan, canlı içgüdülerini besleyen, yeme-içme-sevişme iştihasına dayanan anlayışa iltifat etmeyerek başka bir bayramı işaret eder. İnsan elbette fizik ihtiyaçlarının giderilmesini gözetecek, hazzını ve keyfini yaşayacak. Buna itiraz yaradılışa itirazdır. Yalnız, mesele bunlarla bitmez. Diğer canlılar da benzer-benzemez şekillerde canlı reflekslerini bizim gibi devam ettiriyorlar. Halbuki onlara vadedilen bir cennet yok.

Dindarlığın hedefine konan cennet ödülü, dindarlığı ne kadar anlamlandırıyor ve canlandırıyor düşünmek lazım. Bugüne bakınca tersine bir gidiş var. Bana öyle geliyor ki, dinden geçinenlerin maddeye tapar hâle gelişinde cehennem zebanilerinden çok cennet hurilerinin, kevser şarabının rolü var. Bu paradoksu çözen beri gelsin! İnsanı fiziki ihtiyaçlarının kıskacında kıvrandıran bir din algısı karşısındayız. Âhiret nimetlerinin öncüleri hırsla saldırdığımız dünya nimetleridir. Dikkatinizi çekerim, maddî imkânları nasıl edindiğimize ve nasıl kullandığımıza bakmıyoruz. Hiçbir ölçüye sığmaz hareketlere girişerek onlara erişmek normal karşılanır hâle geldiyse bizimkilerin bahsettiği, herhalde Tanrı’nın vadettiği cennet değildir. O cennete, iyilerin ve doğruların gideceğini söyleyen Yaratıcı’nın sözü bu dünya ihtirasına batmış biz dini darlar arasında bu hâle geldi.

Ölçülerden boşandık

Ölçüsüzlükle ne din olur ne hayat. Hız çağında, aletlere bağlı ve aletlerle kolaylaşan hayatımızda azgın iştahların kokuttuğu bir yaşama düzenine itilişimiz bundan. Bütün dünya hayatın görünen yüzüne bakar hale geldi. Bizde durum din sosuyla benzin dökülen ateşin getirdiği yangınla ayrışıyor. Din algımız, apış arası ve mide iştahına hapsedilmiş hâlde dar alanda boğuluyor.

Anlamdan boşalan bir dinî hayat nasıl olduysa tabiileşti, yerleşti. İsim vererek konuşmak istemem ama ne yapayım ki diyeceklerimi en iyi onlar üzerinden anlatabilirim; Ramazan ayının göze batan isimleri arasında yine Nihat Hatipoğlu öne çıktı. Düşünün, dindarlık ortalamamızın hocası oydu. Hâlbuki her gece on binlerce lira ile cebi kabaran bu zatın temsil ettiği din anlayışı hiçbir devirde inanışımıza hâkim olmamıştı.

Başta siyaset, üstüne düşmeyen olur olmaz şeylere ses yükselten diyanetimiz bu manasızlığı bilerek besliyorsa vay hâlimize! Siyaseti bir kenara bırakalım, Diyanet, ekranları dolduran din tüccarlığının, vıcık vıcık, seviyesizliğin dibe vurduğu sözler ve görüntüler hakkında hiç konuşmadı. “Din bu değil!” demedi. “Dinimizde böyle şeyler yoktur!” demedi. “İyilik ve ölçü esastır” demedi. Sakız çiğnemekle oruç bozulur mu veya cinsi ilişkiyle oruç açılsa olur mu… gibi uç örnekler yine havalarda uçuştu.

Ramazan neşesi

Eskiden türlü eğlenceler Ramazan neşesinin gereğiydi. Muazzam bir yaşama kültürüydü. Türk yaratıcılığının hayatı güzelleştiren olağanüstü buluşuydu. Şimdi de eğlence var ama konu doğrudan doğruya din. Din üzerinden ve dinle eğlenme hâli bütün acılığıyla yaşanıyor. Bezirgânlar elinde alınıp satılan din, temiz inancı boğdu. Onlarca kişiden duydum: “Din bunlarınki ise ben o dine uzağım.“ diyorlar. Samimi dindarların rahatsızlığı da ortada. Diyanet Reisi, “Bize bakıp da Müslümanlıktan soğuma olursa bunun vebalini biz taşıyamayız.” dedi. Belki ilk defa böyle dosdoğru bir değerlendirme sözü ediyor. Buradan öz eleştiri ve siyaset dilinden uzaklaşarak düzelme çıkar mı bilmem ama edilecek söz budur ve gereği yapılmalıdır.

Bayrama böyle girdik. Ramazan, dinden geçinenlerin el ovuşturduğu bir aydı. Bir aylık zamanın böyle planlandığını gösteren çok şey vardı. Cuma çıkışı kin ve nefret kokan siyaset konuşmaları yanında, iftar sofralarında ekranlardan yayınlanan vıcık vıcık siyasi konuşmaları da gördük. Samimi dindarları rahatsız eden görüntülerdi. Bizim din anlayışımızda ve siyaset geleneğimizde olmayan şeylerdi, oldu, oluyor. Bakacağımız ve düzelteceğimiz manzara budur.

Aziz okuyucularımın bayramları bayram olsun!

 

 

Yazar

A. Yağmur Tunalı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar