Yükleniyor...
Başlıktaki ilk kelimenin a harfleri uzatılarak okunmalıdır. Yoksa kelime güdük kalır ve neme lazım, şahlık ve padişahlık makamında oturan efendilerimiz öfkelenirler. Eh, onların gazabına uğramak da istemeyiz, öyle değil mi? Her ne kadar son zamanlarda gazap vasıflarıyla değil şefkat vasıflarıyla görüntü vermeye çalışsalar da biz yine ihtiyatı elden bırakmayalım; padişah’ın, şah’ın a’larını uzatalım ve ne olur ne olmaz, kim vurduya gitmeyelim.
Efendim, memlekette bir müzakeredir, görüşmedir muhabbeti sürüp gidiyor. Allah muhabbetlerini artırsın, İslam deyip Türklüğü ortadan kaldırmak isteyenlerle özerklik deyip Türk vatanını bölmek isteyenler el ele tutuşmuşlar; meclis odalarında, adalarda, modalarda hora tepip duruyorlar. El-Kaaide muvazidir İslam fehvasınca altıpatlar, roketatar, el bombası, tel bombası, kalaşnikof, talaşnikof ne bulurlarsa Lîbiyye’den sefînelerle, El-Katar’dan tayyârelerle hududumuza yığarak bizleri meçhul bir alamete bindirip kıyamete yollayanlarla Bâ-Kaf-Kaf muvazidir serokh nepokh şiarınca afyon, kimyon, karapara, gulampara, molotof, içikof ne bulurlarsa Amerikiyye’den, Franseviyye’den ve Alamâniyye’den dağlarımıza tepelerimize, metropollerimize, varoşlarımıza yığarak bizleri nisyan çukurlarına doldurup boğmak isteyenler musâfaha edip birbirlerini bûs eyleyerek tam zamanıdır, vur Türk’e çığlıklarıyla naralar atıyorlar.
Memleket münafık fesadından fitne fücur gayyâsına yol alırken, düşman narasından ve de kalleş kurşunundan cehennemin nârına sürüklenirken evlâd-ı vatan mâşaallahu teâlâ keyfinde eğlencesinde. Düşman vur Türk’e derken bunlar vur patlasın, çal oynasın diyorlar; böyle padişah bir daha gelmez; yiyip içip kıymetini bilelim diyorlar. Her ne kadar bir kısmı aslan sütüne uzak durup keçi boynuzuna talim ediyorlarsa da Diyâr-ı Mısr’dan gelen haşlanmış darıyla kafa bulanlar ve sefînecikleriyle dünya turuna çıkıp malı götürenler de yok değil. Pek tabîî, hanelerinin önüne yığılan tozlu kömür torbalarıyla, makarna ve kartof poşetleriyle eğlenenler de az değil. El-hâsılı kelâm, meydan, bir yandan münafık fesadı ve düşman narasıyla çalkalanıp dururken öte yandan vur patlasın, çal oynasın naralarıyla, o da olmazsa makarnanı haşla, kömürünü yak; yan gelip yat, keyfine bak hâb-ı gafletiyle memleket felaket mi desem, kıyamet mi desem, bir yerlere doğru gidiyor.
Hal ve gidiş böyleyken aziz dostlar, pâdişâh-ı velînimetimiz, hünkârımız efendimiz şahane mantık nümuneleri vererek kalplerimizi sürûr ile doldurup etrafımızı akıl ve ferasetinin nuru ile aydınlatıyor: Teröristle kucaklaşanlar olmaaaz!.. Peh peh!.. Mertliğe, merdâneliğe bak! Akla, akıldâneliğe bak! Teröristle kucaklaşanlar olmaaaz!.. Vallahi bu memleket böyle bir yiğit, böylesine çâlâk bir bahâdır bugüne dek görmüş değil, işitmiş değil. Seni doğurana kurban yiğidim! Allah başımızdan eksik etmesin, velînimetimiz efendimiz devam ediyor: Biiiz, teröristle kucaklaşanlarla değil, teröristin başıyla görüşürüz… Feraset bu kadar olur efendim! Mantık ancak bu kadar tavana vurur mîrim! Öyle ya, koskoca pâdişâh-ı cihangüşâ, kıytırık teröristle mi görüşecek? O ancak binlerce kişinin canına kıyan, anlı şanlı ve de kanlı sergerdelere muhatap olabilir. Seni doğuran şehirlere kurban yiğidim! İstanbul’a kurban, Siirt’e kurban, Potamya’ya kurban yiğidim! Bundan böyle bu mübârek şehirlerin başına da bir “kurban olam” eklenmeli değil mi?
İmdiii… Koskoca padişahımız efendimizin muhataplığı ile şerefyâb olmuş namlı bir sergerdenin ücrâ bir cezîrede ömür tüketmesi reva mıdır? Bu hâl, padişahımız efendimizin şeref ve haşmetine, izzet ve merhametine yakışır mı? Tezelden ol sergerde ol cezîreden halâs kılınıp namı ve unvanıyla münasip, padişahımızın muhataplığı ile mütenasip, Çankaya’ya muvazi bir makaam-ı muallâya yerleştirilmeli. Etrâf-ı mâlikâneleri, fırkaları, cemaatleri ve aşiretleriyle şenlendirilmeli.