Alzheimer

Toplum olarak alzheimer olup dünden ve geçmişten kopuk bir şekilde geleceği çaresizce beklemek yerine Ergenekon’dan çıktığımız gibi, Sevr’i yırtıp atıp yerine Lozan’ı ve ardından 1924 Anayasası’nı direttiğimiz gibi, bu günleri de elbet geçireceğiz.


Paylaşın:

Özel bir hastanenin sitesinde Alzheimer tanımı şu şekildedir: Yaygın görülen bir demans türü olup beyin hücrelerinin yok olmasına neden olan ilerleyici bir nörolojik hastalıktır. Düşünce, hafıza ve davranış fonksiyonlarında azalmaya neden olan bu hastalıkta belirtiler yaşla birlikte yavaş yavaş ortaya çıkar. Hastalığın ileri evrelere gelmesi yıllar sürebilir. İlerleyici bir hastalık olması nedeniyle Alzheimer’da erken belirtiler genellikle son yaşanan olayların unutulması şeklinde görülürken birkaç yıl içerisinde bireyler günlük aktivitelerini tek başlarına gerçekleştirmekte zorlanacak hale gelebilirler. Sosyal beceriler, davranışlar ve mantıklı düşünme yeteneği de zamanla olumsuz etkilenir. İleri evre Alzheimer hastaları çoğunlukla bir kişiyle karşılıklı olarak sohbet edebilme yeteneğini kaybeder, kendilerine yöneltilen sorulara ve çevrelerinde gelişen olaylara yanıt vermekte güçlük çekmeye başlar. Hastalık çoğunlukla 65 yaş ve üzerindeki bireyleri etkilese de daha genç başlangıçlı örneklerine de sıklıkla rastlanması nedeniyle bir yaşlılık dönemi hastalığı olarak nitelendirilemez.

Toplumsal Alzheimer ise oldukça farklı bir hastalıktır. Örneğin, bir ülkede daha dün ortalığı kasıp kavuran bir olayın yerini bugün yenisi aldığında, toplum dünkü olayı yavaş yavaş unutur. Kürsülerde, sosyal medyalarda, gündemlerde ortalığı “kasıp kavuran” olayı zamanla hiç kimse hatırlamaz. Arada bunu hatırlatan bazı ahmaklar(!) tabii ki ortaya çıkar ama iş bilenler(!) hemen o ahmakları(!) susturur. Ülkede krizler, savaşlar, toplumsal hareketlenmeler olursa da eninde sonunda bir algı operasyonu ile yaşananlar -adeta Alzheimer etkisi ile- toplumun hafızasından silinir. Ve tıpkı halının altına süpürülen pislik gibi etkilerini daha sonrasında göstermeye başlar. Ama iş bilenler(!) bu olayların benzeri sanki daha önce yaşanmamış gibi yeniden, en baştan tartışma gündemi hâline getirir ve sonrasında yine aynı hikâye… Peki, burada ülkenin ve toplumun gördüğü zarar nedir? Ya da şu soruyu da sorabiliriz: Bu sorunlardan zararı sadece ülke ve toplum mu görür?

Son yaşananlar gösteriyor ki Türkiye’nin; gerek politik, gerek ekonomik, gerek sosyolojik, gerek sportif… kısacası her alanda bir çıkmaza girdiği apaçık ortadadır. Peki yapmamız gerekenler nelerdir? Örneğin sürekli gergin bir şekilde birbirimizle tartışıp yorulmak (?) ya da “Bana ne, derdi olan düşünsün.” edasıyla sıranın bize gelmesini beklemek mi gerekir?

Aslında soruların cevabı büyük Türk Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde vardır:  “Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve Cumhuriyeti‘ni kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

Bu sorunlardan, problemlerden kurtuluş yolu aslında kuruluş yolundan geçer. Kudretli bir Anadolu Türk devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yaptığı hatalar ve sonunda paramparça olan bu imparatorluğun varisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu en güzel çıkış yoludur. Bunu unutmamak gerekir. 101 sene önce Anadolu’ya dayattıkları Sevr’i yırtıp yerine Lozan’ı direten bir avuç Türk; tarihini, geçmişini unutmadı. Hatırladı ve ders çıkardı. Bize bugün, dünü unutturmaya çalışsalar da özellikle fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür Türk gençleri olarak unutturmaya çalışanlara karşı durup hatırlamaya, araştırmaya, öğrenmeye kendimizi geliştirmeye çalışmalıyız. Çünkü bize “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti‘ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.” vasiyetini bırakan büyük Ata’ya, ömürlerini cephede geçiren silah arkadaşlarına, bu vatan için kanını döken aziz şehitlerimize ve yüce Türk milletine bir vefa borcumuz var. Bu borcu yaptığımız işlerde en iyisi olarak, daha iyisi olmak için çalışarak, çabalayarak, millî kültürümüze ve tarihimize bağlı kalarak bu başarı ve mazileri geleceğe aktararak 1000 yıldır bu topraklarda var olan Türk milletinin devamını sağlayarak ödemeliyiz. Toplum olarak Alzheimer olup dünden ve geçmişten kopuk bir şekilde geleceği çaresizce beklemek yerine Ergenekon’dan çıktığımız gibi, Sevr’i yırtıp atıp yerine Lozan’ı ve ardından 1924 Anayasası’nı direttiğimiz gibi, bu günleri de elbet geçireceğiz. Ne diyor Ziya Gökalp:

Düşman yine öz yurduna el attı,
Mezarından ata’n kılıç uzattı,
Yürü diyor, hakkı zulüm kanattı,

Attilâ’nın oğlusun sen unutma!
Medeniyet deme, duymaz o sağır;
Taş üstünde taş kalmasın durma kır:
Kafalarla düz yol olsun her bayır,
Attilâ’nın oğlusun sen unutma!

Yazar

Mustafa Burak Erkan

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar