Bütün Müslümanların Ulusu CAFER-İ SADIK Ve İslam Kardeşliği

DOĞUMU VE SOYU:Künyesi: Cafer bin Muhammed Bakır.Babası: Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in torunu, Hz. Muhammed Bakır…Annesi: Ferve Hatun, Hz. Ebubekir’in torunu Kasım’ın kızı…Muhammedî Nur’un Hz. Ali ve Hz. Ebubekir gibi iki kolunun birleştiği bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan Cafer-i Sadık Hazretleri, hiç bir ayırım yapmaksızın bütün Müslümanların en büyük din ulularından biridir.Muhammed Ebu […]


Paylaşın:

DOĞUMU VE SOYU:
Künyesi: Cafer bin Muhammed Bakır.
Babası: Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in torunu, Hz. Muhammed Bakır…
Annesi: Ferve Hatun, Hz. Ebubekir’in torunu Kasım’ın kızı…
Muhammedî Nur’un Hz. Ali ve Hz. Ebubekir gibi iki kolunun birleştiği bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan Cafer-i Sadık Hazretleri, hiç bir ayırım yapmaksızın bütün Müslümanların en büyük din ulularından biridir.
Muhammed Ebu Zehra’nın deyişi ile O, kendisinde Hz. Ali’nin yiğitliği ile Hz. Ebubekir’in vefakarlığı ile Hz. Ali’nin ilmî dehası ile Hz. Ebubekir’in sabır ve ağırbaşlılığını birleştirmiş ve kaynaştırmıştır .
Cafer-i Sadık’ı ve diğer on iki imam olarak bilinen din ulularını, Şiilikle ilgili sanmak yanlıştır, diyen Seyyid Ahmet ARVASİ, şu görüşlere yer veriyor:
“Bunlar ehl-i sünnet vel cemaatin çok sevdikleri ve yüce tuttukları ulu kişilerdir. Bunlar her şeyden önce, Şanlı Peygamberimizin “ehl-i beytim” dedikleri “Nur Nesli”ni temsil ederler. Allah, bunların cümlesinden razı olsun ve bizleri, onların sevgileri ile rızıklandırsın .”
Cafer-i Sadık, Kerbela’da ateşli hastalıktan kıvranan ve bu sebeple öldürülmeyen dedesi Zeynelâbidin Hazretlerini görmüştür. İmam Zeynelâbidin vefat ettiğinde 14 yaşlarında olan Hz. Cafer, Onun hatıralarını dinlemiş ve hafızasına nakşetmiştir.
Ayrıca, şahsen şahit olduğu Emevi ve Abbasilerin Ehlibeyt’e yaptıkları zulümler de buna eklenince, İmam Cafer-i Sadık bütün hayatı boyunca siyasetten uzak durmuş ve kendisini sadece ilme vermiştir.
İlk hocaları ve mürşitleri de dedesi Zeynelâbidin ve babası Muhammed Bakır Hazretleri olmuştur.
Hicri tarihle 80 yılında Medine’de dünyayı şereflendiren Hz. Cafer’in yine Medine’de Hakk’a yürüdükleri tarih 148 yılıdır. Miladi tarihle doğum yılı :702-703 ve dünyadan ayrıldıkları tarih ise, 765 miladi yılıdır.

ÇOCUKLARI :
Hz. Cafer’in üç ayrı hanımdan toplam on çocuğu olduğu biliniyor. Bunlardan 7 tanesi erkek ve 3 tanesi kızdır .
Kızları:
Ferve, Esma, Fatıma
Erkek Çocukları:
İsmail (daha sonra bu zat adına İsmailiye mezhebi teşekkül etmiştir. Bu gün Pakistan Şiileri ve Afganistan Şiilerinin de bir kısmı İsmili mezhebindedir.)
Abdullah, Musa Kazım (Babası İmam Cafer’den sonra Şiiler tarafından 7. İmam Olarak kabul edilen zat), Muhammed, Abbas, Ali

İLMİ ÇALIŞMALARI :
Cafer-i Sadık Hazretleri özellikle din ilimlerinden Hadis ve Fıkıh alanında devrinin en bilgin kişilerinin başında geldiği gibi, matematik, kozmoloji (astroloji/evrenbilim), “ulûm-u gaybiye” ve kimya ilminde çok önemli çalışmalar yapmıştır . Kimya ilmindeki çalışmaları özellikle kaydedilmesi gereken önemli çalışmasıdır.
Nitekim, büyük kimyacı Cabir bin Hayyan kendi kitaplarında Cafer-i Sadık’tan hocası olarak bahsetmektedir. J.Ruska’nın araştırmaları bize O’nun bu bilimle uğraştığını göstermektedir . Ayrıca kaynaklar gaibten haber vermekle ilgilendirilen İlm-i Cefr veya ilm-i Cifr denilen bir ilimle de meşgul olduğundan bahsetmektedirler ki, bu ilimle XX. Yüz yılda meşgul olanlar arasında Said Nursi merhumu biliyoruz .
Matematik bilimi içinde yer alan Cebir ilminin kurucusu El Cabir’in İmam Cafer Sadık’ın talebesi olduğu ve fen bilimlerini ondan okuduğu hatırlanınca, O’nun dünya ilimlerindeki bilgisi, mahareti ve katkısı daha iyi anlaşılır.
Ne yazıktır ki, din ve mezheplerle ilgili kitaplarda, sadece O’nun keramet, irşat ve fetvalarından bahsedilmektedir. Özellikle Şii/Caferi kaynaklarda; buyrukları, gaibden verdiği iddia edilen haberler, duaları gibi konulara yer verilmektedir . Din tebliğinden ziyade tarafgir din propogandası ve fanatizm diyebileceğimiz yanlı anlayışlar, bu büyük din âlimlerinin dünyevi ilimlerle ilgili çalışmalarını örtmüş; bunun sonunda da İslam dünyası ilme, keşiflere ve gelişmeye kapalı hale gelerek, mukallit durumuna düşmüştür.
Bu husus sadece İmam Cafer Hazretleri konusunda değil, diğer ilim adamlarımız için de aynen olmuştur.
Cafer Sadık Hazretlerinden ders alan ve feyizlenmiş kişiler arasında, yaşıtı olan İmam Azam Ebu Hanife ve İmam Malik başlarda yer alırlar.
Tabiin’den pek çok insanın da İmam Cafer’den nakiller yaptıkları bilinir.

İMAM CAFER VE SİYASET :
İmamiye mezhebine mensup olmayan Müslümanlara göre Cafer-i Sadık hilafet (devlet başkanlığı) istemediğini ısrarla belirtmiş ve siaysetten uzak durmuş ve hayatını ilme adamış bir insandır.
İmamiye mezhebinde olanlar ise, Cafer-i Sadık’ın çağının “İmamı” olduğunu ısrarla belirterek, O’nun “takıyye” prensibini benimsediğini, bu sebeple hilafet istemediğini beyan ettiğini iddia etmişlerdir. Bu sebepten zaman zaman da Hz. Cafer’in devlet yönetimi ile arasında sıkıntılar olmuştur. Onun gibi cesaret timsali, gerektiğinde halife’yi huzurunda eleştirmekten çekinmeyen Hz. Cafer’e “takıyye”yi yakıştırmanın haksızlık olduğu muhakkaktır.
“İmam” tabiri Şii literatüründe devlet başkanı demektir. İmamiye mezhebi mensuplarına göre, İmamın fiilen devletin başında olması gerekmez; imamım imameti fiilen olmasa da geçerlidir. İmamete, Peygamberin vasiyeti ve verasetle ulaşılabilir. İmamete iman, Şiilere göre iman esaslarındandır.
Şiiler dışındaki Müslümanlar ise, devlet başkanlığına “biat” halkın devlet başkanı adayının adaylığını kabul (bir bakıma seçim)le ve nihayet bilfiil devletin başında, makamda olmayı şart olarak kabul ederler. Devlet yönetmeyen kişi devlet başkanı nasıl olur, derler.
Cafer–i Sadık’ın kendisinin “İmam” olduğu yolunda hiç bir beyanı olmadığı halde, Irak Şiileri gizli gizli yaptıkları toplantılarda, O’nu İmam olarak anmışlar, O’na ait olmayan pek çok fikri. O’nun fikri gibi de anlatmışlardır. Bu tür yalan ve yanlış iddialarda bulunanlar içinde, Hz. Cafer’e haksız isnatlarda bulunan, haramları helal gösteren Ebu’l Hattab Muhammed b. Ebi Zeyneb el Ecda’’El Esedi diye biri çıkmıştır ki, bunun yolundan gidenler daha sonra Hattabiler olarak anılmıştır, bu adam küfre düştüğü gerekçesi ile öldürülmüştür .
Hz. Cafer’in siyaset yapmamasındaki en önemli sebep, dedesi, amcası ve diğer yakınlarının siyaset sebebiyle uğradıkları haksızlık, zulüm ve işkencelerdir.
O, gördükleri sebebiyle korktuğundan veya yıldığından değil, belki de ilmi daha uygun ve doğru bir yol gördüğünden; dinle siyasetin karışması halinde yeni Kerbelelar oalacağı endişesiyle siyasete girmedi diyenler de vardır.
Mesela büyük alim Şehristani’ye göre, “O kendisine bağlı olanlara ilmin sırlarını öğretmiş, bu sırada hiç kimse ile hilafet ve imamet meselesini tartışma konusu yapmamıştır. Çünkü “ilim denizine dalan, sahil aramaz. Hakikatin doruğuna çıkanlar, düşmekten korkmazlar” .
Doğrudan O’nun adını taşıyan mezhep ve tarikat mensuplarının, Hz. Cafer’i bu noktada iyi anlamadıkları; aksine, O’nun gibi bir zata “O takiyye yapıyordu” isnadında bulunmuş olmaları aklın alacağı bir şey değildir. O’nun adını, mezhep ve tarikat olarak siyasetle karıştırmanın, haksızlık olduğunu ve Hz. İmamın budan rahatsız olduğu düşünülebilir.
Hz. Cafer’in tarikat olarak yolunu takip edenlerden Hacı Bektaş Veli, “ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” buyurarak, içinde bulunduğumuz karanlığı ve yanlışlığı anlatmıyor mu?
Günümüz tarikatlarından silsile olarak Hz. Cafer’e bağlı olmayan kaç tarikat var?
O’na ulaşmadan Hz. Rasule ulaşmak ne kadar mümkün?

CAFE-İ SADIK’IN FIKIHTAKİ YOLU:
Cafer-i Sadık Hazretleri, Kutlu Peygamber’in soyuna mensup olduğunu bilir ve “Büyük Dedem” derdi. Büyük Dede’sinin yolundan asla ayrılmazdı. O’nun yolunu belirtmek için “Şanlı Peygamber’in sünneti üzere olmak” diye kısaca tarif etmek mümkündür. Aslında bu tanım Ehlibeyt’ e mensup olarak bilinenlerin tamamı için geçerlidir.
Tıpkı babası Hz. İmam Muhammed Bakır gibi inanır, düşünür ve davranırdı.
Aynı şekilde inanan ve düşünen İmam Muhammed Bakır’ın kulağına gelir ki, Ebu Hanife Hazretleri sünneti terkederek, Hz. Peygamberin hadisi bulunan konularda da akılla kıyas etmektedir. Buna fena halde bozulur ve ilk karşılaştıklarında İmam Azam Ebu Hanife’ye bunu sorar:
“ – Dedemin yolunu ve hadislerini Kıyasla değiştiren sen misin?
Ebu Hanife:
“ – Dedeniz Hz. Muhammed (A.S)a hayatında sahabiler nasıl saygı duyuyorlarsa, aynı şekilde ben de size saygı besliyorum” dedi ve Ebu Hanife devam etti:
“ – Size 3 sorum var, lütfen cevap veriniz:
1. Kadın mı, yoksa erkek mi daha zayıftır?
Muhammed Bakır:
“ – Kadın daha zayıftır.”
Ebu Hanife :
“ – Kadının hissesi, erkeğe nisbetle kaçtır?”
Muhammed Bakır :
“ – Erkeğin hissesi iki, kadının ki, birdir.”
Ebu Hanife:
“ – Dedenizin sözü işte budur. Eğer ben O’nun dinini değiştirmiş olsaydım, kıyasa dayanarak, erkeğe bir, kadına iki hisse verilmesini söylerdim. Çünkü, kadın erkeğe nazaran daha zayıftır.
2. – Namaz mı, yoksa oruç mu daha efdaldir?”
Muhammed bakır :
“ – Namaz daha efdaldir.”
Ebu Hanife:
“ – Bu da dedenizin sözüdür. Eğer ben onu değiştirseydim, kıyas gereğince, kadının ay halinden temizlendikten sonra, namazı kaza etmesini, orucu etmemesini emrederdim.
3. İdrar mı daha pistir, yoksa meni mi daha pistir?”
Muhammed Bakır:
“ – İdrar daha pistir.”
Ebu Hanife :
“ – Dedenizin dinini kıyasla değiştirseydim, idrar yapıldıktan sonra gusledilmesini, meni çıktıktan sonra da abdest alınmasını söylerdim. Fakat kıyasla dedenizin dinini değiştirmekten Allah’a sığınırım.”
Bunun üzerine İmam Muhammed Bakır ayağa kalkıp, gelip Ebu Hanife’yi kucaklayıp gözlerinden öptü ve kendisine ikramda bulundu .
Şimdi burada akla gelen bir soruyu sormak lazımdır:
Peygamberin sünnetine, yani O’nun yoluna çocukları ve torunları öncelikle uymayacak da kim uyacak?
Hz. Peygamberin ailesine mensup olanlar, öncelikle O’nun sünnetine bağlı idiler. Zaten kendilerini “Ehli Sünnet” sayanlar, Peygamberin yolunu en iyi bilenler olarak Ehlibeyt’i bilenler ve O’nların yolundan gidenlerdir.
Bu sebepledir ki, Ehli Sünnet, Allah Rasulü’nün torunları olan Hz. Hasan ve Hüseyin’den başlayarak Zeynelâbidin, Muhammed Bakır, Cafer sadık, Musa Kazım, Musa Rıza ve devamındaki torunlarını mümin, muvahhit din büyükleri olarak kabul eder .
Aklı ermeyen bir takım cahillerin, Şiiler onları mezhep imamı kabul ediyor; onlar şianın imamı demeleri kendileri için geçerlidir..
Onlar bütün Müslümanlarca takdis edlen din büyükleridir. Bizler Müslümanlar olarak, onlardan şefaat bekleriz.
Kaldı ki, geçmiş fırka ve mezhepler arasında da İmam Cafer’e kadar ittifak vardır. Farklılıklar, Cafer Sadık’dan sonra başlar.
Burada, İmam Şafii’nin bir sözünü şiir olarak nakleden Mehmet Akif ERSOY’u dinleyelim:
“- Hani Peygamber’in evladını candan sevmek,
Rafizilikse…
– Evet,
-Yerde beşer, gökte melek,
Rafizidir bu, desin hepsi de hakkımda benim ”.

CAFER SADIK’IN TAVSİYELERİ VEYA BUYRUKLARI :
“Tevbeyi geciktirmek aldatılmışlıktır. Hep, bugün – yarın diye tevneyi ertelemek başı boşluktur. Allah’a karşı bahane aramak, insanı helak eder. Günah işlemeyi sürdürmek Allah’ın cezasından korkmamaktır. Allah’ın cezasından ise, ancak hüsran ehli korkmaz .”
“İyilik ancak şu üç şeyle tamamlanır:
1.İyilikte acele etmekle,
2. İyiliği gözde büyütmemekle,
3. İyiliği gizli tutmakla.”
“- Şükrü icap ettiren hal, sabrı icap ettiren halden daha üstündür”.
“- Allah bize bir şey murat etmekte ve bizden bir şey istemektedir. Bize murat ettiği şeyi bizden gizlemiş, bizden istediği şeyi de bize açıklamıştır. Öyle ise, niçin O’nun bize murat ettiği şeyle meşgul olup duruyoruz da, bizden istediği şeyi niçin yerine getirmiyoruz? “
“ – Kur’an Peygamber (A.S) zamanında bu günkü gibi, bir arada tam olarak mevcut idi, yani o zaman Kur’an tam olarak okunuyor ve ezberleniyordu. Hatta sahabelerden bir topluluk, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemek için vazifelendirilmişti. Kur’an Hz. Peygambere arzolunarak huzurunda okunuyordu. Sahabilerden Abdullah bin Mes’ut ve Ubey bin Kaab’ın da içinde bulunduğu bir cemaat, Kur’an-ı Kerim’i defalarca Peygamber’in huzurunda hatmetmiştir” .
Halk arasında sünni mezhepler olarak bilinen dört mezheple İmam Cafer Sadık’ın ictihatlarıyla oluşan Caferi mezhebi esas itibariyle bir birlerinden uzak ve farklı değilidir. Yani o da ehli Sünnet’ten ayrılmamıştır . İmam Cafer Hz.leri veya diğer İmamlar ehli Sünnet’ten ayrılı demek, O veya onlar Hz. Peygamberin yolunu terk etti anlamına gelir ki, bu onlara iftira etmektir.
O’nun vefatından sonra gelişen ve O’nun düşünceleri hilafına siyasallaşmaya meyleden ve daha sonra ideolojik boyut kazanan mezhebin “yaşayan İmam”ın mezhebi haline geldiği gözden ırak tutulmamalıdır.
Ayetullah Tebrizi’nin vefat ettiği günlerde Hac için Medine’de bulunuyorduk. Medine’nin Avali semtinde bulunan Caferilere ait Caminin İmamı, Medine Tarihi doktoru şeyh Kazım ve Caferi cemaatine taziyeye gitmiştik. Gurupta 7-8 il müftüsü ve bir o kadar Müfettiş ve başka da din görevlisi vardı.
Akşam ve yatsı namazını kendisi de Caferi olan Şeyh Kazım’ın arkasında, O’na uyarak kıldık. Arkadaşların çoğu ilk defa Caferi bir İmam’a uyarak namaz kılmıştı ve ben ne diyeceklerini merak ediyordum.
Hepsi de, “- bu kıldığımız namazın rükünleri bakımından eksiği yoktur, iadesi gerekmez, şeklinde beyanda bulundular. Hiç kimse de, “biz Hanefiyiz, bu namaz Şii usulüne göre kıldırıldı, kaza edelim” demedi.
Demek ki ibadet uygulamalarında ufak – tefek farklılık olsa da sonuç değişmiyor.
Ayrıca unutmamamız gereken en önemli husus: bizden farklı da düşünse, “ben Müslümanın” diyen kişinin Müslüman olduğundan asla şüphemiz olamayacağıdır. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Kardeşler arasında arada bir tartışma ve farklılık olabilir. işte o zaman bize düşen de, kardeşler arasını bulmak ve barıştırmaktır.
Bize kitabımız Kur’an böyle diyor .
Bu taziye’de okuduğumuz Kur’an ayetleri, Türkçe kasideler ve yaptığımız konuşmalarda camide bulunan bin civarındaki Caferi Müslümanların tamamının göz yaşı döküp ağladıklarına şahit olduk.
Camide ikanet eden, yaşlı ve İmam Humeyni ve Ayetullah Tebrizi’nin de Dünya Üzre vekili olan 92 yaındaki Medineli olan zatı mescidin odasında zyaret edip, O’na da taziyelerimizi beyan ettiğimizde bize söyledikleri ise, müthişdi:
“- Ben ömrümün 80 senesini bu camide geçirdim. Bu güne kadar ne üzüntümüze, ne de sevincimize hiçbir Sünni gurup, vakıf veya dernek gelerek iştirak etmedi. Sevincimizi veya üzüntümüzü paylaşmadı”.
– Siz niçin geldiğinizi biliyormusunuz? Dedi. Ben de,
– Siz lütfedermisiniz, dedim.
“- Sizler Türk olduğunuz için geldiniz! Türk olmasanız siz de gelmezdiniz. Türkler “nar-ı Beyza” . (Allah’ın ığığı) gibidir. Gittikleri yere hep o ışığı götürürler. Bize de ışık getirdiniz, teşekkür ediyorum.”
Aramızda Sünni olan olmayan kalmamıştı, aynı duygularla gözlerimiz dolmuş, göğsümüz kabarmıştı.
Biz bütün İslam dünyasında bu İslam kardeşliğinin yaşanmasın istiyoruz.
Gerisi bizi de ilgilendirmiyor.

Yazar

Abdülkadir Sezgin

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar