Yükleniyor...
Din simsarlığı eski bir derttir fakat uzağa gitmeyelim. Düne kadar, Huzur İslâmda, hâkimiyet Allahındır, şeriat, İslam devleti ve benzeri bol makyajlı söz kalıpları ve kavramlar üzerinden konuşurlardı. Yaşanmışlığı olmayan, anlamları bulanık, din soslu sloganlar ve şifreler söylerlerdi. Bilenlerin dikkat çektiği temel mesele, dinin özü ahlâktan bahsetmemeleriydi. Düzeni yıkmak istedikleri açıktı. Farkında değiliz ama hayatımızı sardıkları, güç sarhoşluğuna girdikleri şu dönemde de yapıcı bir fikirden hareket ettiklerini düşündürecek işaretler yok. Sözü kısadan ve açık söylemenin yeridir: Egemen oldukları zaman apaçık gördük ki din de bir paravandan ibarettir.
Yaşadığımız dönemin resmi dehşettir. Dinî okullar, resmî kurum ve kuruluşlar ağı, kör ve sağır siyasetin göbeğindedir. Diyanet, şeklen kanunlara göre işliyor. İçerde sanki başka ve daha kuvvetli bir düzen var. Sanılanın aksine din alanındakileri mana değil madde açlığı ve şehveti idare ediyor. Cemaat yapıları aynı malı satan rakip firma gibi birbirleriyle çekişiyorlar. Ortak noktaları, din ticareti ve değişmeyen dilleri. Satışlarına kanmayana, “Bizimle değilsen dinden de değilsin” demekte birleşiyorlar. Geçen hafta, “Bu yapılar, İşid’in, Taliban’ın bir tık uzağında” demiştim. Devlet büyüğümüz, Tâliban’a yakınlığı dünyaya ilan ederek beni doğrulayınca, defalarca yazdığım halde “Eyvah!” dedim ve içim başka türlü yandı.
Kitabı yüzünden okuyan, hatta okuyamayan din adamlarının, dinî şekillenmelerin, cemaatlerin, cami mensuplarının egemenlik alanı böyle genişledi. Dini tekellerinde görüyor, Tanrı adına konuşma densizliğini gösteriyorlar. Pervasızlıkları günden güne artıyor. Din, Kitab’ın dediği değil, onların dediğidir.
Tekrar hatırlatayım, Türk toplumu, karakterine bağlı hareket ettiği uyanıklık dönemlerinde, bu sapkınlıklara doğrudan teslim olmadı. Adalet ve yüksek ahlaka dayanan eski anlayışımızı Müslümanlıkla birleştiren hayat şekilleri kurmakta gösterdiğimiz medenî anlayış, bu kör kandillerin ışığını çok zaman kıstı. Hayat görüşümüzü şekillendiren kaynaklar arasında dinin yüce prensipleri en saf haliyle yer aldı. Mesela, bizim Toroslarda sürülerinin peşinde, tabiata bağlı bir hayat sürenler, “Sen iyi ol, O daima seninle!” dediler. Bazı ritüellere, şekil şartı kabul edilenlere belki uy(a)madılar. Fakat onların ulaştıracağı hedefi, “özün özü”nü kavradılar. Önce Türk’ün yaradılıştan itibaren oluşturduğu bu saf anlayışı devre dışı bırakmak gerekiyordu. Din diyerek hep oraya vurdular. Biz de aldandık.
Neyse ki değerler üzerinden konuşanların değerlerle ilgisi olmadığını artık görmeye başladık. Din ve değerler yüze tutamaktır, maskedir. Dünya zaman zaman bu tür sapmaların cennetidir. Hasan Sabbah, tarihteki en göz kamaştırıcı örnek değildir. Yeni cennetler keşfedenleri var. Yeni tip haşhâşîlikler var. Bizdekiler hipnoz için haşhaşa gerek duymuyorlar. Bâde, bugünün istismar dilinde, klasik yaşama ve tasavvuf geleneğinin, âşıklık geleneğinin sadeliği, açıklığı ve düzgün işleyişini duyurmuyor. Artık “bâdeci” dediğiniz, dünya cinsel fanteziler sıralamasında ön sıraları kollayan bir sapmanın yarışçısıdır. Dolaylı cennet vaadine girmeden, organ fetişinin türlüsüne doğrudan dalar.
Bin yıllık inanma ve yaşama geleneği kayboldu. Düzeltecek merkez ve mekanizmalar da bozguna katıldı. Resmîsi, merdiven altındaki, el ele işi ilerlettiler, manadan uzak madde zenginliğine düşkünlüğü geçtiler, Neyzen merhumun dediği gibi artık maddeye tapıyorlar. Dünya saltanatının zirvesinde sefa sürüyorlar. Apaçık bir simsarlık teşkilatlanmasının hayatımızı idare ettiği, bütün alanlarda at koşturduğu bir dönemden geçiyoruz. Verdiği ve vereceği -her konuda -sahtelikten öte bir şey değildir, bunu göreceğiz.
Dinden bahsedenlerin dinden geçinmesi kural haline geldi. Fakat işin en sevimsiz tarafı, peşlerine takılan kalabalıkları ve bütünüyle hayatımızı bozdular. Kurban Bayramı süresince bunu düşündüm. Ne kurban kurbandı, ne bayram bayram. Borçlanarak kurbanlar kesildi. Kesim manzaraları utandırmaktan öteye geçti. Çokları, “desinler için” bir hayvanı boğazladı. Dikkat ettim, pay verecek kimse aramayan çoktu, bulamayan da kendine kesmiş oldu. Kurbanı üçe bölme kuralı gitti, etler dolaplara dolduruldu. Bu saydıklarımda bir tek doğru düşünüş ve tavır alış var mı? Şimdi bu kurban mı, bayram mı, din mi?
Bozdukça bozan bir hipnoz altındayız, kesin. Ancak, durumu bu da tam izah etmiyor. Bozulma kılcal damarlara kadar indi. Her konuda halis olandan kaçıyoruz. Din soslu günlük politikanın dedikodularıyla idare edişimiz bu bozgundan dolayıdır. Bu yalınkat ve sahte din ilgisinin derinliği, ahlâkı yoktur.
Elbette ümitsizliğin de manası yoktur. Bırakacağı harabe ağırdır, can yakıcıdır ama bu hipnozun artık çok sürmeyeceği kesindir. “Hâin korkaktır”, “hâin-i din” daha korkaktır. Ödlekliğin zirvesinde yaptıkları kendini ele verir. Yeter ki tez zamanda uyanalım.