Yükleniyor...
Türkiye’nin gerek içeride gerekse dış meselelerde ağır sorunları varken “Yeni anayasa” konusunu AKP iktidarı gündemden hiç düşürmüyor.
Bir de sekiz aydır Gazze konusu dillerde. Evet, Gazze’de bir katliam var. İsrail bebek, çocuk, kadın, ihtiyar demeden önüne geleni öldürüyor. Ama çat kapı sınırlarımızdan giren Afrikalı, Afgan, Paki ya da Hindu veya Etiyopyalı yahut Somaliliyi hiç gündeme getirmiyorlar.
En önemlisi de artık neredeyse bizi yerimizden yurdumuzdan edecek kadar şehirlerimize yerleşen Suriyeli sığınmacılar meselesini yöneticilerimiz ağzına almıyorlar. Bu da Türk Milleti için hem ekonomik hem de kültürel bir katliam değil mi?
Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozan PKK/PYD terör devletçiği bir hafta sonra seçim yapacak. Türkiye’nin millî birliği için tehdit olan bu konu AKP iktidarının dilinde yeni anayasa kadar yer bulmuyor.
AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, partisinin İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nın kapanışında yaptığı konuşmada, “Milletin fikri, talepleri, endişeleri dikkate alınmadan uzlaşma aranmadan yapılan anayasa doğumundan itibaren sakattır özürlüdür, kriz üretmeye daha yakındır” dedi. Haklı olmalı. Çünkü 3 Kasım 2002 seçimlerinden bu yana anayasa yüzünden (!) bir krizden çıkıp diğerine giriyoruz, usandık artık. Şu yeni anayasa teklifleri gelse de krizlerden nasıl çıkacağımızı anlasak (!) iyi olacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye’nin siviller eliyle yapılmış kuşatıcı ve özgürlükçü bir anayasaya olan ihtiyacını uzun süredir dile getirdiklerini” de söylüyor ama yeni anayasa bir türlü gün yüzüne çıkmıyor.
Başka bir ilginç husus daha var. Cumhurbaşkanı, “Anayasalar birer toplum sözleşmesi olarak devlet ve toplum arasında fikri ve duygusal bağlar kurulmasına da hizmet eden yazılı belgelerdir. Türkiye’deki birçok sorunun temelinde bu bağın yeterince kurulamamasının bulunduğunu” söylüyor. Galiba FETÖ de bu duygusal bağı kuramamış olmalı ki, anayasayı ortadan kaldırmak için 15 Temmuz ihanetine başvurdu. Ancak Cumhurbaşkanı “Millî iradeyi, darbelerin, darbecilerin karanlığından kurtardıklarını” da diyor.
Gelin bugün yaşadıklarımıza, AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Aynı menzile birlikte yürüyorduk” dediği FETÖ’nün Abant toplantıları üzerinden de bakalım.
Birinci Abant toplantısı, başlık İslâm ve laiklik, 23 Mart 1998. Sonuç bildirisinden:
“Devlet, bütün dinlerin, inançların ve dini yorumların önündeki engeli kaldırır; din ve vicdan özgürlüğünü, dinî inançların gereklerini serbestçe yerine getirilmesini herkes için güvence altına alır. (M 1)”
Tam da bugünü anlatıyor değil mi? Tarikatlar ve cemaatler cenneti bir ülke olduk. Her önüne gelen bir dergâh (!) açıyor, inandırabildiği ölçüde mürit topluyor. Çocuk tecavüzlerinden servet oluşturmaya kadar çok geniş bir yelpazede Müslümanları kandırıyor.
Dördüncü Abant toplantısı Çoğulculuk ve Toplumsal Uzlaşma başlıklı. 13- 15 Temmuz 2001. Kanaatimce Türkiye’nin 21’inci yüzyılına en etkili sonuçları olan toplantı.
“Demokratik çoğulculuk, siyasal ve ulusal birliğin güçlenerek sürdürülmesini sağlar.” Bunun için yeni anayasa yapılmalıdır. Bu anayasa, “toplumun farklı kesimlerinin eşitlik statüsünde bir araya gelerek ‘çokluk içinde birlik’ ilkesi uyarınca anlaşabilmelerine bağlıdır. (M 2) Çoğulculuk (da) farklılıkların tanınmasına bağlıdır. (M 3)”
“Uzlaşmayı hedefleyen çoğulculuk anlayışı ve farklı kimliklerin bir arada yaşaması, her kimliği ve kültürü zenginleştireceği gibi … (M 4)”
“Modernleşme adına homojen bir toplum yaratma çabaları kabul edilemez. Bütün farklılıkların kamusal alanda temsil edilmesini mümkün kılan bir devlet anlayışına ihtiyaç vardır. (M 9)”
“Modernleşme adına homojen bir toplum yaratma çabaları kabul edilemez. Bütün farklılıkların kamusal alanda temsil edilmesini mümkün kılan bir devlet anlayışına ihtiyaç vardır. (M 9)” Bu cümlelerle aslında milletin birlik ve bütünlüğü kabul edilemez demiş olmuyorlar mı?
Ne kadar da, “İnancından dolayı dışlanan Müslümanın… Dilinden dolayı ayrımcılığa uğrayan Kürdün… Meşrebinden ötürü baskı gören Alevinin… Haksızlığa maruz kalan bu toprakların evladı Hristiyan ve Yahudi’nin… Kısaca bu ülkede vesayetin gadrine uğrayan kim varsa herkesin yanında olduk, mücadelesine destek verdik, kayıplarını telafi ettik. (Cumhur İttifakı Türkiye Yüzyılı Beyannamesinden)” ifadeleriyle örtüşüyor değil mi?
Ya da defalarca duyduğumuz, “Cumhuriyet bir etnisite üzerine kuruldu. Ne mutlu Türk’üm diyene dediniz de ne oldu… Hâlbuki Türkiye’de Kürt, Türk, Çerkez, Laz… 26 (bazen 36) etnik grup yaşıyor.” sözleriyle aynı menzile ok atmıyor mu?
“Çoğulculuk ve uzlaşma ile ilgili olarak alınan kararları hayata geçirilebilmesi için, eğitim ve öğretim, Türkiye’nin sosyo-kültürel gerçeklikleri doğrultusunda sivil toplum örgütlerinin katkılarıyla yeniden düzenlenmelidir. (M 11)” bu da 4. Abant toplantısından.
Hayrettin Karaman, “Beklentilerde ölçülü olmak” başlıklı yazısında tam da bunu söylüyor. “Bundan önceki birçok iktidar döneminde İslâmî kesimin ayaklarında maddi ve manevi hareketlerini engelleyen bağlar, bukağılar, prangalar vardı. Bu iktidar bunları teker teker çözdü … İnsanların kendi aralarında anlaşarak -ceza alanı hariç- birçok alanda ve ilişkide şeriat kurallarını uygulamalarına da engel yoktur. Değişim için en önemli araç eğitim ve öğretim ise -ki, bence de öyledir- çocukların okul çağı öncesine ait okullardan üniversiteye kadar her kademede okul açmak, mevcut okullar içinden de amaca uygun olanlarını seçmek mümkündür.”
Dördüncü Abant toplantısında Karaman da var zaten. Gerçi kimler yok ki?
Abant toplantıları sadece yurt içinde yapılmadı. Nisan 2004’te Washington’da, Johns Hopkins Üniversitesi’nin iş birliğiyle ”İslam, Demokrasi ve Laiklik: Türkiye Deneyimi”, Aralık 2004’te Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda, Leuven Üniversitesi’nin iş birliğiyle ”Türkiye’nin AB’ye Giriş Sürecinde Kültür, Kimlik ve Din”, Mart 2006’da da Fransa’da Sorbonne Üniversitesinde “Cumhuriyet, Kültürel Çoğulculuk ve Avrupa” başlıklarıyla özel toplantılar gerçekleşti. Anlaşılacağı üzere bu amaç için başka “menzil” ortakları da devredeydi.
Üzerinde durulması gereken, hatta toplantıların en önemlisi olanı Erbil’de (Irak) yapıldı. “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” başlığıyla, 15-17 Şubat 2009’da yapılan 18’inci Abant toplantısı.
Sonuç bildirisinden:
“Türkiye ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki münasebetlerin geliştirilmesi sadece iki tarafa değil bölgeye de barış ve istikrar getirecektir.
Tarih, Coğrafya ve Kültür, Türk ve Kürt halklarını kardeş kılmıştır. Bize düşen bu kardeşlik bağlarını güçlendirmektir.
Etno-milliyetçilik üzerinde kurulan her türlü politika reddedilmektedir.
Taraflar her türlü sorununun çözümünde şiddet yöntemlerini reddetmektedir.”
Üsluptan, toplantıyı düzenleyenlerin arabuluculuğa soyunduğu ne kadar açık değil mi?
3 Kasım 2011. Mesut Barzani İstanbul’a geldi. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Başbakan Tayyip Erdoğan’la görüştü. Davutoğlu, görüşmeler sonrasında basına yapılan açıklamada: “Bölgemizde bütün yapılar yeniden inşa edilirken, Türkler ile Kürtler arasındaki bu kardeşliğin inşa edici bir rolü var. Bölgemizde kalıcı bir etki yapacaktır. Bu kardeşlik ilişkilerini tehdit eden en önemli faktör, terör örgütünün faaliyetleridir.” demişti.
Erbil toplantısının sonuçları Dolmabahçe Sarayı’ndaki açıklamada görülüyordu. Bugün de Erbil’le benzeri ilişkiler görülüyor.
On dokuzuncu Abant toplantısı sonuçları da bugüne ışık tutuyor. Tarih, 19-20 Haziran 2009.
“Askerî darbeler ve demokratik siyasi sürece karşı gerçekleştirilen müdahaleler, Türkiye’nin siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmesine büyük zararlar vermiştir. Demokrasimizin gelişip yerleşememesinin güç ve derinlik kazanamamasının en önemli sebebi bu darbe ve müdahalelerle yerleşen vesayet rejimidir. (M 1)
Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engellerden biri toplumsal çoğulculuğu kucaklayan, geniş bir meşruiyet zemininden yoksun 12 Eylül Anayasasıdır. 1987’den günümüze birçok değişiklik geçirmesine rağmen bu anayasa hala otoriter ve yasakçı bir düzeni sürdürmektedir. (M 2)
Türkiye en kısa zamanda mümkün olan en geniş toplumsal uzlaşmayla yeni bir anayasa yapmalı, demokrasi standartlarını yükseltmeli, uluslar arası antlaşmalardan doğan yükümlülüklerini eksiksiz biçimde yerine getirerek Avrupa Birliği perspektifini takip etmelidir. (M4)
Bütün bu hususlar partiler üstü bir anlayışla ele alınmalı ve bir an önce gerçekleştirilmelidir. (M10)”
Yirmi üçüncü toplantı. 30 Nisan-1 Mayıs 2011. “Yeni dönemde yeni Anayasa: Temel İlkeler, Yöntem ve Süreçler”
“1982 anayasasından ve bu anayasanın oluşturduğu bunaltıcı iklimden Türkiye’nin bir an önce kurtarılması zaruridir.
Türkiye’nin şu anda önündeki en önemli üç anayasal sorun; kimlikler, temel hak ve özgürlükler, seçilmiş otoriteler-asker ilişkileri ve diğer vesayet kurumlarının demokrasinin temel ilkelerine uygun olarak yeniden yapılandırılmasıdır.”
Tarihleri bilmesek bugün söylenmiş bile diyebileceğimiz ifadeler değil mi? Hâlbuki 15 Temmuz ihaneti sonrasında bu vesayet (!) kurumları yeniden yapılandırıldı. Ama MSB Yaşar Güler askerliğin yeniden mecburi olmasıyla ilgili açıklama yaptı.
FETÖ’nün Abant toplantılarındaki teklifleri çok açık. 26’ncı Abant toplantısında net bir şekilde yazılmış. “Yeni Anayasa” başlıklı toplantı 9-12 Mart 2012’de yapılmış. Mehmet Uçum ve Mustafa Şentop da katılmış. Sonuç bildirisinden:
“Anayasa’da vatandaşlığı tanımlamaya gerek yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümran olduğu mahallerde doğan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. (Hükümranlık anahtar kavramdır. Özerk ya da federatif yapı içinde, kimliklere statü verilmesi talebini kapsamaktadır.)
Anadilde eğitim temel bir insan hakkıdır.
Anayasa’da farklı anadillerde eğitim yapılma hakkı tanınmalıdır.”
28’inci Abant toplantısı, “Türkiye Üzerine Farklı Bakışlar”. 10 Şubat 2013.
“Hiçbir resmî belgede, Türk vatandaşlığının sosyolojik bir tanımı olmamalıdır. Bunun yerine, sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramı üzerine odaklanılmalıdır.
Devlet, herhangi bir üst kimlik tasarlama girişiminde bulunmamalıdır.
Türkiye’nin; farklı mezhep, din ve etnisiteleri içeren fakat bunlarla sınırlı olmayan çok kültürlü yapısı, devlet ve toplum tarafından tanınmalıdır.
Yerel nüfusun talebi halinde, yer isimleri orijinal haline iade edilmelidir ve olumsuz tarihi çağrışımları olan bir takım yer isimleri değiştirilmelidir.
Türkiye-Irak-Suriye üçgenindeki bölgesel dinamik, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünü acil kılmaktadır.
Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılara gösterdiği hassasiyet her türlü takdire şayandır. Türkiye, Suriye’de barışçıl bir çözüm için uluslararası toplumla iş birliğini sürdürmelidir.”
Son iki madde bile bugün içinde çırpındığımız bataklığı anlatmaya kâfi değil mi?
15 Temmuz ihanetinin yollarına döşenen taşlar bunlar. Bu taşları hep birlikte döşediler. Ve hâlâ bu yolda yürümeye devam ediliyor.
Bu kadar FETÖ yeter. Bunlara bir de TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’tan bir inci eklemek iyi olacak. “…mezhep, meşrep, ırk, köken, toplumsal sınıf gibi farklılıkların bir kenara bırakılarak, Osmanlının geçmişte yaptığı millet sistemi üzerinden, o anlayışı yeniden güçlendirerek yolumuza devam edeceğiz. (ÖNDER İmam Hatipliler Derneği Toplantısı, 1-3 Eylül 2023 Uşak.)”
Artık anlaşılmış olmalıdır. Anlaşılmadıysa da çok yapacak bir şey yok tabi. Ama biz yine de anlatmaya devam ederiz.
Görüldüğü gibi, “Yeni anayasa” tartışmaları geçmişten bu yana emperyalizmle iş birliği içindeki “Menzil” yolcuları tarafından atılan temeller üzerinde yapılıyor. Bugün, “normalleşme (!)” diyerek destek vereceği intibaı uyandıran CHP ve diğer “Yeni anayasa”ya destek verecek olanlar bütün bunları göz önüne almalıdır.
1 Yorum