Yükleniyor...
Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılını idrak ettiğimiz bugünlerde arzumuz ve hedefimiz sahip olduğumuz devletimizi ve cumhuriyetimizi nice yüz yıllara taşımaktır. Bu amaç ve heyecanla
“Türk’ü bilir dünya, tanır asuman
Köküne sevdalı dalımız bizim.
Atamdan armağan bu kutlu vatan
Sonsuza uzanır kolumuz bizim
Tarihe kök salmış şanlı devletim
Nice yüz yıllara Cumhuriyetim…”[1]
diyerek dünden bugüne doğru büyük bir yolculuğa çıkıyoruz. Tabii bu yolculuk sırasında ister istemez birtakım hatıraları yeniden yaşıyor ve yaşatıyoruz. Bu yazımızda da rahmetli Adile Ayda’nın “Böyle İdiler Yaşarken” adlı kitabından yola çıkarak Cumhuriyetimizin 10. yılında yapılan bir kutlama programı sırasında yazılan bir sevda şiirini âdeta tozlu raflardan çıkarıp önümüze koyuyoruz.
Ama önce “Yahya Kemal’in Fikir ve Şiir Dünyası”, “Böyle İdiler Yaşarken”, “Bir Demet Edebiyat” başlıklı eserlere imza atan Adile Ayda hakkında kısa bir bilgi:
Ankara Hukuk Fakültesi’nin kurucu hocalarından olan Prof. Sadri Maksudi Arsal’ın kızıdır. 1912 yılında Sankt-Peterburg’ta dünyaya gelir. İlköğrenimini Berlin ve Paris’te, lise öğrenimini İstanbul’daki Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde yapar. 1932’de Ankara Hukuk Fakültesi ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Fransız Edebiyatı bölümünü bitirir. Türkiye’nin ilk kadın diplomatı olarak uzun yıllar Dışişlerinde çeşitli görevlerde bulunur. 1992’de İstanbul’da vefat eder.
Bu güzide hanımefendinin ruhunu şâd etmek için gelin tarihin perdesini aralayarak 29 Ekim 1933’ün akşamında Ankara Palas’ta yaşadıklarına bir bakalım:
“Böyle saffetle sarar sarmaşık bir fidanı
Kalp böyle dolaştırır ilk defa akan kanı…
Ruhumu yıkamakta musiki çağlayanı!”
Yukarıdaki mısralar on iki dakikada yazılan ve on beş mısradan meydana gelen bir şiirin giriş bendindendir. İsterseniz bu mısraları bir defa daha okuyalım… Nasıl beğendiniz mi?
Cevabınızı aşağı yukarı tahmin edebiliyorum da kesinlikle şudur, kesinlikle budur diyemiyorum. Sonra da Koca Yunus Emre’nin söylediğini hatırlayıp tebessüm ediyorum: “Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi”
Evet, Adile Ayda “Böyle İdiler Yaşarken”[2] adlı kitabında anlatmış bu şiirin hikâyesini.
Şiirin adı: İlk Dans,
Yazıldığı yer: Ankara Palas
Tarih:29 Ekim 1933
Şairine gelince, şiirin hikâyesi düşüyor hatıralara:
Az sonra başlayacak olan bir balodayız. Henüz büfe açılmamış; lakin “genç şair” çoktan sarhoşum ben, sarhoşum der gibi… Bir yandan büyük bir heyecan içinde tebrikleri kabul ediyor, bir yandan da salonun ortasında dans edenlere gözleri kamaşmış bir hâlde bakıyor.
Her şey ama her şey onu etkiliyor: Ankara Palas’ın salonundaki aydınlık ve kalabalık, etrafındaki şıklık, müthiş bir nezaket ve zarafetle uzatılan eller ve orkestranın insanın içini kıpır kıpır eden müziği…
Belki de “genç şair” kendini bir baloda değil de uçan bir balonda zannetmekte. Cumhuriyetin onuncu yıl coşkusu ve dillerde o unutulmayan mısralar:
“Çıktık açık alınla on yılda her savaştan
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan.
Türk’üz Cumhuriyet’in göğsümüz tunç siperi,
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.”
Marş büyük bir coşkuyla sona ererken Adile Ayda, henüz 24’ünde olan bu genç şairi, Behçet Kemal Çağlar’ı, tebrik edip yanından ayrılmak üzereyken genç şairin “Bir dakika,” diyen sesiyle olduğu yerde kalır.
“-Efendim?
-Sizinle dans etmek istiyorum.
-Peki, edelim.
Tam piste yaklaştığımız sırada:
-Fakat ben dans etmesini bilmiyorum.
Güler misiniz, ağlar mısınız?
-Dans da bir şey mi, diyorum, fokstrot ise hızlı, tango ise yavaş adımlarla yürüyeceksiniz. Hepsi bu kadar.
-Yürüyelim öyleyse…
Yürüdü. Amma, ikide birde ayağıma basarak. Vücudunda da hiç mi hiç çeviklik yok.
-Hayatımda ilk defa dans ediyorum.
…Ve romantik, mübalağalı, lüzumsuz lâflara başlıyor… Söylediklerine sadece gülüyorum. Bir aralık mevzuyu değiştirmek ve biraz da ayağımı kurtarmak için şöyle diyorum:
-Siz beş on dakikada istenen mevzuda şiir yazabiliyormuşsunuz. Benim için de yazar mısınız?”
Bu istek karşısında genç şair, orkestranın susmasını bile beklemeden, yirmili yaşlarda olan genç ve güzel kızı pistin ortasında yüzüstü bırakarak salonun bir köşesine çekilir…
On iki dakika sonra eski harflerle yazılmış dört başı mamûr bir şiir sunar. İmza Behçet Kemal…
Adile Ayda, bir yandan trajikomik bir şekilde “sahnenin dışındakilerle” birlikte yeni cumhuriyetin kuruluş balosunu seyrederken, bir yandan da on iki dakikada “eski harflerle” yazılan “İlk Dans”ı okumaya devam etmektedir.
“İki ruh bir tek sazın iki teli gibidir,
Ve hislerim en çılgın bir raksın sahibidir.
Yer ya göklerin üstü, ya denizin dibidir.”
Hani Fuzuli “Aşk imiş her ne var âlemde” diyormuş ya, Niyazi Mısrî de “Aşk yolu belâlıdır” diyerek âşıkları uyarmış ya, işte tam da böyle bir şeyle karşı karşıya kalmıştır Cumhuriyetimizin bu coşkulu, bu delifişek şairi. Birden bire aşkın girdabına yuvarlanıp ne olduğunu anlayamamış olacak ki 1928’de yaptığımız harf inkılâbımızı bile unutarak sevgisini, sevdasını “eski harflerle” dile getirmiş ve son bentte,
“O kadar hafiflemiş ve o kadar doluyum;
Varsın bir genç kız olsun, gözleri başka renkte,
Mustafa Kemal’ini bulmuş Anadolu’yum.”
diyerek sevdasına bir başka boyut kazandırmıştır.
Bu sevdada hiç kuşkusuz kendi ifadesiyle Türklük için çarpan bir kalp ve büyük bir Atatürk hayranlığı vardır. Lakin şairdeki bu hayranlık zaman zaman garip bir hâl alır. Tıpkı şu mısralarda olduğu gibi,
“İşte diz üstü geldim, gözlerim dolu dolu /Rab kulu olsun eller, bizler Gazi’nin kulu”
İşte böyle bir şairdir Behçet Kemal Çağlar. Zaten kendi de kendisini bakın nasıl anlatır: “Benim ruhum denizin, Ada çamlarının, Boğaziçi mehtabının işlediği bir dantela değildir. Ben 20 yaşıma kadar büyük şehir ve deniz görmedim. Fakat acunun en büyük, en temiz ve en derin halkı içinde yetiştim. Anadolu’da doğdum ve büyüdüm. Daha 15 yaşındayken saçımda ak, ciğerimde verem tahayyül ederek yazmaya heveslendiğim zamanlar oldu zannetmeyiniz. Ben edebiyata ağlayarak değil, haykırarak; şüphelenerek değil, inanarak başladım. Haykıracağım ve inandığım şeyi yazmaktan başka bir şeyi yapmaya niyetim yok…”[3]
Kayseri Lisesi’nden edebiyat öğretmeni olan Faruk Nafiz Çamlıbel ile birlikte Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerini yazarlar. Ancak Arif Nihat Asya marşın yazımındaki bu öğretmen öğrenci birlikteliğine üçüncü bir şahsın dâhil olduğunu söyler ve bu üçüncü şahıs Atatürk’tür der. Sonra da bunu şöyle açıklar:
“Behçet Kemal ve Faruk Nafiz bu marşın ikinci mısraını “On yılda on beş milyon er yarattık her yaştan” şeklinde yazmışlar. Atatürk marşı okuduktan sonra “olmaz” demiş. Bu marş bestesiyle okunduğu zaman “milyon” kelimesiyle “er” kelimesi birleşecek ortaya “milyoner” diye bambaşka bir kelime çıkacak. Bizim on yılda on beş milyonerimiz oldu sanılacak. Bu bakımdan “er” kelimesi yerine “genç” kelimesini koyalım bir yanlış anlayışı önlemiş olalım.” [4] der ve öyle olur.
Adile Ayda “Böyle İdiler Yaşarken” adlı kitabında genç şairin kendisine armağan ettiği “Burada Bir Kalp Çarpıyor” şiir kitabının sayfaları arasında gezinirken şekli ve ritmi hoşuna giden “Nazım Hikmet’e Davetiye” isimli bir şiirinden de bahseder:
“Ey çenesi çevik
Koca Bolşevik
Şimdi asıl yalancı
Ve bize yabancı
Bir put olan seni
Bu sefer de ben kırmak için
Bu tarzda yazacağım…”
O günlerde Nazım Hikmet ve arkadaşları ne acıdır ki “Putları kırmak ya da yıkmak” sloganıyla yollara düşerek başta Namık Kemal olmak üzere milliyetçi şöhretlere hücuma geçmişlerdir. Samet Ağaoğlu anılarında bu garip anlayışı protesto etmek için “Genç Türk Edebiyat Birliği” olarak hazırladıkları Namık Kemal’i anma programının davetiyesini okuyucularına takdim eder. Davetiye şöyledir:
Genç Türk Edebiyat Birliği ve Hep Gençlik Dergisi Namık Kemal’in hatırasını takdis 28 İkinciteşrin (Kasım) 1930,
Ruhu bizimle beraber olan Namık Kemal’in büyük ismini yâd etmek için birliğimiz bugünü seçti. Aziz vatanperverin benliğimizde mukaddes bir ateş halinde yanan heyecanı en ulvi hissimizdir.
Genç Türk Edebiyat Birliği.
Bu edebiyat birliği Ankara Hukuk Fakültesi öğrencileri tarafından 1.1.1929 tarihinde kurulmuş, birliğin başkanı da Samet Ağaoğlu olmuş. Bu birliğin çıkardığı bir de “Hep Gençlik” dergisi vardır. Yazarları arasında Behçet Kemal Çağlar gibi Hukuk Fakültesi’nden olmayanlar da yer alır.
Samet Ağaoğlu anılarında, o gün Namık Kemal’i çok başarılı bir toplantı ile andıklarını, müthiş bir kalabalığın olduğunu, Ankara’nın en münevver zümresinin toplantıya katıldığını ve kendisiyle Behçet Kemal’in çok alkışlandığını da anlatır.[5]
İşte böyle “Ankaralı Âşık Ömer” mahlasıyla da şiirler yazan Behçet Kemal Çağlar’ın ölümünün ardından 27.10.1969 tarihli Ulus gazetesinde Cemalettin Ünlü[6] şöyle der:
“Behçet Kemal Çağlar devrimci bir şair değil, devrimin şairi idi. Onun şiir dünyası Atatürk devrimlerinin aydınlığı ile oluştu. Gücünü bu devrimlerden aldı.”
Gücünü Atatürk’ten ve onun devrimlerinden alan Behçet Kemal Çağlar, Atatürk’ün ölümü üzerine yazdığı “10 Kasım Mektupları” adlı şiirinde kıssadan hisse diyerek Atatürkçülere bir de çağrıda bulunur ki bence bu çağrı hâlâ geçerlidir:
Öyle sırtüstü yatıp dinlenecek gün değil;
Daha yapacağımız çok şeyler var, çocuklar!
Ne kadar erken yağdı, gördünüz ya, yeniden
Nice güvendiğimiz dağlara kar, çocuklar!
İlerden, ta uzaktan el ediyor durmadan
Batılı arkadaşlar; vaktimiz dar, çocuklar!
Toplandık mı baş başa, verdik mi el ele biz
Su çekilir, dağ çöker, bora susar, çocuklar!
Hele kuru kütükler ayıklansın bir kere
Tadından çatlayacak dallarda nar, çocuklar!
Sizi bir bir tanıyıp alnınızdan öpmeye
Mustafa Kemal yolda, hey bahtiyar çocuklar!
_____________
[1] Şair Mehmet Ali Kalkan’ın Yüzüncü Yıl Marşı’ndan
[2] Adile Ayda, “Böyle İdiler Yaşarken, Edebî Hatıralar” Ayyıldız Matbaası A.Ş. Ank.1984,s.68
[3] Yavuz Bülent Bakiler, “Arif Nihat Asya İhtişamı” Size Dergisi Yay. İst. 2007, s. 228
[4] https://tr.wikipedia.org/wiki/ Behçet Kemal Çağlar
[5] Samet Ağaoğlu, “İlk Köşe” Ağaoğlu Yay. Ekim 1978, s.17-18
[6] Cemalettin Ünlü, “Behçet Kemal Çağların Ardından” Türk Dili Dergisi S. 219, Aralık 1969, s.215