16.11.2025

Satranç

Satrançta nihai sonuç bir zarın %16,67 gelme olasılığına benzemez. Aynı zamanda nihai sonucu, oyunun özünde barındırdığı ikili sisteme de dayanmaz: ortada sadece kazanmak ve kaybetmek yoktur. Hayır, burada bahsettiğim şey beraberlik değil. Bahsettiğim şey: Kaybetmemek.


Satranç, aklın ve mantığın strateji ile birleştiği bir oyundur. Aklınızı kullanmadan ilerleyemeyeceğiniz ve sizi durmaksızın daha ilerisini düşünmeniz için zorlayan; her iki taraf için de en ufak bir hata payı barındırmaması gereken stratejiler üzerine kuruludur satranç.

İçinde akıl barındırdığı kadar kurnazlık da barındırır aynı zamanda. Çünkü oyun müşterek oynanmaktadır ve önemli olan sadece kendi hamleleriniz değil; karşı tarafa da istediğiniz hamleleri yaptırabilecek kabiliyette olabilmenizdir. Yani sadece oyunu değil aynı zamanda bir kişiyi de oynamak zorundasınızdır.

Satrancın şans ile işi olmaz. Çok basit, ikili bir sisteme dayanır: Doğrular ve hatalar.

Bu bakış, yapı itibariyle insan doğasından çok da farklı değildir ama insan, özellikle duygusal yapısından ötürü, bu denli sert bir ikili sisteme bağlı kalmayı başaramaz. Bütün evrimi boyunca içinde taşıdığı inanç kodlamasından ötürü insan, attığı adımları her zaman bambaşka şekillerde tanımlamıştır. Kimisi buna tanrıların isteği/gazabı demiştir, kimisi kader yazısı demiştir, kimisi ise şans.

Satrançta nihai sonuç bir zarın %16,67 gelme olasılığına benzemez. Aynı zamanda nihai sonucu, oyunun özünde barındırdığı ikili sisteme de dayanmaz: ortada sadece kazanmak ve kaybetmek yoktur. Hayır, burada bahsettiğim şey beraberlik değil. Bahsettiğim şey: Kaybetmemek.

Nedir kaybetmemek?

Kimileri için savaşın kazanan tarafı olmaz; az ve çok kaybeden tarafları vardır. Bir örnek üzerinden gidelim. I. ve II. Dünya Savaşlarının her ikisinde de kazanan tarafta olmasına rağmen Fransa için gerçek anlamda bir kazançtan bahsedebilir miyiz? I. Dünya Savaşı’nda, İtilaf Devletleri içerisinde Rusya’dan sonra en çok ölüm Fransa’da gerçekleşmiştir. Elde ettiği zafer ise Fransa için daha da büyük yıkımlar getirecek bir zaferdi. Demir-çelik bölgesi olan Alsace-Lorraine yeniden Almanya ile aralarında değişmesine sebep olacak ve Almanlar, yenilgileri ardından, Versailles Anlaşmasının kinini diri tutarak II. Dünya Savaşı sırasında Paris’i ele geçirip Fransa’ya diz çöktürecektir. Buna rağmen Fransa, yeniden bir Dünya Savaşı’nın kazanan tarafında olacak ve tekrar zaferi kutlayacaktır.

Kaybetmemek, işte tam olarak, budur.

İnsan, doğası itibariyle, bu arafta kalan üçüncü seçeneği günlük hayatında çok fazla düşünmez. Çünkü düşünce yapısı, kazanmak ve kaybetmek üzerine kuruludur. Hâlbuki çok sık kullandığımız bir atasözümüz vardır: Zararın neresinden dönülse kârdır.

Stratejiler de tam olarak bu üçüncü yolun kâr/zarar oranları üzerine kuruludur. Aynı satrançta olduğu gibi.

Nihaî hedef ne denli kazanmak üzerine kurulu olursa olsun, her gelişen hamlede, en ufak bir hatayla, kaybetmeye geçiş yapabiliriz. Bu, kaybetmeye mahkum olunduğu anlamına gelmez. Çünkü her yeni hamlede stratejilerin değişme olasılığı devam eder ve siz artık kazanmak yerine kaybetmemeye çabalarsınız.

Türk toplumu olarak ikili bir sisteme hapsedilmiş durumdayız. Toplumsal değerlerimizi artık her yönden belirleyen siyasal erk, başarılı bir şekilde ötekiler kavramını zihin yapımıza kodlamışlardır. Herkes, bir öteki grup için öteki olmuştur. İnandığı ve savunduğu değerler öteki üzerinde tahakküm kurmadığı sürece kaybedeceğini düşünen grupların çatışması üzerine bir sistemde yaşar olduk. Uzlaşı kültüründen uzaklaştık. Toplumsal reflekslerimizi siyah ve beyaz; kazanmak ve kaybetmek üzerine kurduk.

Ayarında çatışma, ilerlemek ve gelişmek adına önemlidir. Zıtlığın olmadığı yerden sentez çıkmaz. İlerlemek için kararında bir çatışma, kişiye farklı hamleleri ve hamlelerin doğuracağı sonuçları göstereceğinden dolayı en iyi planları yapma olanağı sağlar. Bu, kişisel boyutta zihin jimnastiği; toplum boyutunda ise uzlaşıya açık olmak ile mümkündür. Lakin çatışmayı, kötü emellere alet ederek, toplumun her yerine zerk etmek yalnızca yıkım getirir.

Bilişsel boyutta iğdiş edilmiş bireyler kaotik bir geleceğe gebe yığınları oluşturur.

Ortak bir gelecek ne uçlarda bireyselleşmiş ne de yığınlara dönüştürülmüş bir toplumla mümkündür. Her iki seçenek de ortak hareket edemeyen bir toplumun doğmasına ve zamanla da yitip gitmesine sebebiyet verir. O yüzden öteki üzerinden yürütülen radikal politikalar içinde iyi niyet barındırmaz; yok etmeye yöneliktirler.

Son zamanlarda yeniden fitili ateşlenmiş bu radikal politikalara dikkat etmek zorundayız. Akılcılıktan uzak demagogların iç siyasetimiz içerisinde attıkları her adım yine sadece bireysel çıkarlarına hizmet etmektedir. Her yönden kaybetmeye adeta mahkûm edilmeye çalışıldığımız bu politikalara karşı Türk ulusu olarak dirençli olmak zorundayız. Kaybetmemeye çalışmak artık Türk ulusunun geleceği için çok daha önemli bir anlam ifade etmektedir. Lakin tam anlamıyla kazanmaktan da asla uzak değiliz.

“Yerinde duran, geriye gidiyor demektir… ileri, daima ileri!”

Yazar

Selçuk Erenerol

1 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar