Yükleniyor...
28 Eylül 2018
Yeni Şafak Gazetesi’nin bugünkü manşetinde, ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford ve diğer yetkililerin, Yunanistan’daki temasları sırasında Girit ve Kerpe’de askeri üs kurma teklifinde bulunduğu, yani Ege’ye yerleşme çalışmaları yaptığına dikkat çekilip, “Bu neyin hazırlığı?” diye başlık atılmış.
Yunanistan ve Rum kesiminin Kıbrıs’ta İsrail, Mısır ve diğer birçok ülkeyle sondaj, Fransa’yla üs anlaşması imzaladığı, daha 1.5 ay önce Kıbrıs’a giden ABD Kara Kuvvetleri Komutanı General Mark Alexander Milley’in de Rumlardan üs istediği hatırlandığında, “Neyin hazırlıklarının” yapıldığı ayan beyan anlaşılıyor.
Yine bugün Sözcü Gazetesi’nde Rahmi Turan, Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri Ümit Yalım’ın, “Birinci Ordu Komutanlığı bölgesinde hudut ihlali yapan Yunan askerleri tutuklanırken, Ege Ordusu Komutanlığı bölgesinde hudut ihlali yapan Yunan askerlerine ve siyasetçilerine hiçbir işlem yapılmıyor. AKP iktidarı Yunanistan’a açık destek vermesine rağmen Yunan küstahlığı devam ediyor! Yunanlar kısa bir süre önce ‘Nehir’ anlamına gelen ‘Potami’ partisinin lideri Stavros Theodorakis’i Aydın’ın Eşek Adası’na göndererek, Ege Ordumuzun Komutanlığı bölgesinde yeniden sınır ihlali yaptı. Theodorakis bu ihlali yaparken Türkiye’ye meydan okudu. Peki, Erdoğan, Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu, Savunma Bakanı Hulusi Akar ne yaptı? Hiçbir şey! Yunanistan’a bir müzik notası bile vermediler!” şeklindeki mesajını aktarıp, “Türkiye yolgeçen hanı mı?” diye sormuş.
Rahmi Turan’ın bu yakıcı sorusuna katkıda bulunalım.
Yeniden restore edilen konsolosluk binasının açılışı için Yunan Dışişleri Bakanı Kotzias 4 Eylül’de İzmir’e geldi. Kotzias’ı, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ağırladı. İzmir sokaklarında birlikte gezdiler. Konsolosluk açılışına İzmir Metropoliti Bartholomeos Samaras da katıldı.
Yunanlıların İzmir’i işgâli sırasında Rum Ortodoks Kilisesi Metropoliti’nin yaptıkları, “Ne kadar Türk kanı döküp içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız” çağrıları, İzmir’in kurtarılmasından sonra bu Metropolitliğin kapatılması ve tam 94 yıl sonra 2016’da Lozan’a göre, böyle bir yetkisi olmadığı halde İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’nin buraya ilk kez Samaras’ı Metropolit olarak ataması ayrı bir yazı konusu.
Kotzias, Konsolosluk açılış töreninde İzmir’den hep “İzmir” diye söz ederken, konu Samaras’a geldiğinde, “Smyrna Metropoliti Bartholomeos” ifadesini kullandı da kimse, “Smyrna neresi?” diye sormadı.
İzmir’de böylesine ağırlanan Kotzias, iki gün sonra Atina’da Fransız mevkidaşı Jean-Yves Le Drian’la biraraya geldi. Kıbrıs’taki hidrokarbon arama faaliyetlerinde nasıl bir strateji izleneceği ve Türkiye’nin bu konudaki “retoriğinin” nasıl yumuşatılacağının konuşulduğu açıklandı.
Yine tam o günlerde Yunanistan, Batı Trakya’daki Türk azınlığının Müftülük kurumu ile ilgili Cumhurbaşkanlığı kararnamesi taslağını yayınladı. Seçilmiş müftüleri tanımayan Yunanistan’ın, müftülerin yetkilerini iyice kısıtlamaya yönelik bu hazırlığı, soydaşlarımız tarafından tepkiyle karşılandı. Olay, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy’un, “Batı Trakya Türk azınlığının endişeleri tarafımızca da paylaşılmaktadır” şeklindeki kuru açıklamasıyla geçiştirildi.
Kotzias, 11 Eylül’de de BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs özel temsilcisi Jane Holl Lute ile görüşüp, “Kıbrıs sorunu, her şeyden önce bir işgâl sorunudur” dedi. Kotzias, “İki küçük anlaşma” diye nitelendirdiği, “Garanti ve İttifak Antlaşmalarının ortadan kaldırılması gerektiğini söylediğini” de vurguladı.
14 Eylül’de Rum kesimine giden Kotzias, Şubat ayında “Türkiye’nin bölgedeki kışkırtmalarına” karşı ABD ve Avrupa’yı göreve çağıran Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Hrisostomos’la biraya geldi. Kıbrıs sorununu görüştüklerini belirten Kotzias, “İşgâl güçlerinin Ada’yı terketmesi ve İttifak ile Garanti Antlaşmalarının ortadan kaldırılması konularında görüş birliği içinde olduklarını” açıkladı.
Tümüyle Eylül ayı içinde yaşanan bu süreçle ilgili son bir not; Yunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Bolaris, 12 Eylül’de İstanbul’a geldi. “Ekümenik Patrik” dediği, Fener Rum Patriği Bartholomeos’la, yine “Ekümenik Patriklik” dediği bir Türk kurumu olan Patrikhane’de, “Patriklik ile Yunan devletinin ortak çıkarlarına ilişkin güncel konularda” görüş alışverişinde bulundu. Bolaris ayrıca, “Yunan Toplum Kuruluşları Destekleme Derneği”nin yöneticileriyle toplantı yapıp, azınlık vakıflarının yanısıra İstanbul’daki Rum azınlığın sorunları hakkında bilgi aldı.
Türk makamlarının bu ziyaretten ve temaslardan haberi var mı, bilmiyoruz. Sadece şunu soralım; Acaba bir yetkilimiz Batı Trakya’ya gidip, müftüler veya Türk dernekleri –Ki, Türk kelimesi yasak– ile böyle toplantılar yapabilir mi?
Yunanistan’ın sadece Ege ve Akdeniz’i değil, İstanbul’u bile “Yolgeçen hanına çevirdiği” ortada değil mi?
Kıbrıs konusundaki son duruma gelince;
Erdoğan’a 17 Eylül’de Azerbaycan’dan dönerken, “Batı basınında yer alan, TSK’nın KKTC’de kalıcı deniz üssü kurmak istediği” iddiası soruldu.
Halbuki bu “Batı basının” değil, tüm uzmanlar ve Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’ndan sonra bizzat Yeni Şafak Gazetesi ile iktidara yakın bazı yazarların gündeme getirdiği, gayet haklı ve doğru bir konuydu. Ayrıca, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı da Dışişleri Bakanlığı’na, KKTC’de uygun bir mevkide deniz üssü kurulması önerisinde bulunmuştu.
Erdoğan’ın o soruya verdiği cevaba dönersek, şunları söyledi:
“Bizim KKTC’de üs diye bir sorunumuz yok. Bizim topraklarımızdan oraya ulaşmak, Doğu Akdeniz’e varmak dakikalarla konuşulacak bir şey. Ama Yunanistan’ın oraya öyle bir yakınlığı yok. O işin sadece psikolojik boyutu var. Bu açıdan ihtiyaç duyacak olursak, üs de kurabiliriz. Oradaki varlığımız önemli. Yok efendim neymiş, asker sayımızı azaltmalıymışız! Kusura bakmasınlar, biz orada asker sayımızı azaltmayacağız. Artıracağız, azaltmayacağız. Laf dinlemiyorlar. Dinleselerdi, Kofi Annan’la biz bu işi çözerdik. Referandumda verdikleri söz neydi, ne yaptılar? Biz ‘evet’ dedik, onlar ‘hayır’ dedi. Onları tuttular AB’ye aldılar bizi dışarıda bıraktılar. Bundan sonra bizim için orada kendi ilân ettiğimiz reçete ne ise biz bu reçeteyi uygulamaya koyarız.”
Sadece Yunanistan ve Rum kesimi değil, ABD, AB ve BM’nin “Kıbrıs sorununun” halli için ne istedikleri belli. Erdoğan’ın 10 gün kadar önceki, “Asker sayımızı azaltmayacağız, artıracağız” sözü de ortada. Buna rağmen Yunan Dışişleri Bakanı Kotzias, yeni müzakere sürecinde en önce “Güvenlik ve garantiler meselesinde bir karar verilmesi, ondan sonra diğer konularda müzakere masasına oturulması” şeklinde bir “yol haritası” çizdiklerini açıkladı.
Ve işte bu şartlarda New York’taki BM Zirvesine gidildi. Erdoğan ile BM Genel Sekreteri Guterres arasında basına kapalı bir görüşme gerçekleşti. Guterres ayrıca, Kıbrıs’taki iki kesimin temsilcileri ve garantör ülkelerin yetkilileriyle görüşürken, ilgili bakanlar da bir araya geldi.
Erdoğan, Mevlüt Çavuşoğlu, Berat Albayrak ve Hulusi Akar, Yunanistan Başbakanı Çipras başkanlığındaki heyetle de fotoğraflardan gördüğümüz kadarıyla, gayet “keyifli” bir görüşme yaptı. Ne konuştuklarını bilmiyoruz, çünkü bu da basına kapalıydı.
BM Zirvesi bitti, ama New York’taki “Kıbrıs pazarlıkları” sürüyor.
ABD’den Almanya’ya geçen Erdoğan’ın, New York temasları hakkında beraberindeki gazetecilere yaptığı açıklamalar, bugün tüm gazetelerde var.
Bu açıklamada, “ABD’nin bizi Münbiç’te de nasıl aldattığı, İdlib’deki durum, Trump’ın masasına niye gitmediği”, hatta “MHP ile seçim ittifakı ve af teklifi” var da bir tek Kıbrıs yok.
Kimse, New York’ta görüşmelerde bu konuda neler konuşulduğunu, hangi noktaya gelindiğini merak etmiyor mu?
Ve Kıbrıs, en az Münbiç, İdlib kadar, hatta buralardan daha önemli değil mi?