Yükleniyor...
“Bu eğitimi ancak ütopik bir teklif kurtarır.” – İskender Öksüz
Ülkemizde eğitim sisteminin hem iyi olmadığını hem de bir yap boza döndüğünü eskiden beri herkes söyler. Aslında dünyadaki gelişmelere baktığımızda dünyada da eğitim sisteminin birkaç istisna dışında muazzam gelişmeler kaydettiğini söylemek zordur. Başka bir deyişle gelişmiş ülkelerin de birçoğu kendi eğitim sistemlerinden şikayetçidir.
Bizdeki şikayetler genellikle eğitimin ezbere dayanması, hayattan kopuk olması ve çocukları okuldan soğutması gibi başlıklarda yoğunlaşır. Aslında bu şikayetlerimiz bile ezbere dayanır. Çünkü bu başlıklarda istisnalar olabileceğini kabul etmeyiz. Mesela eğitim ezbere dayanmamalı deriz, ama bunun ne ifade ettiğini düşünmeyiz. Bu yöndeki yoğun telkinlerden dolayı da bunu tartışılmaz bir gerçek olarak bilinçaltımıza yazmışızdır bile… Halbuki bahsettiğimiz eğitim mesela bir yabancı dil eğitimiyse orada ciddi bir ezber faaliyeti gerçekleşmek zorundadır. Eğer ezber zinhar olmasın diyorsanız, yabancı dili de öğrenmekten vaz geçmeniz gerekir. Bunun gibi diğer başlıklarda da istisnalar bulunabilir.
Bu yazının amacı ise bilinen eleştirileri tekrarlamak veya aslında bunların istisnaları olabileceğine okuyanı ikna etmek değildir. Bütün bu tartışmaların ötesinde son yıllarda kafamda muğlak olarak oluşan, bundan birkaç ay önce de kendim için yazıya geçirdiğim bir takım önerilerimi derli toplu bir hâle getirmek istememle bu yazı ortaya çıkmıştır.
Benim çıkış noktam yukarıdaki başlıklardan çocukların okuldan soğuması, bilgilerin hayattan kopuk olması gibi şikayetlerin yanı sıra son yıllarda giderek artan sağlık sorunlarının ve genel olarak tabiattan kopmamızın beden ve ruhlarımızda yarattığı olumsuzlukları giderme isteğidir.
Eğitimle ilgili temel önerim eğitimin önemli bir bölümünün hareketli hâle getirilmesidir. Bundan kastım ilköğretimde ilk üç veya dört sınıfta hareketli eğitime geçilmesidir. Böylece enerjisi büyüklerden daha çok olan çocukların bu enerjilerinin günde sekiz saat dört duvar arasında öldürülmesinin önüne geçmek amaçlanmaktadır. Böyle bir sistem şu temeller üzerine şekillendirilebilir:
Bugüne kadar Atatürk Orman Çiftliğinden pek çok bölgenin talan edildiğini biliyoruz. Bu talandan kurtarılma imkânı olanların kurtarılması lazım. Ondan ayrı olarak Atatürk Orman Çiftliğinin kalan alanı bile çok geniştir ve hâlâ Atatürk’ün amacına uygun bir şekilde kullanılma imkânı vardır. Buranın geniş alanında çeşitli bölgeler yapılarak;
olmak üzere üç farklı bölge ve çalışma alanı oluşturulabilir. Bu alanların hepsinin kendine has yönetim birimi olacaktır. Bugün de zaten var olan AOÇ işletmesi bununla uğraşabilir. Ancak bunun dışında her üç bölge de tıpkı Atatürk’ün istediği gibi hem yeni tekniklerin denendiği hem de insan yetiştirildiği birimler olacaktır. Ankara’daki ilk ve orta öğretim okulları her yıl buraya düzenli olarak geziler yapacak ve buradaki çalışmalara katılacaktır. Böylece Atatürk Orman Çiftliği, gerek ağaç dikme, gerek bitki ve hayvan yetiştirme konusunda çocukların ve gençlerin hem eğlendiği hem de eğitim aldığı bir mekân olacaktır.
Bununla eş zamanlı olarak bütün illerde de orman çiftlikleri oluşturulacak ve Atatürk Orman Çiftliği ile aynı amaca hizmet edecektir. Orman Çiftlikleri belki üretime cüzi katkı sağlayacaktır. Esas amaç üç tanedir:
Bu orman çiftliklerinin üretime sağlayacağı katkı bu amaçların bir yan ürünü olarak düşünülmeli, esas amaç olarak değil. Ülkemizde birçok kurumun esas amaçları zamanla unutuluyor. O kurumların yan ürünleri esas amaç zannedilir hâle geliyor. Onlar da yan ürünler olduğu için hâliyle istenen verimde olmuyor. Sonra da bu kurum işe yaramıyor denip özelleştirme furyası başlıyor. Bu sebeple orman çiftliklerinde yapılacak üretimin bir yan ürün olduğunu tekrar tekrar belirtiyorum.
Türk Milleti, asker millettir. Bedelli de olsa ordunun her bir vatandaşı kışlanın içine bir şekilde sokma çabası ve bu konuda direnmesi genetik kodlardaki bundan vaz geçemeyişe dayanır. Yoksa bu yılki bedelli tartışmalarında 21 gün de olsa kışlanın içerisine girilmesinde diretilmesi ne generallerin ne de hükümetin kaprisi olarak düşünülmemelidir.
İki paragraf önce yazdığımız husus, mecburi askerlik konusunda kamuoyunda yoğun olarak gündeme gelmektedir. Yani mecburi askerlikteki esas amaçlar unutulmuştur. Bunun yerine bu kadar kişinin kışlalara girmesinin devlete yaratacağı ekonomik baskıdan bahsedilmekte ve hiç girmemeleri istenmektedir. Halbuki buradaki amaç hem başkadır hem de genetik kodlarımızda gizlidir. Bugün için esas amaçların da ne kadar gerçekleştiği ve ne kadar verimli olduğu ayrıca tartışılabilir. Bu ayrı bir konudur.
Bu yazıda şimdi önereceğim sistem hem popüler kültürdeki askerlik isteksizliğini ortadan kaldırmaya hem de mecburi askerliğin esas amaçlarının daha iyi yerine getirilmesine yöneliktir. Bu sistemde askerlik mesela bir yıl olacak diyelim. Bu bir yıl ve biraz sonra vereceğim rakamlar, sistemin rahat anlatılabilmesi içindir. Yani böyle bir uygulamaya karar verilirse bir yıl mı olur, daha mı fazla olur, daha mı az olur, bunlar tali meselelerdir.
Bir zamanlar millî eğitim bakanlığının kampları vardı. Galiba şimdi de gençlik ve spor bakanlığının kampları var. Önereceğim sistem, temelde bu kamplara dayanmaktadır. Üniversite öncesi eğitimin son altı yılında yaz kampları olacak. Bu yaz kamplarına katılım tıpkı bugünkü gibi gönüllülük esasında olacak. Yani hiçbir öğrenci bu kamplara katılmak için zorlanmayacak. Ayrıca öğrenci isterse bazı yıllar katılıp, bazı yıllar katılmayabilecek. Bu kampların bütün progam ve müfredatları kamuoyuna açık olacak. Yani sadece veliler değil, bütün bir kamuoyu, tıpkı okul müfredatları gibi bu kamplarda günlerin nasıl geçirildiğini saati saatine bilecek… Bu kamplarda, bugün de olduğunu düşündüğüm spor aktiviteleri ve tabiat aktivitelerinin yanında yaşla uyumlu olarak vatandaşlık bilgileri, ilerki yıllarda da yine yaşla uyumlu bir şekilde millî güvenlik bilgileri verilecek. Sahi bir zamanlar okullarımızda millî güvenlik dersleri vardı, ne oldu onlara? Galiba, FETÖ’nün estirdiği Ergenekon, Balyoz furyası sırasında kaldırıldılar. O kadar güzel sivilleştik ki FETÖ darbe girişiminde bulundu… Neyse, biz konumuza dönelim. Aklımıza askerlik deyince genellikle silah gelir. Halbuki mecburi askerliğini yapmış olanlardan birçoğunun silahla atış yapma sayısı çok sınırlıdır. Yani biz siviller için askerlikte silah, üniformanın bir parçasıdır genellikle. Dolayısıyla bu kampların silahla hiçbir işi olmayacak. Dediğim gibi kamplar spor, tabiat, vatandaşlık ve millî güvenlik temelinde olacak. Bütün bu spor, tabiat, vatandaşlık ve millî güvenlik müfredatları ders müfredatı gibi düşünülüp tamamıyla şeffaf olacak. Tabii ki burada kültür, sanat, edebiyat da eklenebilir. Elbette ki eğlence de olacak. Gençlerin bir araya geldiği yerde eğlenceyi kısıtlayabilecek misiniz ki?
Misal olarak bir öğrencinin bu altı ayın hepsinde kamplara gitmeyi tercih ettiğini düşünelim. Bu süre bir yıllık askerlik süresinden düşülecek ve onun askerlik görevi altı ay olacak. Başka bir misalde öğrenci sadece üç yılın yaz kamplarına giderse, bir yıldan düştüğümüz zaman dokuz ay askerlik yapacak. Biraz yukarda yazdığım gibi bir yıl, misal olarak alınmıştır. Daha çok veya daha az olabilir. Ama benim önerimde hiçbir öğrenci bütün bu yaz kamplarına gittiği için tamamen askerlikten muaf olmayacak. Yani askerlik vaktinde mutlaka ve mutlaka belirlenecek bir asgari süre için kışlaya girecek.
Bu sistemin faydası gençlerin bedenlerinin alışacağı çağlarda sporla iç içe olmaları ve beden gelişiminin düzgün olmasıdır. Bu çağda spor eğitimi alacak, daha küçük yaşlardaki hareketli eğitimle de birleştirilmiş bir genç, hayatı boyunca zinde kalmaya özen gösterecektir. Yine tabiatla iç içe olması bedenen ve ruhen sağlıklı nesil yetişmesini sağlayacaktır. Vatandaşlık ve millî güvenlik bilgileri ise zaten okulda ve askerde verilmesi düşünülen bilgiler olup burada temeli sağlam bir şekilde atılmış olacaktır.
Son yıllarda Çanakkale ve Sarıkamış duyarılılığı artmış ve yılın özel günlerinde bu bölgelere topluca seferler, yürüyüşler düzenlenmeye başlamıştır. Bu durum, söz konusu günlerde millî ruhu arttıran ve canlı tutan bir rol oynamaktadır. Bundan mülhem Millî Mücadelede önemli rol oynamış iki temel hattın çeşitli bölümlerinin parkurlar olarak düzenlenmesi akla gelmektedir. Bu hatlar şunlardır:
Her iki hatta da birbirinden bağımsız olarak müzeler, heykeller ve benzeri birçok anıt zaten bulunmaktadır. Burada önemli olan bunların parkurlar oluşturularak günlük, üç günlük, beş günlük, bir haftalık gibi organizasyonlar yoluyla bir bütün hâline getirilmesidir. Oluşan bu parkurlara okul gezileri yapılarak millî duyarlılık çocuklara aktarılacaktır. Bu parkurlar oluştuktan sonra bunu sadece okullar kullanmayacak, bu parkurlar iç turizme de katkı sağlayacaktır. Bu yolla millî duyarlılık iç turizm yoluyla arttırılmış olacaktır. Bu yöntemi ABD çok başarılı bir şekilde kullanmaktadır. Bunu ayrı bir yazıda yazmıştım.[4]
Bu parkurlara ek olarak 23 Nisan ve 29 Ekim esasında 2020 ve 2023 yıllarında yıl boyuna yayılacak etkinlikler düşünülmeli ve okullar şimdiden buna hazırlanmalıdır.
Sonuç olarak, günümüzdeki şikayetlerimizin gelecekte devam etmemesi için burada bir fikir olarak eğitime hareket katılmasını, eğitim için orman çiftlikleri kurulmasını, ileri yaşlardaki askerliği daha verimli hâle getirmek için yaz gençlik kamplarının kullanılmasını ve Millî Mücadele gezi parkurlarının kurulmasını önerdim. Bunlar şahsıma ait fikirler olup her türlü tartışma ve geliştirmeye açıktır. Bütün bunlar hayal mi diyorsunuz? Hele ki Türkiye’nin bugünkü durumunda mı diyorsunuz? Ne diyelim, insan hayal ettiği müddetçe yaşar…
[1] Hâlâ yarım gün kaldı mı? Geçen eğitim-öğretim yılında vardı. Bu sistem tam gün eğitim için önerilmektedir. Zaten devletin de hedefi tam gün eğitime ulaşmaktır.
[2] Bu eğitim-öğretim yılının başlamasıyla birlikte bazı okullarda her gün sabahları derse girmeden önce çok kısa bazı kültür fizik hareketlerinin yapıldığını basından okudum. Çok sevindim, aklın yolu bir.
[3] Sokak oyunları uzun zamandır anaokullarında var. İlköğretimde ise galiba bazen beden veya seçmeli derslerde oluyor. Benim teklifim bunların ilköğretime daha fazla entegre edilmesi yönündedir.
[4] ABD’de millî ruhun nasıl canlı tutulduğuna ilişkin: http://www.21yyte.org/tr/arastirma/amerika-arastirmalari-merkezi/2015/06/04/8203/amerikan-ulus-devleti