Yükleniyor...
Yıllar önce yapılan çalışmalarda küresel ısınmanın olumsuz etkilerinden bahsedildiğinde insanların ilgisizliği ve önemsemeyişi sonucu bugünkü olumsuz ortama gelinmiştir. Küresel ısınmayı meydana getiren aktivitelere son verilmesi, durdurulması, mümkün olmayanların yavaşlatılması ve bunların yerine zararsız olan alternatiflerin araştırılması çalışmaları maalesef çok yavaş yürütülmüştür. Ozon tabakasının incelmesi, atmosfere salınan karbondioksidin sera etkisini arttırmasıyla buzulların erimesi, iklim değişikliklerini beraberinde getirmiştir. Dünya nüfusunun devamlı artması, sanayileşme sonucu fabrikalardan ve termik santrallerden çıkan karbondioksit ve diğer gazlar, evsel yakıt kullanımı, arabalarda ve diğer makinalarda kullanılan fosil yakıtlar, orman yangınları, ağaçlandırmanın gereği gibi yapılamaması, tarımsal mücadelede kullanılan ilaçlar ve diğer bütün ekonomik faaliyetlerin hızla artması, dünyamızı bugünkü olumsuz noktaya getirmiştir.
Ülkemizde son yıllarda iklim değişiklikleri kendini fazlasıyla hissettirmektedir. Mevsimlerin birbirine geçiş yapması, sıcaklıkların ortalamaların üzerinde seyretmesi sonucu gerekli yağışların tehlikeli şekilde azalması doğa ve çevremizi olumsuz etkilemekte, bunun yanında tarım sektörümüz büyük zarar görmektedir. Alınması gereken tedbirler incelendiğinde ortaya çıkan bu önemli tehlikenin pek farkında olunmadığı anlaşılmaktadır.
İçinde bulunduğumuz kuraklık; bizler için büyük öneme sahip, ülkenin bütünlüğü, terör, hayat pahalılığı, demokrasi, adalet ve hukukun üstünlüğü, yönetim şekli, işsizlik, gelir dağılımı dengesizliği, eğitim, sağlık gibi konuların çoğundan fazla tehlikeli hâle gelmiştir.
Kuraklıkla mücadele bir beka sorunudur. Acilen iktidarıyla, muhalefetiyle, ilim adamlarıyla ve işin uzmanlarıyla bir Devlet politikası belirlenip hemen uygulamaya konulmalıdır.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, yaptığı görüntülü basın açıklamasında kuraklık riskini değerlendirdi.
‘’Ekim, Kasım, Aralık ayları ve Ocak ayının başında beklenen yağmur ve kar yağışlarının düşmemesi sonucu ekim alanlarında özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde buğday ve arpa çıkışlarının olumsuz etkilendiğini belirten Bayraktar, önümüzdeki günlerde beklenen yağışlar gerçekleşmezse üretimi ve üreticileri zor günler beklediğinin altını çizdi. Bayraktar, şöyle devam etti:
“2022-2023 yılı tarımsal üretim ve pazarlama dönemi ekim ayı itibarıyla başladı. Başta kışlık hububat olmak üzere, bazı baklagiller, kanola ve bazı sebzelerin ekimleri yapıldı.”
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün 1 Ekim-31 Aralık 2022 tarihleri arasındaki toplam yağış verilerine göre tüm bölgelerimiz normalin altında yağış alırken, Güneydoğu Anadolu Bölgesi hariç diğer tüm bölgelerimiz geçen yıla göre daha az yağış aldı. Marmara ve İç Anadolu bölgelerinin bir bölümünün yeterince yağış alamaması ve hava sıcaklıklarının normallerin üzerinde gerçekleşmesi sebebiyle bu bölgelerde suya daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Özellikle Konya, Eskişehir, Nevşehir ve Kırşehir illerinin bazı bölgelerinde çimlenmede sorun olduğu, köklerde sararma meydana geldiği görülüyor.
Sonbahar yağışlarının yetersizliği ile yeni sezona sorunlarla başlanırken beklenen kış yağışlarının da gerçekleşmemesiyle çiftçilerin tedirginliği arttı. Meteoroloji Genel Müdürlüğünün Türkiye’de son üç ayda yağışlar uzun yıl verilerine göre yüzde 38, geçen yıla göre de yüzde 29 azalma göstermesiyle kış kuraklığı yaşanıyor. Beklenen kar yağışlarının yeterince gerçekleşmemesi durumunda, ilkbaharla birlikte ekimleri gerçekleştirilecek diğer ürünler içinde sıkıntılı bir döneme girilecek.
İçme ve tarımsal sulama baraj ve göletlerinin normal seviyelerinin çok altında su tutma riski bulunurken, yeraltı sularının yetersizliği de artarak devam ediyor. Birçok ilimizde baraj seviyelerinin düştüğü, göllerde çekilme olduğuna yönelik bilgiler geliyor. 30 Aralık 2022 itibarıyla elde edilen verilere göre 81 barajın 31’inin, yani yüzde 38’inin aktif doluluk oranı yüzde 30’un altındadır.
Kışlık ekilen ürünlerde kuraklıktan etkilenme dolayısıyla verim kaybı tahminleri için henüz erken bir dönemdeyiz. Önümüzdeki günlerde yağışların normal seviyesinde olmasıyla hububatta kuraklık riski azalabilir. Kış yağışlarının yanında Mart, Nisan ve Mayıs aylarındaki yağışların kışlık ekimler açısından daha önemli hâle geldi.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2022 yılı aralık ayı sıcaklık ortalaması normaline göre 3,2 santigrat derece artış göstererek 8 santigrat derece seviyelerine ulaştı. Bu sıcaklık değeri 52 yıllık aralık ayı ortalamalarının en yükseği olarak ölçüldü. Yine bölgeler bazında da sıcaklık değerleri oldukça fazla gerçekleşti. Antalya ilinde aralık ayında maksimum sıcaklık ortalaması 92 yıl sonra rekor kırarak 19,1 santigrat dereceye ulaştı. Aralık ayından sonra ocak ayında da normallerin üzerinde devam eden hava sıcaklıkları özellikle meyve ağaçlarında fenolojik gelişmenin zamanından önce olmasına neden olacak. Bu durum sonraki aylarda meydana gelebilecek don afetiyle, ülkemizin katma değeri yüksek önemli ihraç ürünlerinden olan fındık, kayısı, üzüm, erik, kiraz ve badem gibi ürünlerde zarara sebep olabilir.
Arka arkaya 3 yıldır sonbahar yağışlarının normallerin altında gerçekleşmesi ve bu yıl sezonun başından itibaren ülke genelinde beklenen yağışların gelmemesi sonucu meteorolojik ve tarımsal kuraklığın yanı sıra hidrolojik kuraklık da yaşanabilir. Önceki yıllarda hidrolojik kuraklık sonucu göller ve akarsularda kurumalar görülmüş, barajlarda su seviyeleri azalmış, yeraltı su seviyeleri gerilemiş, içme suyu konusunda dahi endişeler yaşanmıştı. Uzmanlar bugünlerde de gelecek tehlikeyi işaret ediyorlar. Göllerde kurumaların olduğu, baraj seviyelerinin düştüğüne yönelik haberler sürekli artıyor.
Yeterli sulama yapılamaması durumunda birçok üründe verim kaybı yaşanabilir. Su yetersizliği ürün tercihlerini de etkileyecek, üretici daha az su isteyen ürünlere yönelecektir. Üretim düşüklüğü gıda arzının gerilemesine neden olacak ve neticede ise yaşanan bu olumsuz durum tüketici fiyatlarına olumsuz yansıyacaktır.
Hidrolojik kuraklık sonucu sulu tarım alanları da riske girebilir. Çiftçilerimiz yağışın olmaması ve barajların su seviyesinin düşük olması nedeniyle hangi ürünü ekeceği konusunda kararsız kalıyor. Önümüzdeki aylarda yağışların yetersiz olması ve sulamanın yeterli düzeyde yapılamamasıyla mısır, pamuk, şekerpancarı gibi çok su isteyen ürünlerde de sorun yaşanabilir.
Kuraklık diğer doğal afetlerde olduğu gibi küresel ısınmanın getirdiği iklim değişikliğiyle gelişen bir durumdur. Uzmanlar sorunun köklü çözümü için alınan tedbirlerin kısa ve orta dönemde yarar getirmeyeceğini de ifade ediyor. Bu nedenle kuraklık riskini yönetebilmeli, en az zararla bu afetten çıkmanın yollarını bulmalıyız. Gerek tarım, gerek sanayi sektörleri ve gerekse evde tüketilen suyun tasarruflu olarak kullanılmasını sağlayacak önlemler alınmalıdır.
Bu bağlamda, TZOB olarak, 2020-2021 sezonu öncesinde iklim değişikliği ve kuraklığın ciddi bir boyutta kapımızı çaldığını 2020’nin aralık ayında geniş bir raporla kamuoyuna duyurmuştuk. Bugün yine bu uyarıları yapıyoruz ve acilen alınması gereken tedbirler olduğunu vurguluyoruz.
Basınçlı sulama imkanlarının artırılması sağlanmalıdır. Bölge bazında kuraklığa ve soğuğa toleranslı tohum çeşitleri daha fazla geliştirilmeli ve hastalıklara dayanıklı çeşitlerinin kullanım alanları yaygınlaştırılmalıdır. Yeni gölet ve baraj yatırımları başlatılmalı ve devam edenler bir an önce tamamlanmalıdır. Yer altı sularımızın bilinçsizce ve aşırı bir şekilde tüketilmesi önlenmelidir. Güneydoğu Anadolu Projesi, Konya Ovası Projesi, Doğu Anadolu Projesi gibi büyük sulama yatırımlarını içeren projeler bir an önce tamamlanmalıdır. Acilen eski ve atıl vaziyette olan sulama sistemleri yenilenmeli, kapalı sistemlere geçilmelidir. Yeraltı sularını tutmak için yeraltı barajları inşa edilmelidir.
2022-2023 tarımsal üretim döneminin; verimli geçmesi için yağış almayan tüm bölgelerimizde en kısa zamanda yeterli yağışın alınarak, çiftçilerimizin bol kazanç sağladığı, kalite ve rekoltenin düşmediği bir yıl olarak tamamlanmasını temenni ediyorum.’’ (gidahattı.com)
‘’2012 yılında dünya gıda günü toplantısı için TZOB genel başkanına hazırladığım konuşma metninin “küresel ısınma ve iklim değişikliği” bölümünde yapılması gerekenleri anlatmıştım.
Aradan 11 yıl geçmesine rağmen Tarım Bakanlığının gerekli çalışmaları yapmadığı;
Aksine, AKP hükümetinin dünyanın en verimli ovalarını, tarım arazilerini organize sanayi bölgeleri ve yerleşim alanlarına dönüştürmesi;
Bunun yanında vicdansız, planlı orman yangınlarıyla ülkeyi küresel ısınma ve iklim değişikliği karşısında çaresiz duruma düşürdüğü görülmektedir.
Diyeceksiniz ki;
Yangın yerine döndürdükleri ülkede birkaç derecelik küresel ısınmanın lafı mı olur!
Dünyada açlık ve yoksulluktan bahsederken, yaşam ve tarımsal üretim üzerindeki baskıları her geçen gün ağırlaşan Küresel Isınma ve İklim Değişikliğine değinmeden geçemeyeceğim.
Dünyada sanayileşmeye paralel olarak gittikçe daha tehlikeli boyutlara ulaşan küresel ısınmanın, dünyanın birçok bölgesinde yağış rejimleri ve buna bağlı olarak ürün desenlerinin değişmesine yol açtığı bilim adamlarınca ortaya konulmuştur. Kuraklık, sel, don gibi tabiat olaylarının olağan dışı zamanlarda yaşanıyor olması, iklimde yaşanan değişikliklerin artık gözle takip edilebilecek kadar arttığını göstermektedir.
Ülkemizin de bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Yapılan araştırmalar, 2020 yılında Kuzey Yarımkürenin Akdeniz Bölgemize tekabül eden enlem dairesinde, sıcak iklim kuşağının gittikçe 150-500 kilometre kuzeye doğru kayacağını ortaya koymuştur. Türkiye olarak bu gelişmeler doğrultusunda tedbirler geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bakanlığımızın bu konuda “Konya Toprak, Su ve Çölleşme ile Mücadele Araştırma İstasyonu Müdürlüğü” ile yine Konya’da Bahri Dağdaş Araştırma Enstitüsü bünyesinde kuraklığa dayanıklı çeşit geliştirme konusunda çalışacak olan “Kuraklık Test Merkezi”ni kurmuş olmasını takdirle karşılıyoruz.
Burada, Araştırma Enstitülerimiz ve Üniversitelerimizin yeni iklim şartlarına uygun ürün desenleri üzerinde şimdiden çalışmaya başlamaları gerektiğini ifade etmek istiyorum. Ayrıca, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin getirdiği şartlar daha da ağırlaşmadan, her yıl ülke çapında çok hızlı ve etkin bir ağaçlandırma kampanyasının yürütülmesi gerektiğinin de altını çizmek istiyorum
Dünyada ise küresel ısınmaya sebep olan sera gazları salınımının öncelikle sanayileşmiş ülkelerde kontrol altına alınması ve bu konuda gelişmekte olan ülkelere finansman ve teknoloji desteğinin sağlanması gerekmektedir.
İklim değişikliğinin olumsuz etkileri Kuzey Amerika, Kuzey Avrupa ve Rusya’da dünyanın diğer kıtalarından daha az görülecektir.
Dünya gıda üretiminde bu bölgeler daha avantajlı olacaktır.
Kuzey bölgeler güneye göre daha avantajlı konuma gelecek,
Kuzeyde sıcaklık artışıyla ürün deseni değişecek, güney bölgeler daha kurak olacak;
Yağışlar daha da yoğunlaşarak afet şeklinde olacak,
Yıl içindeki çok sıcak günlerin sayısında ve tekrarlanma ihtimalinde artış olacaktır.
Mevcut kaynakların durumu daha da kötüye gidecektir.
Güneyde daha fazla su sıkıntısı, sıcaklık stresi ve çölleşme görülecektir
Orta Avrupa’da, kuzey ve dağlık bölgelerde daha fazla seller görülecektir.
Küresel ısınma ve iklim değişikliğine karşı neler yapılabileceğinin en güzel ifadesini Yüce Peygamberimizin bir hadisinde bulmak mümkündür:
O, der ki,
“Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, mutlaka onu diksin, bırakmasın.”
Şartlar ne olursa olsun üretim yapılmasını isteyen ve bu üretime değer veren bu güzel sözlerin ardından, dünyada neler yapılabileceğini de şöyle sıralamak mümkündür.
Türkiye’de yapılabileceklere gelince;
Sürdürülebilir gıda arzını da sağlayabilmek için;
Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin dünya ve dünya tarımına etkilerini değerlendiren birçok raporda, bizleri uyaran çok önemli sonuçlar ortaya konmuştur. Bu raporlardan aldığım özetleri sizlerle paylaşmak isterim:
İklim değişikliğinin yakın tarihteki en çarpıcı örneklerinden biri, 2003 yılında Avrupa’da 30 bin kişinin ölümüne yol açan, çeşitli Avrupa ülkelerinde yem bitkileri üretiminde %60’lara varan bir verim düşüklüğüne sebep olan sıcak hava dalgası idi.
2050’li Yıllarda Avrupa’da Su Varlığında Değişimler kapsamında, Türkiye’nin su kaynaklarında; iyimser bir senaryoya göre %10-25, diğer bir senaryoya göre %25-50 oranında bir azalma olacağı öngörülmektedir.
Başka bir çalışmada 2071-2100 yıllarında Türkiye’nin de içinde bulunduğu bir hatta, yağışlarda %10-15 oranında bir azalış beklenirken Orta Afrika-Suudi Arabistan-Hindistan’ın kuzeyine uzanan bir bölgede ise yağışların %20 artacağı öngörülmektedir.
Mısır, Ayçiçeği, Soya gibi ürünlerin ekim alanlarının 2020 yılına kadar 150-500 km kadar kuzeye doğru kayacağı belirtilmektedir.
Yıl boyunca +30 Derecenin Üzerindeki Gün Sayısının, içinde bulunduğumuz yıllarda Türkiye’de genelde 10-30 gün iken; 2080 yılında ülke genelde 50-100 güne, bazı bölgelerimizde 100-200 güne çıkacağı öngörülmektedir.
Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi, Türkiye’nin, küresel ısınma ve iklim değişikliğinden olumsuz yönde en fazla etkilenecek ülkelerden biri olacağı yapılan çalışmalarla ortaya konulmaktadır.
O hâlde, pes etmeyip bu duruma hazır olmak için, hep birlikte ve el ele çalışıp üzerimize düşen sorumlulukların gereğini yerine getireceğiz.’’ ( Kemal Sandık)
Kuraklık nedeniyle su ihtiyacının karşılanması gün geçtikçe zorlaşıyor. İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Güçlü İnsel, “Deniz suyu arıtmasının maliyeti metreküp için 0,8-1 doları buluyor. Kanalizasyon sularından elde ettiği suyu kullanan, teknolojiyi o seviyeye getiren ülkeler var.” dedi.
Desalinasyonla (deniz suyu arıtma) ilgili bilimsel çalışmalar yürüten İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Öğretim Üyesi Doç. Dr. Derya Yüksel İmer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Katar ile sürdürdüğümüz çalışmalar neticesinde geldiğimiz nokta artık desalinasyon tesislerinin denize kıyısı olan birçok ülkede kaçınılmaz bir teknoloji olduğu yönünde.” dedi.
Katar’ın kentsel su ihtiyacının yüzde 97’sini desalinasyondan elde ettiğini belirten İmer, “Bu çok yüksek bir oran. Özellikle Dünya Kupası’nda bu su ihtiyacının daha da artmasıyla desalinasyon teknolojilerine yönelimin çok olduğunu da duydum.” ifadelerini kullandı.
İmer, son yıllarda bu kapsamdaki çalışmaların arıtılmış suyun veriminin artırıldığı, çevreye zararın en aza indirildiği alanlara yöneldiğini söyledi.
Deniz suyu arıtımının çeşitleri olduğunu kaydeden Yüksek Çevre Mühendisi Prof. Dr. Güçlü İnsel, “Yüksek basınçlı membrandan geçirilerek suyun tuzu alınıyor ve tuzu alınmış suya bir ek arıtma uygulanması onu kullanılabilir hâle getiriyor. Su kaynağının hiç olmadığı yerlerde kullanılabilecek bir teknoloji. Ama bu maliyetli bir teknoloji; metreküp başına 0,8-1 dolar arası bir maliyeti olabiliyor.” dedi. (Sözcü)
Çin’in hava olaylarını kontrol etme planları kapsamında atmosferde 5,5 milyon kilometrekarelik alanda deneyler yürüteceği açıklandı. Pekin’den konuya ilişkin yapılan açıklamada, “Araştırmalar ve teknolojide gelinen nokta sayesinde 2025’te hava durumunu kontrol edebilecek bir sisteme ulaşacağız” denildi.
CNN’nin haberine göre Çin, yapay yağmur ve kar için kullanılacak alanın beş yılda 5,5 milyon kilomtrekareye ulaşması hedeflenirken 580 bin kilometrekarelik alan teknolojiyle donatılacak. Pekin, bu deneyle kuraklık gibi afetlerin önüne geçilebileceğini savunuyor. Programla, doğal felaketlerle mücadelenin güçlendirilmesi amaçlanıyor.
Çin’in hava koşullarını kontrol etme programı yeni değil. 2008’deki Pekin Olimpiyat Oyunlarında yağmur yağmasını engellemek için 21 noktadan, gümüş iyodürün yanı sıra çeşitli kimyasal maddeler içeren binden fazla bomba fırlatılmıştı. Bulut tohumlama olarak bilinen bu yöntemle, bulutlar etkinlik alanına ulaşmadan yağmurun erken yağması sağlanmıştı.
Yapılan son araştırmalara göre, daha önce işlevselliği tam olarak teyit edilemeyen bulut tohumlama yöntemiyle kar yağışlarını artırmak da mümkün.
Metodun etkinliğiyle ilgili belirsizlik, ‘hava modifikasyonu’ için 2012 ila 2017’de 1,34 milyar dolar harcayan Çin’e geri adım attırmıştı. Geçen yıl ise hava modifikasyonu sayesinde tarım bölgesi Sincan’da dolu yağışından kaynaklanan zayiatın yüzde 70 oranında engellendiği öne sürülmüştü.
Çin, hava kontrol emellerinde hızla ilerlerken, Hindistan gelişmeleri kaygıyla ile takip ediyor. Tarımın muson yağmurlarına bağlı olduğu komşu ülke ayrıca, Himalaya Dağları’ndaki toprak kavgasında, Pekin’in elini güçlendirmesinden endişe ediyor.’’ (Euronews)
‘’Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Orman Genel Müdürlüğü’nün 2019 yılı verilerine göre, geçen yıl Türkiye’de toplam 2 bin 688 orman yangını meydana geldi. Orman yangınlarının önceden tahmin edilerek bir erken uyarı modelinin geliştirilebilmesi için yapılan araştırmalar, yangın ve iklim arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılması gerektiğine dikkat çekiyor. Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Bölümü’nden doktora öğrencisi Burcu Calda’nın Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Dr. Öğr. Üyesi M. Ali Khalvati’nin danışmanlığında yürüttüğü proje, orman yangınlarının önceden tahmin edilebilmesi konusunda yeni bir perspektif sunuyor.
Boğaziçi Üniversitesi ve İzmir Ege Üniversitesi Bayındır Meslek Yüksekokulu iş birliğinde başlayan proje İzmir’de gerçekleştirilecek sera ve laboratuvar çalışmalarından oluşacak. Yapılan çalışmalar, faydalı bir toprak mikroorganizması olan arbüsküler mikorizal fungusun (AMF) toprağın nemini artırmadaki etkisini ölçecek. Böylece orman yangınları açısından riskli olup Akdeniz iklim şartlarının görüldüğü bir bölge olan İzmir’de orman yangınlarını önlemek için AMF’nin nasıl bir rol üstlendiği değerlendirilecek. Bir yıl sürmesi planlanan proje, durdurulamayan orman yangınlarının başlamasında bariyer görevi gören toprak nemini SMAP teknolojisiyle belirleyerek toprak nemini artırmada mikroorganizmaların rolünü araştıracak, böylece orman yangınlarıyla mücadele konusunda biyolojik bir çözüm önerecek.’’ (Hürriyet-Kasım 2020)
Fransa kritik zamanlarda nispi nemi artırarak orman yangını çıkmasını önlemektedir.
Dünyada var olan suyun kısıtlı, buna karşın suya olan talebin gittikçe artıyor olması; su sorununu insanlığın çözmekle zorunlu olduğu meseleler listesinin başına yerleştirmiş durumdadır.
Sorunun çözümü için dünyadaki su doğal kaynağının zaman ve mekân bakımından uyumlulaştırılıp arz ve talep dengesinin sağlanabilir olması göz ardı edilemeyecek bir imkân sunmaktadır. Bunun başarılabilmesi barajlar, arıtma tesisleri ve yerleşim yerlerine uzak mesafelerden su getirilmesi gibi birçok pahalı ve acil yatırımlara bağlıdır. Yerküredeki su kaynakları ve nüfus birbiriyle orantılı olarak dağılmamıştır. Birtakım bölgelerde ve ülkelerde su bolluğu yaşanırken bazı yerlerde su kıtlığı yaşanmaktadır. Suyun ve nüfusun orantısız olarak dağıldığı bölgelerden birisi de Türkiye’nin içerisinde yer aldığı Ortadoğu coğrafyasıdır.
Bir konumlandırma yapmak gerekirse Türkiye var olan su kaynakları itibariyle dünyanın su zengini ülkeleri arasında yer almadığı gibi su fakiri bir ülke de değildir. Ekonomik yapısına, nüfus artış hızına buna bağlı gıda ve enerji ihtiyacına baktığımızda, su kaynaklarının enerji ve sulamada kullanımının yoğunlaştırılması Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınması için önemli ve planlanması gereken bir ihtiyaç olarak öne çıkmaktadır.
Türkiye’nin su kaynakları iyi planlandığında Orta Doğu’daki uluslararası politikaların şekillenmesinde, zamanı geldiğinde petrol kadar etkili bir ekonomik ve siyasal enstrüman olarak kullanılabilecektir.
Sahip olduğu su kaynakları bakımından göreceli olarak günümüzde kendisine yetecek miktarda suyu bulunan ülkelerden birisi olan Türkiye, sınır aşan sularıyla da komşu ülkelere su sağlamaktadır. Ayrıca Türkiye’nin sahip olduğu uzun deniz kıyıları, ilerde arıtma teknolojisinin gelişip maliyet bakımından verimlilik seviyesini yakaladığında, deniz suyunun arıtılıp değerlendirilebileceği bir potansiyeli taşımaktadır
DSİ verilerine göre genel olarak Türkiye’nin su varlığına baktığımızda, ortaya çıkan tablo şudur: Türkiye’de yıllık ortalama yağış yaklaşık 643 mm olup, yılda ortalama 501 milyar m³ suya tekabül etmektedir. Bu suyun 274 milyar m³ toprak ve su yüzeyleri ile bitkilerden olan buharlaşmalar yoluyla atmosfere geri dönmekte, 69 milyar m³ lük kısmı yeraltı suyunu beslemekte, 158 milyar m³ lük kısmı ise akışa geçerek çeşitli büyüklükteki akarsular vasıtasıyla denizlere ve kapalı havzalardaki göllere boşalmaktadır.
Yeraltı suyunu besleyen 69 milyar m3 lük suyun 28 milyar m³ ü pınarlar vasıtasıyla yerüstü suyuna tekrar katılmaktadır. Ayrıca, komşu ülkelerden ülkemize gelen yılda ortalama 7 milyar m³ su bulunmaktadır.
Böylece ülkemizin brüt yerüstü suyu potansiyeli 193 milyar m3 olmaktadır. Yeraltı suyunu besleyen 41 milyar m3 de dikkate alındığında, ülkemizin toplam yenilenebilir su potansiyeli brüt 234 milyar m³ olarak hesaplanmıştır. Ancak, günümüz teknik ve ekonomik şartları çerçevesinde, çeşitli amaçlara yönelik olarak tüketilebilecek yerüstü suyu potansiyeli yurt içindeki akarsulardan 95 milyar m³, komşu ülkelerden yurdumuza gelen akarsulardan 3 milyar m³ olmak üzere yılda ortalama toplam 98 milyar m3’tür. 14 milyar m³ olarak belirlenen yeraltı suyu potansiyeli ile birlikte ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yılda ortalama toplam 112 milyar m³ olmaktadır.
Kaynak: Güneydoğu Anadolu Projesi GAP’ın Türkiye ve Ortadoğu Ekonomi Politiğine Etkisi.
İhsan TOY, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. 2015. M.Ü. Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü.
TASAM Türkiye Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi
Kuraklıkla mücadele bir beka sorunudur. Acilen iktidarıyla, muhalefetiyle, ilim adamlarıyla ve işin uzmanlarıyla bir devlet politikası belirlenip hemen uygulamaya konulmalıdır.