Yükleniyor...
Ekonominin can suyu olan sermaye yapısının, mümkün olduğu ölçüde meşru yollardan kazanılmış bir birikime dayanması beklenir. Tarihsel ve olgusal olarak, insanların kişisel ve sınıfsal ihtirasları yüzünden sermaye birikiminde çoğunlukla belirli bir sömürü payı bulunur. Ancak, sermaye yapısında sömürü payının göreceli fazlalığı, eninde sonunda çeşitli ekonomik krizlere ve kirli yönetim ilişkilerine yol açar.
Kapitalist dünya görüşü, adından da anlaşılacağı üzere sermaye odaklıdır ve nihai amacı var olan sermayeyi çoğaltmaktır. Max Weber, ‘Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’ çalışmasıyla kapitalizmi dinsel bir bağlama dayandırsa da bu zihniyetin en büyük kutsalı bizzat sermayenin kendisidir. Üstelik, bütün kuramsal görüş ve öğretilerin, uygulama sırasında içinde yaşanılan kültürün kalıplarına evrildiği hatırlandığında, kapitalizmin doğasındaki para ihtirası bütün değerleri alt üst edecek bir yıkıcılığa dönüşüyor. Aslında, ister liberal-kapitalist dünya görüşü, ister kolektivist-sosyalist düşünce, isterse dinci anlayışlara yaslanan ekonomi sistemleri olsun, uygulamada ekonomik ilişkiler kısa sürede salt sömürücü birer sistem haline geliyor.
Her türlü gelirin, hukuki ve ahlaki ölçüler içinde kazanılması ideal bir durumdur. Bir üretim faktörü olarak sermaye birikiminin asli kaynağı, gelirlerin tüketimden vazgeçilen kısmı olan tasarruftur. Geleneksel topluluklarda tasarruflar, çoğunlukla ‘yastık altı’ denilen bir yöntemle evlerde saklanır. Ekonomik anlamda sermaye, tasarrufun belirli bir gelir elde etmek üzere banka ve finans kurumları ile menkul değerler piyasası ve sigorta şirketlerinde birikmiş halidir.
Yoksul ülkelerde, yüksek gelir getirici iş alanlarındaki yatırımların yetersizliği nedeniyle büyük ölçüde sermaye yetersizliği mevcuttur. Düşük gelir gruplarının kalabalık olması ve marjinal tüketim eğiliminin yüksek olması nedeniyle çoğunlukla kayda değer bir tasarruf ve sermaye birikimi yoktur. Küresel sermayede, zenginlerin tasarrufları önemli bir paya sahiptir. Birey başına düşen milli gelirin yüksekliği nedeniyle tüketim fazlası olan para, belirli bir gelir getirmesi için çeşitli banka ve finans kuruluşlarına yatırılır. Gelişmiş ülke olma imkanıyla gerçekleşen orta sınıflaşma nedeniyle toplumda tasarruf yapabilecek kişi ve firma sayısı nispeten fazladır.
Küresel sermayede, yoksul ülke ekonomilerinden aktarılan sömürü ve rant gelirleri de önemli bir yekûn tutmaktadır. Söz gelimi, petrol zengini ülkelerdeki otoriter yönetimler, çoğunlukla ülkelerinin petrol gelirlerini zengin ülkelerin banka ve finans kuruluşlarında tutmayı tercih ediyorlar. Bunlar, kendi halklarını yoksul bırakma pahasına, aile iktidarlarının korunup kollanması karşılığında ‘petrodoları’ ya da ‘petroeuroları’, ABD, AB ve İngiltere gibi ülkelerin finans merkezlerinde tutuyorlar. Ayrıca, yoksul ülkelerden kaçırılan vergiler, yolsuzluk ve rüşvet paraları, yasa dışı yollardan elde edilip yine kimi yoksul ülke piyasalarında ‘aklandıktan’ sonra kaçırılan kara paralar, büyük bir ihtimalle küresel sermaye birikimine dahil oluyordur. Dünya ekonomisindeki yolsuzluk ve kirlilik arttıkça, küresel sermayenin hiçbir sınır tanımayan dolaşımı, bir yandan terör örgütlerine finansman sağlarken, diğer yandan yönetim sistemlerinde birtakım kirli ilişkilere ortam hazırlıyor.
Yoksul ülkelerin, ekonomik ve insani kaynaklarını yeterince harekete geçirememiş olmaları nedeniyle milli gelirleri düşük kalmaktadır. Tasarruf ve sermaye yetersizliği yüzünden çoğunlukla büyük bir borçlanma ihtiyacı doğmaktadır. Bütçe açıklarını kapatmak, askeri güvenliklerini sağlamak ve temel alt yapı hizmetlerini yürütmek gibi amaçlarla dış kaynaklara başvurulmaktadır. Son yıllarda, özellikle yoksul ülkelerin otoriter yönetici sınıfının, kendi iktidarlarını sürdürmeye yarayacak lüks ve gösterişe dayalı kamu harcamaları için sıklıkla borçlanma yönüne gittikleri de gözlenmektedir. Tasarruf edebilen nüfusun azlığı ve iç kaynakların yetersizliği nedeniyle iç borçlanma sınırlı kalmaktadır. Ülke ekonomisinde, kayıt dışılığın ve yolsuzluğun çokluğu, büyük bütçe açıklarının olması, yolsuzluk ve rüşvet çarkının varlığı ve aşırı israf nedeniyle yüksek faiz oranlarıyla dış ülkelerden borçlanma ihtiyacı daha fazla oluyor.
Küresel kapitalizmin gölgesi altında, zengin ülkelerin ekonomik çıkarlarına dayalı ekonomik analizler yapan çoğu ekonomist, küresel sermayenin sömürü kökeniyle ilgili açıklamalardan hep kaçınıyor. Yabancı sermayenin tamamını, sanki meşru yollardan kazanılmış servetler olarak tanıtıyor ve takdim ediyorlar. Oysa, yoksul ülkelere akan küresel sermayenin önemli bir kısmının, yine farklı yoksul ülkelerden- en fazla da petrol zengini Müslüman ülkelerden- aktarılmış ve taşınmış servetler olma ihtimali oldukça yüksektir. Bu yoksul ülkelerin, borç alarak ya da doğrudan yatırım biçiminde kullandıkları yabancı sermayede, belki de kendilerinin sömürülmesiyle dışa aktarılan servetin de payı vardır.
Dünyanın en büyük altın üreticilerinden Amerikan şirketi SSR Mining ile ‘yerli’ Lidya Madencilik şirketinin ortaklığı olan Anagold Madencilik’in, Erzincan’ın İliç ilçesindeki maden alanında meydana gelen çevre felaketiyle ilgili haberler sırasında, Türk Milleti’nden gizlenen birçok yeni bilgiler edindik. Bunlardan birisi de ilgili şirketin vergi borcundan yaklaşık 7.2 milyon dolar verginin silinmesi haberiydi. Küresel sermayeyi oluşturan para kaynaklarının, yalnızca kazanılan kârlardan meydana gelmeyip, bir kısmının da yoksul ülkelerden ‘kitabına uydurularak’ kaçırılan ‘kayıt dışı’ servetler olduğu biliniyor. Ayrıca, ‘yerli ve milli’ birtakım şirketlerin vergi borçları silinirken, ülkenin toprak ve suyunu kirleten yabancı şirketlere de aynı kıyağın geçilmesi oldukça manidar bir yönetim gizemi olmalıdır. Aslında, Türk mitolojisinde ve töresinde kutsallık derecesinde değer verilen toprak ve suyu, siyanür ve diğer zehirli kimyasallarla kirleten bir şirkete faaliyet izni hiç verilmemeliydi. Bir şekilde verilmiş ve bir çevre felaketi yani dışsal maliyetler ortaya çıkmışsa, hiç olmazsa tazmin edilmesi gerekirdi. Tam tersi, vergi borcunun dahi silinmesiyle zaten var olan küresel sömürü biraz daha ağırlaşırken; ortada yalnızca çevre kirliliği değil, ciddi bir yönetim kirliliği kuşkusu da doğuyor.
‘Hey Corç! Versene Borç!’
Türk milli kültürünün yozlaşma boyutunu simgeleyen popüler kültürün, ‘Hey Corç! Versene borç!’ diye seslenen şarkısını hatırlayalım. Küresel sömürgecilik düzeninde, ‘Corç’tan’ alınan dış borçların bir kısmı da Türk Milleti’ne vermeleri gerekirken vergilerini kaçıran ya da sildiren kişi ve kuruluşların dışarıya aktardıkları paralar olabilir mi? Küresel mali sistemin işleyişi çerçevesinde bunun anlamı oldukça açıktır. Şöyle ki yoksul ülkelerin zengin ülke banka ve finans kuruluşlarından alınan borçların bir kısmı da gerçekte borç alan yoksul ülkelerden yapılan transferlerden oluşuyor olabilir mi?
Büyük coğrafi keşifler ile başlayan Batı sömürgeciliği, vahşi kapitalizmin körüklediği küresel sömürgecilik sayesinde Amerika, Afrika ve Asya kıtalarında büyük insan ve doğa katliamları ile ekonomik kaynakların yağmalanmasına imkân verdi. Sovyetler döneminde, başta petrol olmak üzere her türlü ekonomik kaynağın ‘aslan payı’ Moskova’ya aktarılırken, dışsal maliyetleri ve çevre felaketleri çevre ülkelere, özellikle Türk Yurtlarında kalırdı. Sovyet yönetimi, komünizm ideolojisini Rus merkezli sömürgecilik aleti gibi kullanırdı. Aslında, Kızıl Çin de benzer katliamlar ve vahşi bir yağmacılık üzerinden Uygur Türklerine yönelik soykırım ve sömürgecilik faaliyetini sürdürüyor. Şu sıralarda, İngiliz-Amerikan ve AB sömürgeciliği, Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi, Erzincan İliç’te de ‘altın payını’ kendi ülkelerine götürürken, bütün kir ve pisliğini Türk coğrafyasına bırakıyor.
Türk kimliğinin ve hâkimiyet bilincinin, beynelmilel solculuk ve siyasal islamcı ideolojiler aracılığıyla baskılanması sonrasında, Türk vatanına yönelik sömürgecilik faaliyetleri somut olarak hızlandırılmış görünüyor. Bütün dünyada, küreselleşme sürecinin doğurduğu haksızlık ve çevre kirliliğine karşı eninde sonunda gerçek milli refleksler harekete geçecektir. Bütün milletlerin kendi coğrafyalarında ve vatanlarında kendi kaynaklarını yöneten milli ekonomiler dönemi yeniden başlamalıdır. Öteki türlüsü, bütün dünya tümden fiziki ve beşeri bir çöplüğe dönüşecek gibi görünüyor.