Yükleniyor...
Kıbrıs Barış Harekatı’ndan bir kare
Sabahattin İsmail’in Millî Düşünce Merkezi’ndeki
440. Bilgi Şöleni’nde yaptığı konuşmanın
soru-cevap bölümüdür.
(Katılımcı)- Rum kesimi ile Türk kesimi görüşmelerinde Amerika hayli etkili. Rum Kesimi de Yunanistan gibi AB üyesi. Amerika ile AB Akdeniz, Orta Doğu eksenli bir mücadelesinin içerisinde bulunuyor. Şimdi Avrupa Birliği’nin Kıbrıs üzerinden Amerika ile bir çatışması var mı ?
(S.İ.)- Yok, kesinlikle yok.
(Katılımcı)- Anlaşma halinde diyorsunuz yani.
(S.İ.)- Tabi, yok. Türkiye’yi Akdeniz’den uzaklaştırmak için koordineli bir şekilde çalışıyorlar. Amerika’nın petrol şirketleri Türkiye’nin hakkı olan meb sınırları olan bölgelerde,sınırlarda sondaj çalışmaları yapıyor. Fransa ve İtalya şirketleri de aynı şekilde araştırmalar yapıyorlar ve sondaja da başlayacaklar. Türk savaş gemileri bir süre önce Fransa ve İtalya gemilerini ve bu gemileri engelledi; ama önümüzdeki günlerde tekrar başlayacaklarmış diye Rum basınında haberler var.
İsrail,Rum yönetimi ve Yunanistan arasında yine anlaşma var. Bu işin içinde tabi mutlaka Amerika vardır, İngiltere vardır.
(Katılımcı)-Bilindiği kadarıyla en iyi müttefikimiz Katar da var.
(S.İ.)- Katar sondajı İngiliz Şirketi Exon’la beraber yapıyor,onu da anlamış değilim. Bir taraftan Türkiye ile iyi görünüyorlar, Türkiye onlara destek çıkıyor.Bizim de hakkımız olan alanda sondaj yapıyor ve yine birkaç yıl önce Rum tarafına savaş gemisi hediye etti.
(Katılımcı)- Öncelikle ben Sabahattin Bey’e çok teşekkür ediyorum, Önemli noktaları bize aktardı.Kesinlikle Amerika ile Avrupa Birliği arasında Kıbrıs konusunda bir menfaat sorunu yoktur. Esas hedef Türkiye’dir. Mesele sadece Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynakları değil, Türkiye’nin jeopolitik, stratejik alanlarını daraltmak, Türkiye’nin KKTC üzerindeki haklarını, Türkiye’yi kendi kıyılarına hapsedip bölge devleti olma koşullarını ortadan kaldırmaktır. Türkiye’ye yönelik hedeflerin ilki de Kıbrıs’tan çıkarılmasıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den çıkarılması ile Amerika bölgede dengeleri kendi lehinde çevirmek istiyor, yaşananları böyle görmek lazım. Batı’yı bir bütün olarak görmek lazım. Tüm amaçları, kendi çıkarlarını korumak ve bölgede İsrail’in yayılmacı konumunu desteklemektir.
(Katılımcı)- Zaten Yunanistan’ ın 18 adamıza ve yüzden fazla kayalığımıza asker çıkarması da emperyalist devletlerin Türkiye’nin bölge devleti olmasının önüne geçilmesi ile alakalı. Yunanistan onların isteği ve desteğiyle bunu yapıyor.
(Katılımcı)-Bu millet, Kıbrıs için 1974’ te savaştı. Kan döktü, oradaki soydaşlarımızı katliamdan kurtardı. Benim kafamın almadığı şey Kıbrıs’a zarar veren insanlar nasıl Kıbrıs içinden çıkıyor?
(S.İ.)-Türkiye’den nasıl çıkıyorsa oradan da öyle çıkıyor.
(Alkışlar)
(S.İ)- Aynı milletiz.
(Katılımcı)-Kıbrıs bu ülkenin güney ve güneydoğu sınırları için hayati öneme sahip, bizim için namus olması gerekir. Benim aklıma şu geliyor eğer garantiler kalkarsa durum eskisinden de kötü olacak; çünkü Kıbrıs, 1974’ te AB’ye girmemişti. Şimdi girdiği için daha büyük bir baskı, ambargo ve tehditle karşı karşıya kalacağız. En kısa zamanda Mustafa Akıncı gibilerin oradan uzaklaştırılması gerekiyor. Bunu hep birlikte düşünmeliyiz. Kan dökeceksin, savaş yapacaksın aldığın hakları bir hain pazarlık konusu yapacak, ben bunun çözülmesini istiyorum. Rahmetli Denktaş’ın ağzından duymuştum.Onun konferanslarını izlemiştim. Yan yana eşit statüde iki bağımsız devlet demişti. Döndük dolaştık aynı yere geldik. Bu büyük insanın ilkelerinden vazgeçmeden bu Akıncı,Talat gibileri bu makamlara getirtmeden ilerlemek gerekiyor.
(S.İ.)-Ben bir şey ilave etmek isterim. Akıncı’nın verdiği tavizler yalnızca yürütme ve yasamada belirttiğim hususlar değil. Müzakere tarihi boyunca, Rumların istediği bütün Rumların geri dönme hakkıydı. Akıncı, müzakere tarihinde ilk kez tüm Rumlara ve Yunanlılara ve AB vatandaşlarına dört özgürlük hakkını tanıdı. Bu dört özgürlük serbest yerleşme, serbest dolaşma, serbest mülk edinme, iş kurma ve çalışma. Bu sözde iki kesimli olacak bize kalacak olan toprak belli. Bu dört özgürlük, bizim 3-4 katımız olan Rumların ve diğerlerinin kuzeye gelip mal satın alması -ellerinde para var bizde yok- bizim verdiğimizin 3-4 katını vererek bizim bölgemize yerleşmesi demektir. Yani 5-10 yıl içerisinde kâğıt üzerinde hangi anlaşmaya varırsak varalım toprak egemenliğimizi ve siyasi egemenliğimizi kaybetmemiz demektir.
Akıncı bununla da kalmadı. Biz geçmişte -ama delegasyonların kabulü şartıyla- az miktarda Rum’ un geri dönmesini kabul etmiştik. Akıncı bu delegasyon taleplerimizden de vazgeçti. Yani hiçbir kısıtlama olmadan gelecekler. Bunlara ilave olarak nüfusumuzun 1/5 oranındaki Rum’un da -bu yaklaşık 55 bin Rum ediyor- yerel siyasi haklarla yerleşme ve mülk iadesi yapılmasını da kabul etti. Yani hem toprakların 1/5’ini veriyor hem ondan sonra içimize Rumların yerel siyasi haklarla gelmesini kabul ediyor. Bu haklarla gelen birisinin AİHM’ye giderek genel siyasi hakları ve seçme seçilme haklarını da elde etmesi mümkündür. Dolayısıyla bize kalacak olan toprak fiilen daha da azalmış olacaktır aynı zamanda oradaki siyasi, demografik ve ekonomik gücümüz tehlikeye girmiş olacaktır. Bir şey daha kabul etti, bu da çok önemli, kalan %28’in içindeki yeni orman arazilerinin tüm askeri bölgelerin, tüm dini kutsal yerlerin ve vatandaşların iskân edilmediği alanların anlaşmaların imzalandığı ilk günden itibaren iadesini kabul etti. Yani bana kalırsa bize kalan toprak fiilen %10’u da bulmaz.
(Katılımcı)-Hepsini verip biz Türkiye’ye gidelim deseydi ya!
(Katılımcı)-Kendileri için duygusal bağı olan yerleri de verseydi!
(S.İ.)- O duygusal bağdan kastettiği şudur: Eğer bir Rum kuzeyden 10-12 yaşında göç ettiyse o çocuğun doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı yerle duygusal bir bağı vardır dolayısıyla o yeri alma hakkı da vardır. Bir kelime olarak kutsal yer geçiyor, her şeyin altına bakmamız lazım. Kuzeyde 608 kilise, küçük manastır, şapel dediğimiz yerler var. Rum rüyasında bir şey görürmüş, bir aziz görürmüş ertesi gün oraya gider mum diker şapel yapar bir süre sonra orası kilise olur, böyle bir anlayışları var onların.
Kuzey’de bugün 600 civarında dinî yerleri var ve bunların sadece binaları değil, arazileri ve kilise mülkleri de vardır. Manastırda rahiplerin, azizlerin kaldığı yerler vardır. Alanıyla beraber ilk anda verilmesi öngörülen yerler bunlar, dört başlıktan biri. Bu ne demektir:
Bize kalacak olan Türk köylerinin hepsinde kilise vardır. Biz bunları yıkmadık, koruduk. İki toplumlu eski eserleri koruma işiyle ilgilenen bir komisyon kurdular. BM, AB hepsi bunun için para veriyor ve restore ediliyor buralar. Yani her köyümüzde o kiliseler tekrar faaliyete geçecek, her pazar çan sesi ile uyanılacak ve her kilise EOKA hücresi olacak, eskiden olduğu gibi. Her kilise silah deposuyla militanıyla her köyün içerisine girecek. Bunlar anlaşmaya varılan hususlardır.
Örneğin, 74’ te size 10 dönüm arazi verildi. Siz onun içine bir ev yaptınız; ama o arazinin üç dönümünü kullandınız. Geriye 6-7 dönüm arazi kaldı. Siz onu işliyordunuz; ama inşaat yapmadınız. Onun da 1/3’ünü Rum’la paylaşmak zorundasınız. Bunları ben tabi detaylı olarak inceledim, yazdım, topluma da duyurmaya çalışıyorum. Üzerine inşaat yapılmayan her arazi Türk tapusunda olsa bile vermek zorundasınız. Yani Rum gelecek sizin 10 dönümlük arazinizin 3 dönümünü alacak ve dönecek burası da benim diye sizi taciz edecek. Bunların hepsi anayasaya aykırı şeyler.
Anayasaya göre kuzeyde kalan her şey, Rumların mülkleri, kamulaştırıldı ve devletin oldu. Eş değerleştirme yasasına göre devletimiz güneyde mal bırakan vatandaşlarına aynı değerde mal verdi. Bir de yasa çerçevesinde Türkiye’den gelen gazilere, 78’e kadar Kıbrıs’a yerleşmek isteyen kişilere ve 78’e kadar mücadele eden mücahitlere mal ve toprak verildi. Sırf orada bir ekonomik hayat başlasın, topraklar işlensin diye. Bu insanlar buralarda inşaatlar yaptı, sattı; alanlar inşaat yaptı, o sattı. Bu toprak ve yapılar dört beş defa el değiştirdi. 2-3 devre tapu işlemi oldu. Şimdi Akıncı, müzakere sürecinde KKTC tapularını sıfırladı, geçersiz ilân etti. KKTC tapularının sahibi, kullanıcı olarak geçiyor, bu anlaşmada. Esas sahibi ise Rumlar. Halbuki bu anayasaya aykırı. Anayasa diyor ki “Tapusu olan herkes, mal sahibidir.” Bu Rus da olabilir, İngiliz de olabilir. Türkler de var. Geçen sene sadece Girne bölgesinde 3 bin mülkü Türk vatandaşları aldı. Hepsinin tapusunu tartışmalı hale getirdi, bu büyük bir kaos yaratacak. Rum gidecek komisyona, ben malımın iadesini ya da tazminatını ya da takasını isterim. Çünkü ilk söz hakkı ona aittir. Komisyon oturup buna karar verecek takas mı yapsın, iade mi yapsın. Bu 50 yılda, 100 yılda çözülmez. Ve bu komisyon karar verene kadar mülk üzerinde hiçbir yatırım yapılamaz, bunu da kabul etti; yani ekonomiyi çökertiyor. Sahibi belirsiz mülk oluyor, bütün mallar bu durumda ekonomik faaliyette yapılamaz. Bunun gibi daha çok şey var. Son bir şey daha söyleyeyim görüşmeler başlarsa buradan başlayacak, tüm bunlar kabul edildi sadece garantörlük kaldı onu da görüşüp halledecekler.
(Sunucu)-Tanımayanlar için söylüyorum, Oğuz Kalelioğlu emekli kurmay albay, Kıbrıs gazisi, Kıbrıs mücahidi’dir.
(S.İ.)- Magosa müdafii.
(Oğuz Kalelioğlu)- O kadar önemli şeyler söyledi ki Sabahattin Bey, biz basından takip ediyorduk; ama bu kadar vahim olduğunu bilmiyorduk. “Biz niye çarpıştık Kıbrıs’ta? Kalkıp böyle masada vermek için mi?” diye feverân edeceğim. Sayın Akıncı’ya bir selam söyleyin oraya gelirsek sonu hiç de iyi olmaz onu söyleyeyim. Şimdi Kıbrıs Türküne ve Türkiye’ye çok önemli bir görev düşüyor. Sabahattin İsmail Bey yakından tanıdığım büyük bir dava adamıdır.
(S.İ.)- Teşekkür ederim.(Alkışlar)
(O.K.)- Bunlar merhum Denktaş’ın yanında, sağ kolunda büyük mücadele vermişlerdir. Rum bildiğinizden de tehlikeli, tam Bizans oyunlarıyla Avrupa’yı bütün dünyayı aleyhimize çevirecek maharetli bir düşmandır, bunu iyi bilmek lazım. Eğer siz güçlüyseniz size karşı daima mazlumdur. Eğer sizden biraz kuvvetliyse bilin ki size hayat hakkı yoktur.
Ben 2 sene orada görev yaptım, harekâttan bir sene önce gittim. O vahim durumları genç kadınlarımıza yaptığı rezaletleri, mezalimleri her şeyi gördüm. Bu değerli kahraman arkadaşlarımın neler çektiklerine şahit oldum, savaşı bunlarla yaptım, her biri birer kahraman oldu. Magosa’da başımda bir albay vardı, sancaktar. Bir de ben tabur komutanı. 250 kişi mücahit, 8000 kişilik Rum’u Yunan’ı Magosa’ya sokmadık. İşte bu kahramanlar sayesinde… Ben sadece orada bir komutandım; ama esas işi yapan bunlar. Sayın Büyükelçim Ahmet Zeki Bulunç da çok önemli bir diplomattı o da büyük mücadeleler vermişti. Dolayısıyla bu arkadaşlar bir mucizeyi başardı bir kurtuluş savaşı verdi. Kan dökülerek vatan yapılan bir toprak, zaten 1571’den beri bizimdi. Tarihte hiçbir zaman Yunan buraya hakim değildir, hep entrikayla buraya geldi. İngiliz’in bir oyunuyla buraya çöktü, şimdi hala devam ediyor. 58’lerde ben daha lise talebesiydim. Kıbrıs’tan gelen böyle değerli arkadaşlar yaptıkları konuşmalarla bizim kalbimizi aklmızı allak bullak etti. Biz Yunan’ın büyük taarruzdan sonra ezildiğini bittiğini Megali İdea’nın yok olduğunu sanıyorduk. Meğer düşman yanı başımızdaymış.Yunanı, düşmanı bize bunlar tanıttı. Şayan-ı şükrandır, Kıbrıs Türkünün Türk milletine hizmeti çok büyüktür.
Elimizde kalan Misak-ı Millî sınırlarının etrafında yüz binler değil; milyonlarca Türk var. İran’da 35-40 milyon Türk var; orası bir Türk coğrafyasıdır. İşte Irak’ta, görüyorsunuz, 2,5-3 milyon Türk yaşıyor, Suriye öyle. Yunanistan’da 200 bin var Bulgaristan’da 3-4 milyon, Romanya’da, Rusya’da her yer Türk dolu. Ama Kıbrıs Türkü’nün bir istisnası var. Geldiler yakamızı tuttular dediler ki ‘’Bak Yunan bizi buradan söküp atacak ve sen de tehlikeye gireceksin, anavatan sensin.’’ Bize bu şuuru verdiler, diğerlerinin gösteremediğini gösterdiler.
İngiliz propagandası Kıbrıs Türkünden, Türkiye Türkünü ayırmak için durmadan çeşitli şeyler uydurur. Ufacık şeyleri büyütür, bunlara kanmamak lazım. Ben savaştaki fedakârlıklarına hayran kaldım. Anadolu’nun kahramanlık ruhu bunlarda vardır ve bozulmamıştır. Ben 73 yılında gittiğimde daha bir hafta olmuştu. Anadolu Lisesi’nde Sadi Bey isminde bir tarih öğretmeni vardı.Türk Mukavemet Teşkilatı’nın Kuvvâ-yı Milliye subayı gibi görev aldı bu adam. TMT’ci teşkilât adamları tanıyor bunları. Bayrağa, Kur’an’a, silaha yemin ettiriyoruz teşkilata alıyoruz, eğitiyoruz o artık bizim elemanımız oluyor. Ama onun dışındaki halk bilmiyor. Türkiye’den anlaşmalarla gelen öğretmenler de vardı. Arif Nihat Asya bile gitmiş orada ders vermiş. Banka müdürleri var, müfettişler var. İlk bayraktarlarmız bunlardı.
Ben kıdemli üsteğmendim, orada yüzbaşı oldum. Hepimize hoca derlerdi. Tabur komutanıydım, emrimde Kıbrıslı askerler vardı. Bir tane kolu kesik Latif Efendi vardı. Kıbrıs Türkünün düşman karşısındaki mücadelesini anlatmak istiyorum. Latif Efendi, tek koluyla Kıbrıs Mücahitler Gazinosu’nun etrafını çapalıyor. Bana geldi dedi ki “Hocam sana bir haber getirdim.” “Hayrola?” dedim. Dimitri kampı var Magosa’nın kuzeyinde. Sonra şehit astsubayımızın adını verdik:Gülseren Kampı. Şöyle diyor: “Yunan 201. Piyade Taburu’nun” -bakın rakamıyla, istihbaratta bunu yapmak çok zordur- “2. Piyade Bölüğü kamptan çıktı, Managa Boğazı’na gitti. bizim Türk otobüslerini durdurdu,Türkleri gözetim altına aldı, bir katliam yapma ihtimali var.’’ Şaşırdım kaldım. “Latif Efendi, sen bu bilgiyi nasıl aldın?” diye sordum. “Hocam, ben oranın evlerinde bahçıvanlık yaparım, orada gözetledim. 5 tane fortigo çıktı.” Cenk arabalarına onlar öyle der. “İndim baktım iki tarafta Rum gavur otururdu. 20 orada, 20 bu tarafta… 5 araba, 100 kişi. E zaten bunların bölükleri 100-110 kişidir.” dedi. Birliğin çapını çıkarttı ortaya. “Peki, 201. Yunan taburunun 2. Piyade bölüğü diyorsun bu birlik numarasını bilmek çok önemli bir istihbarattır nereden aldın bunu? ” diye sordum. “E hocam plakasına baktım kapatmamışlardı. fi epsilon, 200. Numaradan başlıyor.” Bunların bölüğü 100 numaradan başlar, ikinciler 200 numaradan, ideal istihbaratçı. “Peki“, dedim, “bunu anladın da taa bizden 50 km uzakta iki otobüsün yolunu kestiğini ne bildin?” Gidip otobüsçülere sormuş, “Yolda bir şey gördünüz mü?” diye. Karpas’tan gelenler, “Evet biz yola çıktık, arkamızdan yolu kestiler.” demiş. Ben de hemen Bayraktar’da emir erimle gizli mesajımı çektim. Teyide muhtaç; ama şöyle bir bilgi var diye. Hemen bir emir geldi: “Gerekli tedbiri alın ve onları kurtarın.” Daha sivil teşkilatız. Silahlarımız var; ama daha Rum askeriyle çarpışacak safhada değiliz. Ama ne yapalım, kocaman bir ağacı kestik biz de yola indirdik dört adamımla beraber. Bir Rum otobüsünün yolunu kestik, hem de EOKA’cıymış. Daha 10 dakika geçmedi Barış Gücü geldi, hemen haber alıyorlar. “Bunları bırakın!,” dediler. “Önce gidin Karpaslar’da tuttuğunuz o iki otobüsü bırakın! Bir tek Türk’ün burnu kanarsa da bunların hepsini öldürürüz!” dedik. Bizimkiler kurtuldu, biz de onları bıraktık.
Bu büyük ve şiddetli bir savaştır. Her yerden Türkiye’nin üzerine çullanmışlardı. Biz tarihimiz boyunca daima düşmandan azdık; ama yine de yendik onları. Şimdi yeniden kolları sıvayacağız. Nasıl yapalım bunu?
Benim önerim: Şu anda Akıncı, Çavuşoğlu ile ters düşmüş durumda. Tabi Çavuşoğlu’nun fikrinden önce bu, Sayın Cumhurbaşkanı’nın kararı ve hükmüdür. Şu anda Cumhurbaşkanlığı sistemi var; ne güzel işaret ettin. Kimse kendi başına konuşamaz ve politika üretemez. O halde bu daha memnun edici bir şeydir. Cumhurbaşkanı’nın Çavuşoğlu’na “Söyle bu Akıncı’ya böyle bir şey yapmasın!” demesi şâyân-ı şükrân bir gelişmedir. Bu, bir stratejik psikolojik plan hassasiyetidir, bunun kullanılması lazım.
Nasıl ki geldiniz bizi zamanında uyardınız, orada savaş yapacak, başımızı o davaya koyacak kadar bizi eğittiniz şimdi de aynı şekilde muhalefet partilerinden başlayarak bir ekip yapmanızı tavsiye ederim. Biz her alanda yanınızdayız. Cumhurbaşkanın’a kadar çıkın, çekinmeyin. O da artık bir şeyleri görmeye başladı. Sonra CHP-MHP-İYİP ile görüşün ve Bunlarla Akıncı’ya karşı bir seferberlik başlatalım. Anavatan ağırlığını koydu mu mutlaka bir sonuç alır. Türkiye çok güçlü bir ülkedir. Yeter ki biz burada birlik beraberlik içinde olalım. Nur içinde yatsın, Denktaş’la konuşurken derdi ki “Bak komutan, Kıbrıs sade bizim davamız değil, kaybedilirse biz esir oluruz, yok oluruz. Tamam, ama Türkiye’nin en haklı olduğu davadır. Eğer Kıbrıs davasını Türkiye kaybederse uluslararası alanda ve milli menfaat alanında hiçbir şeyi kazanamaz.” Bende aynen katılıyorum. Bu bizim en güçlü olduğumuz davadır, yarıda asla bırakamayız. Kan döktük, orda bir devlet kuruldu, bu değerli dostlar bunu yaptı.Geriye dönüş olmaması lazım. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
(S.İ.)- Bir bilgi vereyim size.Geçen hafta Mücahitler Derneği’nde bir toplantı yaptık, bu önerilerin hepsini konuştuk ve bu konuda karar alındı.
(O.K.)- Bize de burada ne düşüyorsa hazırız.
(Katılımcı)-Tarih öğretmeniyim, Gökbörü Türkçüler Derneği’nin yönetim kurulu üyesiyim, basın sözcüsüyüm ve yayın organı olan Ergenekon Dergisi’nin editörüyüm. Baba tarafından Avar Türk’ü, Şeyh Şamil’in hakiki torunlarından biriyim. Şeyh Şamil’in 11 oğlu olduğuna göre herhalde benim gibi 1000-2000 kişi vardır. Matematikte bir kural vardır biliyorsunuz.-1’i dengeye getirmek istediğiniz zaman 1 ile toplamanız lazım. -1000’i dengeye getirmek istediğinizde, +1000 ile toplamanız lazım. Bunu sosyolojiye uygulamaya çalışırsak bir aşırı hareket ve istek ancak zıt yöndeki bir aşırılıkla dengelenebilir. Biz Atatürk zamanında, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında, Türkiye; Avrupa devletlerinden ekonomik olarak çok daha kötüydük, hiçbir şeyimiz yoktu; ama şahsiyetimiz ve irademiz vardı. En büyük güç şahsiyettir,iradedir. ABD, İngiltere, Fransa Türkiye’den, Atatürk’ten çekiniyorlardı. Şimdi bakıyorum da çok küçük düşünüyoruz. İki toplumlu iki devletli Kıbrıs niye?Devamlı onlar saldırıyorlar biz düşüncelerini çürütmeye çalışıyoruz. Zulüm etmemek elbette şereftir; ama bu kadar haksızlığa uğramaya razı almamak lazım. Biraz da biz fikri alanda karşı saldırıya geçelim ki ister istemez savunma pozisyonuna geçsinler. Biz Selanik’i,Batı Trakya’yı,12 Adalar’ı, Kıbırs’ın tamamının Türk olduğunu söylemeliyiz. Bunu politikacılar yapacak, ben bilmem. Biz bunu yaparsak ilerleriz, onlar yaparsa onlar ilerler.
(Sunucu)-Yani şunu mu diyorsunuz savunma stratejisinden, saldırı stratejisine geçelim
(Katılımcı)-Kesinlikle. İllâ ki bunları gerçekleştirelim demiyorum; ama bunları söyleyelim.
(Sunucu)-Siz ne diyorsunuz Sabahattin Bey?
(S.İ)-Şimdi biz; ancak Türkiye’nin belirlediği politikalar çerçevesinde hareket edebiliyoruz. Her zaman için savunmada kaldık; çok da doğru söyledi. Atak bir politika izlemedik. Rumlar yaptı, biz arkasından koştuk. Hidrokarbon meselesinde, Rumlar 20 yıldır her gün fazladan bir adım atarak ilerliyor. Türkiye’nin hakkı olan münhasır ekonomi sahasını işgal edecek duruma geldiler. Türkiye daha MEB sahasını ilan bile etmedi. Adam yapıyor ve biz ancak “Yapamazsın!” diyoruz. “İhale açamazsın!” dedik, açtı. “Sonuçlandıramazsın!” dedik, sonuçlandırdı. Dünya kadar para kazandı o ihalelerden. “Sondaj yapamazsın!” dedik, yaptı. “Çıkaramazsın!” dedik, şimdi çıkarma aşamasına geldiler.
Onlar yapıyor; biz üç beş blöf sallıyoruz, arada göstermelik gemiler şöyle bir dolaşıyor. Onlar hep ileri gidiyor, biz geri gidiyoruz. Biz neden MEB ilan etmedik, neden sondaja başlamadık? Biz neden ihale açmadık? Onlar koştursun arkamızda. 1974’te Barış Harekâtı oldu, hat çizildi. İkinci harekât başlamadan önce öneriler sunuldu. Kanton bölge olsun, şu olsun bu olsun. Rumlar reddetti. İkinci harekat oldu. Neden çıkıp dünyaya göğsümüzü gere gere “Türkler bu cumhuriyetin kurucusuydu, silah zoruyla atıldılar, dışlandılar, yok edildiler, toplu katliama uğradılar!” demedik.
1975’te anlaşma yapıldı; hat çizildi. Rumlar güneye, Türkler kuzeye geçti. “Artık görüşme falan yok, sorun bitmiştir!” niye demedik? Sürekli görüşme, toprak tavizi konuşuldu. Maraş’ın vakıf arazileri, hiç konuşmadığımız sultan malları var. Padişahın mülkleri cumhuriyetle beraber devlet kontrolüne geçti. Hiç onlara da sahip çıkılmadı. Ne vakıf mallarına ne sultan mallarına sahip çıkıldı. Bunlar binlerce dönümlük arazilerdir. Maraş’ı boş tuttuk Rumlar da bunu keklik olarak gördü. Bir anlaşma olursa kesinlikle istiyorlar.
Türkiye 80 milyonluk güçlü bir devlet iki paralık Rum’un karagözü oldu. Az önce söyledim: Çavuşoğlu görüşmelere geldiğinde 11 gün boyunca odasına kapandı. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, Cenevre’de garantörlükten vazgeçilme konuşulurken odasına kapandı. Bakın Rum tarafının her zamanki taktiği budur: “Sıfır asker, sıfır garanti.” deyip “Daha fazlasını alırım.” diye düşünüyor. Genel sekreter, Sayın Erdoğan’ı ve İngiltere başbakanını çağırma aşamasındaydı. Yunanistan başbakanını da çağırıp anlaşmayı imzalayacaklardı, iş o raddedeydi. Bunlar da hazır bekliyorlardı. Bunu imzalasalardı KKTC de Türkiye’nin garantörlüğü de bitmişti. Bu arada parça parça aklıma geliyor. Akıncı’nın kabul ettiği bir şey daha vardır. Bunu gururla açıkladı. Nüfusu 4 Rum’a, 1 Türk olarak dondurdu; yani 860 bin Rum, 220 bin Türk olacak. Anlaşmadan sonra, Türkiye’den gelecek olan bir Türk’ün vatandaş olması için 4 Yunan’ın vatandaş olması şartını da kabul etti.
(Katılımcı)-Olur mu öyle şey ya!
(S.İ.)- Bu ise hiç olmayacak bir şey. Çünkü tanıdığı 4 özgürlük çerçevesinde Yunan gelip vatandaş olmadan da yaşayabilir. Yani onların nüfusu sürekli artarken biz bir kişiyi bile vatandaş yapamayacağız.
(Katılımcı)- Bu özel tasarlanmış bir şey
(S.İ.)- Tabi,tabi. Başka bir oyun daha yaptılar orada. Bizim nüfusumuz en son sayımda 310 bin civarında. Oysa Akıncı bizim nüfusumuzu 220 bin olarak kabul etti. Sırf 1/4 oranından daha düşük olsun diye. Tutanaklarda ilginç bir şey var. Bu konuyla ilgili ilk görüşmede, Rum tarafı benim nüfusum 660 bin dedi. Akıncı 220 bin yazdırdı. Sonra baktılar ki oran 1/3 oluyor 1/4’i tutmuyor. Tutanakları okusanız deli olursunuz. Anastasiadis geldi, ikinci görüşmeye ve dedi ki “Benim nüfus dairem bana yanlış bilgi verdi. Onu 860 bin olarak düzeltelim.” Biz 220 binde kaldık onlar 860 bine yükseldi.
(Sunucu)-Süleyman Bey buyrun.
(Katılımcı)- Rahmetli Denktaş önemli bir mesaj vereceği zaman Türkiye’ye gelir toplantı yapar mesajı öyle verirdi. Yüreğinize sağlık güzel mesajlar verdiniz. Benim sorum Doğu Akdeniz hak menfaati ve güvenlik üzerineydi. Sağ olsun büyükelçim ve Oğuz Kaleli Albay yorumlarıyla açıklamalarıyla bunlara cevap verdiler. Dediğiniz gibi bir ihtimal Akıncı devre dışı bırakılırsa güzel gelişmeler olabilir.
(S.İ.)- Türkiye’nin belirlediği bu politikada ne kadar kararlı olacağına bağlıdır.
(Katılımcı)- Hocam ağzınıza sağlık güzel konuştunuz; ama ben Akıncı’ya veya Talat’a bakmam. Ben Türkiye’ye bakarım. Bu gücü ve cesareti nereden alıyorlar? Türkiye’deki hükümet biliyor olduktan sonra Talat’ı, Akıncı’yı ben hiç olarak görürüm. Siz belki nezaket gereği böyle demediniz; ama önemli olan bu.
(S.İ.)- Youtube’da bir konuşma var. Annan referandumundan sonra Talat ve Sayın Erdoğan’ın konuşmasının bir bant kaydı. Bunu herkes dinleyebilir. Orada Talat, Denktaş’ı şikâyet ediyor. Denktaş, hâlâ orada burada geziyor, konuşuyor diye. Sayın Erdoğan diyor ki “Onu dikkate almayın, biz onu sıfırladık zaten.” Durumumuz budur.
(Sunucu)- Son sözlerinizi alalalım.
(S.İ.)- Bana bu fırsatı verdiniz bende bildiğim kadarıyla size aktarmaya, nasıl bir tehlike ile karşı karşıyayız ve buna karşı nasıl önlem alabiliriz şeklinde görüşlerimi aktarmaya çalıştım. Biz bunları Kıbrıs’ta her gün yazıyoruz ve Sayın Erdoğan’ın, Sayın Çavuşoğlu’nun önüne gidiyor bunlar. Durumun farkındadırlar. Zaten Akıncı, bu müzakereleri Türkiye’nin bilgisi ve onayıyla yaptı. Neyi kabul ettiyse Türkiye’nin bilgisi var. Çünkü görüşmelerden sonra tutanaklar büyükelçiliğe ve dışişlerine gidiyor. Ayrıca her müzakereden sonra dışişlerinden bir heyet Akıncı ile görüşüyordu. Bir sonraki müzakerede ne konuşulacağına karar veriliyordu. Yani Türkiye’nin bilgisi ve onayıyla yapılmştır; ama şimdi yeni bir durum var. Bu durumun nedeninin yeni bulunan doğalgaz ve hidrokarbon kaynakları olduğunu düşünüyorum. Yine de içimde endişe var; çünkü geçmişte de çok sözler verildi. Aniden AB Türkiye’ye “Sen şunu şunu kabul et; ben de senin tam üyeliğinin yolunu açayım.” derse 2004’teki olay başımıza gelir mi? Veya ABD ben Menbiç’te veya Fırat’ın doğusunda şunları kabul edeyim sen de Kıbrıs’ta şunu yap derse acaba biz yine kim vurduya gider miyiz? Sokaklara dökülmek zorunda kalır mıyız? Böyle endişelerim hep var çünkü son 30-40 yılı birebir yaşadım ben Kıbrıs’ta. Denktaş’ın yanında çalışma arkadaşı olarak, gazeteci olarak,araştırmacı yazar olarak…Çok şey biliyorum,çok şeye tanık oldum, çok büyük hayal kırıklıkları yaşadım. Artık iki devletli politika ortaya atıldı kurtuldum diyemiyorum. Kıbrıs meselesi 40-50 yıldır bu şekilde süründürülüyorsa ve KKTC tanınmamışsa burada maalesef sorumlu Türkiye’dir. Türkiye’nin tanınma politikası olmadı ve bu yönde talepte bulunmadı.
(Sunucu)-Efendim teşekkür ediyoruz. Bu, sadece sizin değil; Türklerin tamamının meselesidir. Bu, Batı Türkleri’nin münasebette olması sebebiyle onların meselesi gibi gözükmektedir; ama tüm Türklerin meselesidir. Dolayısıyla anavatana vefa borcunuz yok, bu millî bir meseledir. Bu bir haçlı seferidir. Atlarıyla gelmiyorlar belki; ama neticede masada, diplomasiyle, ekonomiyle, bütün güçleri ile yaptıkları bir seferdir. Bu seferin karşısına hep birlikte çıkmak gerekmektedir. Türkiye son 2 yıldır en üst düzeyde beka probleminin dile getirildiği bir ülkedir. Kıbrıs bu beka probleminin en büyük parçasıdır. Kıbrıs’ta kaybedersek Türklerin bekası daha da fazla tehlikeye girecek. İnşallah hep birlikte güç birliği yaparak bunun karşısında duracağız. Hepinize çok teşekkür ediyoruz,iyi akşamlar diliyorum.