Yükleniyor...
Bu çalışma, 19-21 Mart 2013 tarihleri arasında, Ankara Üniversitesi’nde gerçekleşen “21.Yüzyılda Türkiye’de Sosyal Bilimler ve Toplum Sorunları”, başlıklı Sempozyumda aynı başlıkla sunulmuş bildirinin yeniden düzenlenmiş halidir.
“Cengizleri titretti şu âfâkı serâser
Timurları Hükmetti Şehinşahlara yekser
Fâtihlerine geçti bütün kişver-i Kayser.”
Hüseyinzâde Ali Bey.
Cengiz Han heykeli
Cengiz Han ve Moğolların Türk tarihindeki yerinin nasıl değerlendirileceği sorusu, Türk tarihçiliğinde en çok tartışılan konuların başında gelir. Geçmişi, Cengiz ve Timur istilaları çağına kadar giden bu tartışmalar, bazı zamanlar şiddetini artırıp, bazı zamanlar sessizliğe bürünmüş olsa da altan alta sürekliliğini hep korumuştur. Kuşkusuz konu, bir buçuk asrı aşan Türkçülük akımının tarihiyle de yakından ilgilidir. Buna bağlı alarak uluslaşma, aydınlanma ve çağdaşlaşma tarihimizi de yakından ilgilendirmektedir. Hatta daha da ileri giderek konunun aynı zamanda düşünce tarihimizin görüş ve eğilimlerini sınamaya yarayacak temel ölçütlerden biri olduğunu da iddia etmek mümkündür. Yine tartışmanın Türkiye sınırlarını aşan İdil- Ural ve Azerbaycan başta olmak üzere diğer Türkçü aydınlanma merkezlerini içine alan bir mekân genişliğine sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu yönüyle konunun tarihçilikten öte aidiyetlerimizi ve dünya görüşümüzü belirleyen bir yönü bulunmaktadır. Cengiz ve Moğollar, aynı zamanda çağdaş askeri doktrinler ve Jeopolitik kuramlar yanında Rusya’da Avrasyacı yaklaşımlar, Cengiz gerçeği ile yüzleşmek durumundadır. 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasına kadar gelen bir zaman diliminde dört başlık altında konuyu ele almaya çalışacağız.
Türk tarihçiliğinin doğuşundan günümüze kadar gelen canlı bir tartışma konusu olan bu konuda üretilen mesainin Türk tarihçilik mektebinin gelişmesine ve kendi özgün yolunu bulmasında değerli olduğunu belirtmemiz gerekir. Eski Türk tarihinin dayandığı Bozkır kültürü temel alındığında, Modern öncesi dönem için, çağdaş etnik aidiyetlerin yerini yaşam biçimleri ve iktisadi tercihlerin belirlediği dikkati çeker. Bu bağlamda bu eski dönemler için etnik sınırlar silikleşerek anlamını yitirmekte, bugün geçmişe ait aidiyetlerinin tayininde dil ve kültür unsurlarını esas almamız daha işlevsel olmaktadır.
Doğu ve Batı olmak üzere iki temel çizgide tarihi gelişimlerini sürdüren Türkler için Cengiz’in ortaya çıkışı yeni bir dönemin kapısını açmıştır. Sosyal ve etnik yapının büyük değişim yaşadığı bu dönemde Türk halklarının çağdaş etnik dokusu büyük oranda şekillenmiştir. Cengizlilerin hâkim olduğu coğrafya, özellikle Ak Orda ve Gök Orda sahası Tatar, Kazak, Özbek, Nogay, Karakalpak gibi çağdaş Türk halklarını üreten bir etnik labaratuvar işlevi görmüştür. Bölgeye ve döneme göre farklı adlandırmalar dikkati çekmekle birlikte Türk genel adı varlığını korumuştur. Cengiz ve haleflerinin idaresi altında yaşayan Doğu Türkleri ise Arap-İslâm[1] ve Rus kayıtlarında olduğu gibi Batı Türkleri tarafından da Tatar genellemesi altında ifade edilmiştir.
Hanedan esasına dayanarak yazılmış Osmanlı kroniklerinde Cengiz ve halefleri iyi bir gözle görülmemişlerdir. Bunu izlerine erken Osmanlı tarihlerinde rastlamaktayız. Resmi Osmanlı tarihlerinde, istila ve tahribatlardan dolayı şahsiyet olarak Cengiz ve Timur yanında bunların askeri unsurlarını ifade eden “Tatar” kavramı da olumsuz tanımlanmış; zalim, kan dökücü, gaddar, hileci, kurnaz olarak tavsif edilmiştir. Hatta bazen kâfir nitelemesi yapılarak Tanrının laneti ile birlikte anılmışlardır. Oruç Bey, Ahmedî, Şükrullah tarihleri, Neşri, Müneccimbaşı gibi Osmanlı kroniklerinde bu ifadelere bolca rastlanır.[2] Hatta Doğu ve Batı Türklüğünün hâkimiyet anlayışlarını yansıttıkları, Cengiznâme-Oğuznâme tarihçilik geleneğini, bu ayrışmaya dâhil edebiliriz.[3] Oğuznâme geleneğinin uzantıları olan Tevarih-i Âl-i Selçuk ve Tevarih-i Âl-i Osman türü eserlerde Cengiz ve halefleri olumsuz bir bakış açısı ile anlatılmaktaydı. Yukarıda zikredilen kronikler de Oğuznâme geleneğinin devamı görülebilir. 1243 Kösedağ savaşı ile İlhanlıların, 1402 Ankara savaşı ile Timurluların tahakkümüne giren Batı Türkleri, bunların bu tahakkümünün dayandığı Cengiz geleneğine karşı daha kadim Oğuz ananesine sarılarak direnmişler, kendi kavmi geleneklerini canlandırıp yaşatmışlardır. Hatta mütehakkim Cengiz ananesini “Âl-i Cengiz oyunu” çerçevesinde tahfif etmişlerdir.
Âşık Pâşâzâde gibi erken Osmanlı tarihlerinde göçer Tatarların, Türkmân ile birlikte Osman Gazi’nin dedesi ve babasının emrinde hareket edenler içinde zikredilmesi[4], Emir Nogay’ın ölümü ardından dağılarak Altın Orda Sahasından Osmanlı Beyliğinin bulunduğu uç bölgesine gelen Tatar gaziler olduğunu düşündürüyor. Konunun Osmanlı hanedanının menşei ve kuruluşu tartışmaları ile ilgisi bulunmaktadır.[5] Yine Ankara Savaşı’nda Deşt-i Kıpçak’tan gelen ve daha sonra Timur safına geçen Tatar çerisi bu meyanda düşünülmelidir.[6]6
Kırım Hanlığının Osmanlı himayesine girişi ve Osmanlı ülkesinde Tatarların yayılması, bu olumsuz algıyı zamanla yumuşatmıştır. Bu süreçte Tatar sözü Osmanlının kendinden gördüğü Müslüman unsurlarından biri, aynı zamanda atlı haberleşme görevlisi anlamı da kazanmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki gerek İlhanlı ve gerekse Timurlu tahakkümü, Batı Türklerinin kendi kavmi köklerinin dayandığı bozkır geleneklerinin güncellenmesine de fırsat vermiştir. Cengiz soyundan gelen Kırım hanlığının ilhakı yine bu doğrultuda işlev görmüştür. Batı Türklerinin Ön Asya halkları arasında dilleri ve kültürlerini unutup asimile olmamasında büyük oranda bu güncellemelerin tesiri vardır. Barthold’un değerlendirmeleri de bu yöndedir:
“Moğolların galebesi, göçebe kavimlerin kendi ananeleri, yaşayışları ve dilleriyle gururlanmalarına sebep oldu.. Moğol hükümdarlarının İran’da kendi halklarını yükseltmek yolundaki faaliyetleri, umumiyetle Moğolların değil belki Türklerin milli duygularına faydalı oldu. Reşidüddin büyük eserinde Cengiz Han ve onun selefleri ile başka Türk Moğol kabilelerine tahsis edilen kısımda göçebe hayatı hakkındaki açık tavsiflerden, Moğollar değil, asıl Türkler istifade ettiler. Camiü’t-tevarih’in bu kısmı, birkaç defa Türkçeye çevrildi.”[7]
13’ncü yüzyıl ortalarından 15’nci yüzyıl sonuna kadar devam eden yüz elli yıllık bu süreç içerisinde Osmanlı devlet kurumları ve sosyal hayatı üzerinde İlhanlı ve Timurlu etkisi belirgin bir şekilde kendini gösterir.
Cengiznâmelerde Batı Türklerinin yaşadığı Türkiye, uzun bir dönem “Diyar-ı Rum” veya “Memâlik-i Rum”, Türkiye Türkleri de “Rumî” veya “Rumlu” aidiyeti içinde anılmışlardır. Batı Türklerinin de bu tanımlama ile kendilerini daha üstün bir kültür ortamında hissettiklerine şahitlik ediyoruz.[8] Bu tanımlama onlara Doğu cihetinden yapılan bir adlandırma olmakla birlikte kendilerince de kabul görmüş idi. Batı cihetinden ise halk için Turco (Türk), ülke için Turquía (Türkiye), Padişah için ise Sultán Turco/ Gran Turco (Büyük Türk) sözleri yaygın olarak kullanılmıştır.[9]
Cengiznâme geleneğine bağlı olmalarına karşın Orta Asya ve Kuzey Türklerinin algısında Cengiz ve halefleri, yeknesak bir mahiyet taşımaz. Bölgenin ilim hayatını temsil eden medreseleri ve tarih yazıcılığı Cengiz ve haleflerini müstevli olarak gören Fars kültür dairesinin etki alanında bulunuyordu. Bu nedenle bölge Türkleri bu konuda erken zamanlardan başlayarak dini inançları ve milli gelenekleri arasında bir ikileme düşmüşlerdir. Bu ikilem, Cengiz geleneklerine dayanan Cengiz soyundan gelen hanlar ile Şeriatı savunan ulema arasında yaşanan çatışmada kendini gösteriyordu. Bu çatışma, Timurlular çağında şiddetle devam etmiş[10], 16. yüzyılın başında Deşt-i Kıpçak’tan gelen göçebe Özbeklerin Türkistan’ın bütün hayatına hâkim olmaları ardından Cengiz ananesi ile şeriat arasında ilkinin lehine oluşan bir uzlaşma ile sona erdirilmiştir. Cengiznâme geleneğinde yazılan Şibaninâmeler dönemin hâkim tarih ürünleri oldular.[11] 16. yüzyılda Hârezm bölgesi başka bir Cengizli hanedanının, Yadigâr Şibanileri’nin hâkimiyetinde, Cengiznâme yazıcılığının merkezi olmuştur. Bugün elimizde olmayan Tarih-i Dost Sultan ile Ötemiş Hacı tarafından yazılan Cengiznâme bu dönemin özelliklerini yansıtan belirgin eserlerdir. Doğu Türkçesi ile yazılan bu Cengiznâmeler, İslâmi ögelerle uyumlaştırılmış olsa da sözlü geleneğin canlı bir şekilde kendini devam ettirdiği köklü bir anlayışı ortaya koymaktadır.[12] Bu anlayış, bir asır sonra yine aynı bölgede Ebulgazi Bahadır Han gibi Cengiz neslinden hükümdar bir tarihçi tarafından kemâle erdirilecektir. Bizzat onun tarafından hem bir Cengiznâme (Şecere-i Türk) ve hem de bir Oğuznâme (Şecere-i Terâkime) telif edilmek suretiyle, yukarıda sözü edilen Oğuznâme- Cengiznâme temelindeki iki Türk sözlü tarih geleneği yakınlaştırılmaya çalışılmıştır. Hatta bu yönüyle Ebulgazi’yi Doğu ve Batı Türklüğünü ortak tarih temelinde birleştirmeye yönelik girişimin ilk temsilcisi olarak değerlendirmek mümkündür.
Cengiz ananesinin etkisini yitirdiği, siyasî hâkimiyetin Hocaların eline geçtiği Doğu Türkistan’da ise üstün çıkan Şeriat olmuş, tartışma medrese ve ruhanilerin lehine çözülmüştür.[13]
Kırım sahası da Cengiznâme geleneğinin en kuvvetli yaşatıldığı kültür merkezlerinden biri durumundaydı. Zamanla Osmanlı nesir geleneği tesirinde ürünler veren bu bölge, dil ve kültür bakımdan olduğu kadar fikrî bakımdan da Hârezm gibi iki tarih yazım geleneğini yaklaştıran ve Türk dünyasını birleştirici bir hüviyete sahip olmuştur. 1748 yılında tamamlanan Abdülgaffar Kırımî’nin Umdetü’l-Ahbâr’ı yanı sıra Seyyid Mehmed Rıza’nın Es-Seb’üs Seyyar fi Ahbâr-ı Mülûku’t-Tatar ve Abdullah ibn Rıdvan’ın Tevârih-i Deşt-i Kıpçak adlı eserleri zikredilmeye değer.[14]14
İdil Ural Türkleri de Türkistan’da olduğu gibi, kendi sözlü ve yazılı tarihlerinde Cengiz ve onun neslinden gelen hanlar hakkında olumlu düşüncelere sahip olmalarına karşın, Buhara medreselerinden beslenen İslami tutuculuğun doğurduğu olumsuz düşüncelerin yarattığı ikilemde kalmışlardır. Yine de, 17. ve 18. yüzyıllarda Kazan Türkleri arasında, Dastan-ı Nesl-i Cengiz Han ve Aksak Timur, Camiüttevarih ve Tevarih-i Bulgariye adlı üç tarihî eserin çok yayılmış ve okunmuş olduğunu biliyoruz. Kurat’a göre; bunlardan ilkinin en geç 1635’lerde, ikincisinin ise en geç 1641’de tanzim edildiği tahmin edilmektedir. Her iki eserin de Hankerman‘da (Kasım Hanları sarayında) yazıldığı biliniyor.[15] Abdulkadir İnan ise eserin 15. veya 16. yüzyıldan önce yazılmış olduğu fikrindedir.[16]
Türkler arasında yenileşme ve milli uyanış, 19. yüzyılda başlayıp giderek hız kazanmış, 20. yüzyılın başlarında ise özgün kimliğini bularak büyük bir aydınlanma birikimi oluşturmuştur. Bu dönemde Cengiz ve haleflerine bakışta da değişim yaşanmıştır. Bu durum, öncelikli olarak İdil – Ural Türkleri arasında kimlik tartışmalarında kendini göstermiştir. Yenileşme akımları ile giderek daha tebellür eden bu düşünceler, milli uyanış yolunda belli bir çizgiye oturacaktır. Haliyle bu tartışmalarda temel konuların başında Cengiz ve halefleri gelmekteydi. Kazan Üniversitesinde ilk görev alan Türk- Tatar dilleri okutmanı olan İbrahim b. İshak Halfin, halk arasında 17. yüzyıldan beri bilinen adı geçen, Dastan-ı Cengiz Han ve Aksak Timur adlı eseri, 1819 tarihinde Kazan’da Üniversite Matbaası’nda Ahvâl-i Çingiz Han ve Aksak Timur adıyla bastırmıştır. 1822 yılında ikinci baskısı yapılan eserin ardından o, 1824 tarihinde yine aynı yerde Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türk’ünü de neşretmiştir.
Türkiye’de Cengiz ve Timur’a bakışın değişmeye başlaması, yine Türkçülük akımının gelişimi ile bağlantılı olmuştur. Rusya’nın Türkistan’ı aşıp Kaşgar’a kadar yayılması karşısında İngiliz siyasetinin İstanbul’da Rusya’ya karşı etkinliğini artırdığını görüyoruz. Sultan Abdulaziz’in saltanatı zamanında, Kaşgar hanı Yakub Bey’in elçi göndermesi İstanbul’da Türklüğün kadim yurtlarına karşı ilgiyi artırmıştı. Bunun sonucu olarak Ahmet Vefik Paşa’nın Şecere-i Türk’ü Çağatay Türkçesinden Osmanlı Türkçesine kazandırmıştır. Bu konuda en büyük etkiyi yapan kuşkusuz Leon Cahun’un 1896 yılında Introduction Générale à l’Histoire de l’Asie (Asya Tarihine Giriş) adlı eseriyle Necip Asım Bey’in üç yıl sonra bunu esas alan Türk Tarihi[17] adlı eserini yayımlamasıdır diyebiliriz.
Buhara tesirindeki Kazan mollalarının, Şeriatı, Cengiz ananesine üstün tutan tavrına karşın, Şehabeddin Mercanî bir din adamı olarak milleti esas alan tarihçilik yaklaşımı ile milli uyanışın öncüleri arasında yer almıştır. Onun Tatar kimliğinin oluşması ve Türkçülük akımının doğuşunda bu yaklaşımının belirleyici olduğu söylenebilir.[18] Mercânî’nin Çağatay tesirinde bir Kazan Türkçesi ile birinci cildi 1885, ikinci cildi 1900 yılında Kazan’da basılan Kitabü Müstefâdü’l-ahbâr fî ahvâli Kazân ve Bulgār adlı eseri, bu konuda çığır açıcı olmuştur. Müellifin ölümünden altı ay önce tamamlanan eser, İdil-Ural Müslümanlarının 19. yüzyıla kadarki genel tarihini anlatmaktadır. Birinci ciltte Bulgar Devleti üzerinde yoğunlaşmakla birlikte Hazar, Burtas, Kıpçak, Başkırt ve Rus kavimlerinden de bahsedilmekte, Altın Orda, Kazan, Astrahan, Kırım, Sibir hanlıkları ile Nogay Ordası ve Kazak hanlarının Rus istilasından önceki tarihleri ele alınmaktadır. İkinci ciltte İdil- Ural Tatarlarının 18.-19. yüzyıllardaki içtimai, iktisadi, manevi hayatlarından, buralarda görev yapan idareci, tüccar ve ulemadan önde gelen kimselerin hayat hikâyelerinden söz edilmektedir.[19] Bu şekilde İdil-Ural Türkleri arasında başlayan dil ve kimlik tartışmalarında Cengiz Han ve haleflerine sahip çıkanların, aynı zaman da Türk ve Tatar kimliğini sahiplenen Ceditçiler/ Yenilikçiler olması dikkat çeker. Rusya Müslümanları arasında yenileşme ve milli uyanış akımının en büyük öncüsü olan İsmail Gaspıralı da bu çizgide yazılar yazmıştır. Rızaeddin Fahreddin, İdil – Ural bölgesindeki kimlik ve tarih bilincine yönelik tartışmalarda açık bir görüşe sahip aydınlardan biri idi. O, zaman içerisinde fikirlerini geliştirerek kendi toplumunu Tatar yerine doğrudan Türk diye adlandırmak gerektiği inanıyordu. Aynı zamanda Müftü olarak onun Cengiz ve Timur konusundaki değerlendirmeleri büyük önem taşır. 1909 yılında Şura dergisinde yayınladığı makalesinde, Cengiz Han’dan hareketle dini hissiyat ile milli hissiyatın farklı sonuçlar doğurabileceğine açıkça değinmesi ilgi çekicidir:
“Türkleri birleştirmek yolunda gayret ettiği ve Türk kavminin şan ve şöhretini göklere çıkardığı için Cengiz Han, en büyük adamlarımızdan, vücudu ile iftihar edecek büyüklerimizden ise de bu bâbda olan hissiyat-ı diniyemiz, hissiyat-ı kavmiyemize galipdir”
Bu dönemde İstanbul’da ve Kazan’da bir ara çözüm olarak Türk- Tatar kavramı birlikte kullanılmıştır. Kazan sahasında Tatar ve Türk kimliği arasında Tatar kimliğine kendini daha yakın hissedenler, Cengiz ve mirasını daha müspet görmekteydiler. Cengiz için bu olumlu hislere karşın Toktamış’a vurduğu darbeyle, Tatarların felaketine sebep olduğu düşüncesiyle Timur, olumsuz hislerle değerlendirilmiştir.[20] Günümüzde de benzer şekilde Azerbaycan ve Türkiye’de Timur yaptığı seferlerle Türk dünyasına zarar verdiği yönüyle sıklıkla eleştiri konusu yapılmıştır.[21]
Diğer bir Türkçü aydınlanma merkezi olan Azerbaycan’da dünyadaki Türklerinin birliğini savunmak, doğal olarak Cengiz, Timur ve halefleri lehinde müspet bir tarih görüşünü gerektiriyordu. Azerbaycan’da Türkçülük fikrinin ilk temsilcilerinden olan Hüseyinzâde Ali Bey de, Türklerin birliği fikrini savunurken Cengiz ve Timur konusunda olumlu görüşünü açık bir şekilde belirtmekteydi. Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset başlıklı yazısı Kahire’de Türk gazetesinde yayınlanması ardından başlayan tartışmalar üzerine o, gazeteye bu konudaki görüşlerini de içeren bir mektup gönderip yayınlatmıştır. Türkler arasında mahalli adlandırmaların yerine Türk adının kullanılması gerektiğini izah ettikten başka mektubunda;
“Umûm Türklüğün medâr-ı iftihârı olan Cengizler, Timurlar gibi harp dâhilerine dair hakaret-âmiz sözler derç etmek… Kaş yapayım derken göz çıkarmak kabilindendir”[22]
diye görüşlerini Türklüğün umum menfaati çerçevesinde değerlendirmiştir.
Türk milli uyanışı ile birlikte Türklerin uzak tarihlerini de konu alan çalışmalardaki artış dikkat çeker. Türkiye’de bu çalışmalarda bilhassa İkinci Meşrutiyet sonrası Rusya Türklerinin de büyük katkısı vardır. Trablusgarp ve Balkan harpleri ile ülkenin dağılmanın eşiğine geldiği muhataralı bir zamanda, milli duygularla kuvvet toplamak isteyen Türkçüler için büyük cihangirler ve özellikle Cengiz Han dönemi, altın çağ olarak anlam kazanıyordu. Buna karşın, İslâm’ın saadet asrına dönmeyi en geçerli yol olarak gören İslamcıların ise putperest gördükleri bu dönemin mirasına Türkçülerin sahip çıkmalarına şiddetli itirazları olacaktır. Bu iki gurup arasında fikri ayrışma “biz kimiz” sorusuna verilen cevapta ve bununla bağlantılı olarak oluşturulan tarih görüşlerinde kendini göstermekteydi. Bu dönemde istibdata karşı Genç Türklerle birlikte hareket eden Sırat-ı Müstakim çevresinde fikri faaliyette bulunan İslamcılar ile daha sonra Türk Yurdu çevresinde faaliyette bulunan Türkçülerin bir sürelik yol arkadaşlığı bu tartışmalarla yavaş yavaş sona ermeye başlayacaktır. Balkan Savaşı bir dini hava yaratmakla birlikte, siyasette Türkçülüğün etkisinin artmasına katkı yapmıştı. Bu dönemde ilk kez olarak Türk hükümeti, Türk ordusu, Türk hakanı gibi aidiyet ifadeleri kullanılmaya başlandı. Bu durum karşısında Meşrutiyet’e sıcak bakan İslâmcıların, Sırat-ı Müstakim ve Sebilüreşad’da Türkçülerle dikkat çeken birliktelikleri sonlanacaktır. İslâmcılar bir yandan Türkçülerle yollarını ayırırken, demokratik, özgürlükçü bir rejime olduğu kadar milliyetçi bir rejime de karşı olduklarını ifade ediyorlardı. Hatta bu konuda Türkçülerle sert tartışmalara girişmekten çekinmeyeceklerdir.
Türkçülük fikrinin gelişimi ile Cengiz ve halefleri hakkındaki olumsuz yargıların izalesinin gerekliliğini çok iyi bilen Akçura, Türk Yurdu mecmuasının ilk sayısında hemen bu konu ile başlaması ilginçtir. Onun tefrika halinde on bir sayı neşrettiği “Müverrih Leon Cahun ve Muallim Barthold’a Göre Cengiz Han” başlıklı yazısı, Türk tarihçiliği açısından olduğu kadar Türk düşünce hayatı bakımından da bir Cengiz sorunu ihdas etmiş bulunuyordu.[23] Cengiz ve ahfadına nasıl bakılacağı, tartışmanın özünü teşkil ediyordu. Akçura’nın temel görüşü;
“Cengiz İmparatorluğu ile Türk- Tatarların tarih-i hayatiyesi kesb-i sarahat edip bir şekl-i muayyen almıştır, Cengiz Türk ırkına mensup akvamın hemen cümlesini birleştirdi. Cengiz ve oğulları zamanında büyük bir Türk imparatorluğu hâsıl olmuştu”[24] şeklindeydi.
Yani birliğin yaratacağı güç peşindeydiler. Akçura Türk kamuoyundaki Cengiz ve Tatarlar hakkında olumsuz düşüncelere karşı da ciddi bir mücadele başlatır. Bu mücadelenin merkez üssü Türk Ocakları ve Türk Yurdu olacaktır. Tasvîr-i Efkâr’da Ebuzziya Tevfik’in Rusların zalimliğini anlatırken Tatarları sorumlu gösteren “zaten Moskof damarlarına ara sıra dökülmüş Tatar kanları, bu kavmi- zahiren ne kadar temeddün ederse etsin daima hunharlığa sevk edecektir” şeklindeki ifadelerine karşı yoğun bir kampanya başlatılır. Türk Derneği çevresinden gençler, gazeteyi protesto ederler. Akçura, 7 Nisan 1911 yılında Fevziye Kütübhanesi’nde ve devamında Şark Tiyatrosu’nda “Türk ve Tatar Birdir Türkler Medeniyete Hizmet Etmiştir” başlığında kapsamlı bir konferans verir. Bu konferans metni daha sonra Türk Yurdu’nun ekinde yayınlanır.[25] Türk Yurdu’nda Akçura’dan başka diğer yazarların da bu çizgide yazıları neşredilir. Bu tartışmalarda öne çıkan isimlerin başında Ahmet Ağaoğlu gelir. Türkçülük, İslâmcılıktan ayrıştıkça Ağaoğlu’nun da İslâmcılarla olan organik bağının zayıfladığını görüyoruz. Türk Yurdu’ndaki Türk dünyasını tanıtan yazılarında “Türk âlemi içinde İslamlık ve Türklük olmak üzere iki cereyanın mevcut olduğunu, bunların mesailerini birleştirip birleştiremeyeceğine” dair görüşlerini paylaşır. Başlangıçta görüşlerini yaymak için özgür bir zemin olarak kullandığı İslâmcı Sebilürreşad dergisiyle bu kez Türkçülüğün İslâm’la bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir sert tartışmaya girecektir. Nitekim bu dönemde Ahmet Naim, Süleyman Nazif gibi isimlerin Türkçülere karşı yaptıkları saldırılara karşı Türkçülüğün savunmasını Akçura’dan başka, Gasprıalı ve Ağaoğlu, üstlenmiştir. Ahmet Naim, Müslüman kimliğini Türk, Arap vs olarak parçalamanın doğru olmadığını savunurken, Türkçülerin Türk tarihine olan ilgilerini şirk olarak değerlendirmekteydi. Burada tartışma dönüp dolaşıp yine Cengiz’e odaklanmıştır:
“Cengiz’in yasasını bilmek, İlhân’ın yurdunu tanımak, Altun Ordu’yu anmak bize lâzım değil. Mazideki işrak (şirk koşma) ile tefahür (övünme) edilemez. Bize şer’-i Muhammedi’yi, İslâm yurdunu, mücâhidîn-i İslâm’ı bilmek, tanımak lâzım” diyerek karşı çıkar.
Ağaoğlu’nun Türkçülerin tarih anlayışına saldıran bu görüşlere karşı Türk Yurdu’ndan “İslâm’da Dava-yı Milliyet”[26] başlıklı iki makalesi ile cevap verir. Saygılı bir üslupla kaleme aldığı, Ayet ve Hadislerden desteklediği bu yazısında Ağaoğlu, Ahmet Naim’in “kavm” veya yeni anlayışa göre “millet” sözü ile “asabiyet” sözünü karıştırdığını, İslâm’ın milliyetçiliği değil millet oluşumuna da engel olan kabilecilik anlamına gelen asabiyeti yasakladığını dile getirir.
“Asabiyet, aşiret halinde yaşayan, vahdet-i milliyesini duymamış, kendini bilmez, nereye doğru yürüdüğünü anlamaz, muhitlere mahsustur. Milliye ise bunun aksidir, yani kendini bilir bir vicdan-ı milliye malik bir muhittir.” der[27].
Sebilürreşad’ın yönetmeni Mehmed Akif 1912 şartlarında bu kampanyaya katılır. Onun dergisinde çıkan bir yazıda, “Türk” de ne demek oluyor? “Türk, Osmanlı Saltanatı, İslâm Hilâfeti adını taşıyan bir siyasal şirketin üyelerinden yalnızca bir tanesidir” diyordu. Bu konuda en sert muhalefeti yürüten Ahmet Naim (1872-1934), 1913 yılında “İslâm’da Dava-yi Kavmiyet” adıyla bir kitap yazarak, Türkçülüğü, Rusya’dan gelen Tatarların icat ettiği bir efsane olarak tanımlamakta ve İslâm’a bir ihanet olarak görmekteydi. İslamcılardan Türkçülüğe yöneltilen eleştirilere karşı İsmail Gaspıralı ve Ahmet Ağaoğlu tarafından Türk Yurdu ve Yeni Mecmua’da kapsamlı cevaplar verilir. Türk milliyetçiliğinin şoven tutuculuktan uzak, insaniyetçi bir hareket olduğu anlatılır. Ayrıca bu dönemde büyük bir ivme kazanan Türkiyat çalışmalarının verdiği yeni bakışlarla iddialarını desteklerler.[28]
Osmanlıcılık siyasetini savunanlar da İslâmcılar gibi Türkçülere karşı saldırıya geçerler. Bunların başında ünlü yazar Süleyman Nazif’i görmekteyiz. Süleyman Nazif de Türklüğü inkâr noktasına vardırdığı eleştirilerini, Türkçülüğün Balkan Savaşı felaketinden daha büyük bir felâkete yol açmakta olduğuna kadar sertleştirmiştir. Süleyman Nazif’in Ahmet Naim’le aynı hususları tartışma konusu yaptığın görüyoruz. Bu hususların başında yine Cengiz tartışması gelir “Bunu kimse inkâr edemez ki Sultan Osman’ın miras-ı mukaddesi, Hazret-i Muhammed’in metrukât-ı mübarekesiyle kabil-i muhafazadır. Cengiz’in yâd-ı mezalimi ile değil.”[29] İctihâd dergisinden sert, ateşli ve heyecanlı yazılarına karşı Ağaoğlu, Sabık Trabzon Valisi, Süleyman Nazif Beyefendiye hitaben Türk Yurdu dergisinden makul, mutedil ve saygılı bir üslupla cevap verir. Aslında Ağaoğlu yazılarında da İslâmlığın ve Osmanlılığın da gerçek hamilerinin Türkçüler olduğu fikrini savunmaktaydı. Ağaoğlu, “Türk Medeniyeti ve Tarihi” yazılarında Darülfünun muallimlerinden İskender Marki’den naklen; “Size Asyalılar, Turanîler, Moğollar deseler çekinmeyiniz” dedikten başka İslâm öncesi Türk tarihinin de görkemli ve medeni olduğunu ispat etmeye çaba gösterir.”[30]
Cihan Harbi yılları, İslâm birliği ve Türk birliği siyasetinin devlet ideolojisi olarak desteklemesi yanında savaşın özel koşulları iki kesimin de tartışmaları bir süre ertelemesine yol açmıştır. Şevket Süreyya Aydemir, kendi kuşağının bu tür hayallerle vatan savunması için kendilerini cepheden cepheye savuracak gücü nasıl bulduklarını kendi özel hikâyesinde anlatır. Müfide Ferid’in roman kahramanı Aydemir soyadını alması da böyle bir Turancı ülkünün onda kalan mirasıdır.[31] Bu kuşaklar isimlerinin yanına Gökalp, Tuğrul, Alptekin gibi eski Türkçe isimler almayı itiyat edinmişlerdi. Milli mücadele milliyetçi bir temele sahip olsa da bu dönemde bütün kesimler fikri ayrılıklarını ertelemiş önceliği vatan müdafaası vermişlerdir.
Milli uyanış döneminin daha çok siyasi mahiyet taşıyan görüşler çerçevesinde değerlendirilen Cengiz sorunu, Tarihçilik mesleği, ilmi usul ve esaslara dayandıkça daha tarafsız değerlendirmelerin konusu olması mümkün olmuştur. Yine de bu konu, zaman zaman şiddeti azalıp artmakla birlikte günümüze kadar siyasi ve fikri tartışmaların odağında olmaya devam edecektir.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Rıza Nur’un eserinde Cengiz ve Moğolları Türk sayan görüşlerine karşı Necip Asım Bey, daha önce Türk Tarihi adlı eserinde savunduğu eski görüşlerini değiştirerek karşı çıkmış, eserini ve görüşlerini esas aldığı Leon Cahun’u bu kez aşağıdaki ifadelerle eleştirmiştir.
“Leon Cahun’un ve sairenin Cengiz için: “Türk vahdetine hadim olmuştur.” demeleri kuru laftır. Cengiz bir cihangirdir. Her cihangir gibi o da bir kozmopolittir. Emeline nail olmak için Türk gibi bir savaş unsurunu idaresi altına almıştır ve bu işte muvafık olmak için dünyanın en zengin bir memleketi olan Çin’i de hükmü altına almıştır. Eğer maksadı Türk vahdeti olsa idi Çin’e gider miydi? Kim ne derse desin ben ne Cengiz Han’ın Cihangirliğinden bir şeref isterim ne de cinayetlerinden mesuliyet! Ve zannediyorum ki neticede birleşiyoruz. Eğer öyle ise tamamiyle Moğol müessesesi olan kurultayı, Ergenekon kurtuluş bayramını, Kırım hanlarının veliahtlarına verilen kalgaylık ünvanını da sahiplerine verelim.”[32]
Milli bir aydınlanma hareketine dayanan cumhuriyetin kültür siyaseti, İslâm öncesi Türk tarihini, geri kalmışlığın pasından kurtulmak, çağdaş bir toplum kurmak, kaynaşmış, kenetlenmiş yeni bir ulus yaratmanın vasıtalarından biri olarak görülmekteydi. Türklerin Asya’daki uzak geçmişlerini öğrenmek, din- devlet ilişkisini laik temeller üzerine oturtmak için uygun bir bilinç yaratabilecekti.[33] Bu yüzden hanedan yerine milleti esas alan bir tarih algısı büyük önem kazanmıştır. Bu konuda Atatürk ve Togan arasında geçen görüşme ilgi çekicidir. Togan’ın Kazan Üniversitesi Arkeoloji Cemiyeti için hazırlayıp Akçura vasıtasıyla Bilgi Mecmuası’nda (1914, sayı 7) yayınlattığı İbn Haldun ile ilgili çalışması, ondan habersiz Türkiye’de din- siyaset ekseninde bir dizi tartışmaya neden olmuştur. Bu makalede teokrasinin Türkler için felaket olduğu ve İslâm’ın özüne uymadığı fikri işlenmekteydi:
“Türkler ve Moğolların idare sisteminde din ile bağlı bir şey yoktur. Çingiz’in Yasa sisteminin tatbiki İslâm âleminde yeni bir devir açtı. Bu yasa Türkiye’de Yasaq-i Osmanî ve tamga sistemini bıraktı. Orta Asya’daki İslâm memleketlerinin Rusya’ya esir olmalarının başlıca sebebi bunların Çingiz Yasası’nda ayrılarak Şeriate dönmeleri olmuştur.” “İbn Haldun büyük tarihini yazdığı zaman Türk âleminde büyük hadiseler zuhur etmişti. O Şam’da Temür’le görüştü. Onun Türk kavmiyle ilk hakiki teması bu suretle başladı ve ayrı kitap yazıp bu hatıratı tesbit etti. Temür, memleketini Yasa ve Tüzükle idare etti”.
Atatürk de makaleyi yazım yanlışlarını düzeltecek kadar derinlemesine okuyup incelemiş, 1 Şubat 1930’da Çankaya Köşkü’ndeki davette Togan’a beğenilerini de ifade etmiştir[34].
1931 yılında liseler için hazırlanan ve on yıl kadar okutulan Atatürk’ün de katkıda bulunduğu dört ciltlik Tarih, eserinde Cengiz siyasi tarihin gelişimine göre, olumlu bir bakış açısıyla “büyük bir devlet adamı” olarak, seferleri ise “Cengiz’in Fetihleri” başlığı ile sunulur. Cengiz’in kurduğu imparatorluk bir “Türk- Moğol Devleti” olarak tanımlanır. Moğollar ise bir hüküm verilmeden zikredilir. 30 sayfadan fazla yer ayrılmış olan Timur ise halkın sevgisini kazanmış, diplomat, adil, zeki örnek bir hükümdar olarak takdim edilir.[35]
1934 yılında çıkarılan ve Türk uluslaşması yolunda büyük bir etkiye sahip olan Soyadı Kanunu, Türkiye dışında kalan Türklerin uzak tarihleri yanında Cengiz, Timur ve haleflerine ait olan şahıs, topluluk ve yer adlarının, soyadı olarak kullanıma girmesine fırsat vermiştir. Cengiz, Timur, Noyan, Çağatay, İlhan, Barulas, Altan, Moğol, Moğultay gibi soy isimleri çağrışımlarıyla konuya bilincimizde süreklilik kazandırmıştır diyebiliriz.[36]
Cumhuriyet döneminde ulus temelli gelişen Türk tarihçilik mektebi sadece Cengiz, Timur ve halefleri sorununu değil, Şah İsmail, Uzun Hasan ve diğer benzeri sorunları da ilmi tarihçiliğin yöntemleri, güçlü akademik ve kurumsal yapılar sayesinde ihtilaf kaynağı olmaktan çıkartmaya çalışmıştır. Türkiye’de tarihten, edebiyat tarihine, hukuk tarihinden, müesseseler ve iktisat tarihine kadar beşeri bilimlerin pek çok alanında öncü çalışmalar yapan Mehmed Fuad Köprülü, siyasi ve fikri tartışmaların dışında ilmi usulleri esas alan bir yaklaşım geliştirmeyi başarmış, bu yönü ile kendi ilmi mektebini oluşturmuştur. Onun bu konudaki görüşleri Rus ve Batı Türklük biliminin sürekli gelişen birikimine yaslanır. Bu birikimi Türk medeniyetinin bütünlüğü içerisinde eleştirel değerlendirmelere tabi tutarak yeniden üretmeye çalışır. O, Cengiz veya Moğolların Türklüğünden daha çok Cengizliler zamanında Türk dili ve edebiyatının gelişmesi ile ilgilenmiş, bu dönemi Türk tarihinin ve medeniyetinin bir parçası olarak görmüştür. Onun; “Moğolların Türk ekseriyeti içinde dillerini unutarak süratle Türkleşmeleri yalnız Altın Orda ve Türkistan’a münhasır kalmamıştır; İran’da ve Anadolu’da dahi aynı şeyi görüyoruz” yaklaşımı Türk tarihçilik mektebinin kendinden sonraki ilmi anlayışını büyük oranda belirlemiştir. Timur ve halefleri konusunda ise çok daha açık bir tavır ortaya koyan Köprülü, Timurlular devrinde ortaya konan maddi medeniyeti, Türk medeniyeti bakımından bir zirve olarak görür. “Avrupalıların Büyük Moğol İmparatorluğu dedikleri Türk İmparatorluğu’na Tirmurlular ve daha doğrusu Baburlüler İmparatorluğu adını vermek daha uygundur” der.[37] Buna karşın Köprülü, Osmanlı hanedanının etnik menşeinin Moğol/ Tatarlığı konusunda J. Marquart, P. Wittek’ten ve Zeki Velidi Togan’ın görüşlerine karşı 1941 yılında Belleten’de çok kapsamlı bir cevap verir.[38]
Atatürk döneminde devletin kültür ve tarih siyaseti nedeniyle Cengiz ve Moğolların Türklüğü tartışmaları, hızını kaybeder. Bu dönemde ve sonrasında umumi Türk tarihine dair görüşleri ve kendine özgü tarihçilik anlayışı nedeniyle Zeki Velidi Togan’ı ilmi tartışmaların hep içinde görüyoruz. Togan, Marquart’ın Kay=Kayı birleştirmesi iddiasını geliştirerek daha kapsamlı bir şekilde ortaya koymuştur. 1932’de Birinci Türk Tarih Kongresindeki muhalif tavrı nedeniyle yurt dışına çıkmak zorunda kalan Togan, bu kez siyasi görüşleri nedeniyle 1944 yılında da Irkçılık- Turancılık davasının sanıkları arasına sokulmuştu. Togan’ın Cengiz ve Timur konusunda görüşlerinin etkisi, Türkiye’de erken zamanda makes bulmuş olmasına rağmen çok partili hayatta yine tartışmaların odağında olur. Kimlik tartışmalarının canlandığı bu dönemde Cengiz ve Moğolların yeniden tartışma konusu yapılması şaşırtıcı değildir. Türk tarih mektebinin Anadoluculuk ile muhafazakâr eğilimleri taşıyan üyeleri Cengiz, Timur ve Moğollar konusunda yeni tartışmalar başlatmışlardır. Köprülü mektebinden Mükrimin Halil Yinanç, İbrahim Kafesoğlu, Osman Turan, Mehmet Altay Köymen gibi güçlü Selçuklu tarihçilerinin Türkiye tarihine ilişkin ciddi hacimli çalışmaları, tarihçiliğin gündemini Müslüman Türk çağına yöneltmiştir. Türkistan, Ön Asya ve Anadolu’daki Moğol istilasını, Türk olmayan yıkıcı bir harekât olarak gören bu kuşak, Cengiz imparatorluğunu bir Türk-Moğol imparatorluğu olarak gören ve İlhanlı hâkimiyeti altındaki Anadolu’nun iktisadi vaziyetini ticaretin ve bayındırlık hizmetlerinin inkişaf ettiği bir dönem olarak gören Togan’a[39] karşı eleştirilerini yükselteceklerdir.
Bu konuda en sert tartışmayı başlatan İbrahim Kafesoğlu olacaktır. O, Togan’ın 1941 yılında yayınlamış olduğu “Moğollar, Cengiz ve Türklük” adlı eseri yanında 1946 yılında yayınladığı “Umumi Türk Tarihine Giriş” adlı eserlerini hedef alan “Türk Tarihinde Moğollar ve Cengiz Meselesi” başlıklı kapsamlı ve sert bir eleştiri yazısı kaleme alır. Togan’ın bu konudaki çalışmalarını önce şekil sonra muhteva bakımından değerlendirir:
“Henüz halline muvaffak olunmamış problemlerin malum gerçekler gibi alındığı; katiyetle bilinmeyen meselelerden ve kıymetsiz birkaç delile istinaden büyük neticeler çıkarmak gibi yanlış yollara girildiği; hele bir müellif tarafından kendince mühim bahislerde, zorlamalar yapıldığı zaman, hakikatlerin ne kadar değiştirildiğini göstermek bir takım peşin hükümler tesiri altında kalmış tedkikçilerin bu hükümlerini muntazaman tekrarlama itiyadından kurtulamadıklarına dair bir numune vermektedir” diye Togan’ı ağır bir şekilde eleştirir.
Togan’ın eserinde Moğollar, Cengiz ve Timurlular bahislerine ayrıntılı ve uzun yer vererek diğer bahisleri geçiştirdiği, bu yolla Cengiz ve Moğolları daha önemli hale getirmeye çalıştığını söyler. Türklerle Moğolların soyca ayrı olduklarını, Türkçe ve Moğolcadaki müşterek kelimelerin komşuluk münasebetiyle olduğunu savunur. Cengiz’in Türk değil, ırken ve dil olarak şüphe duyulmayacak şekilde Moğol olduğunu savunur. Moğollarla Türkler arasındaki bazı inanç, anlayış, gelenek ve görenek ortaklıklarının, aynı kültür dairesine mensup olmaktan kaynaklandığını ileri sürer.[40] Sıra dışı bir tarihçi olan Togan, daha önce Türkiye’de doğrudan giriştiği ilmi ve fikri tartışmalardan yaşadığı acı tecrübeleri sebebiyle Kafesoğlu’nun doğrudan kendine yönelttiği eleştirilere bu kez dolaylı yoldan cevap vermeyi tercih eder. Başkanı olduğu İslâm Tedkikleri Enstitüsü’nün dergisinde doktora öğrencisi olan Çin Müslümanlarından Celaleddin Wang-zin- şan’nın Kitabiyat kısmında neşrettiği yazısıyla gecikmeli olarak cevap vermiş olur. Celaleddin Wang-zin-şan, yazısına Kafesoğlu’nun söz konusu makalesi ile yine Togan eleştirileri yaptığı “Selçuklu Ailesinin Menşei Meselesi” başlıklı iki yazısını cerh yani yaralamak maksadıyla kaleme aldığını belirterek başlar. Kafesoğlu’nun Moğolları aşağılayan ifadelerini öne çıkararak, “Cengiz sülalesinin Türklükle hiçbir ilgisi olmadığı fikrinde olduğundan, bunları Türk tarihine ait bir esere ithal etmeyi “akvam-ı vahşiyeyi Türk tarihine karıştırmak nazariyesi ile bakmış” olduğunu belirtir. Kafesoğlu’nun ön yargılı ve hakaretamiz ifadeleri ile Togan’ın ilmi haysiyetine ve şahsına karşı tecavüze giriştiğini, tarihi kayıtları ve Togan’ın sözlerini açıkça tahriften de çekinmemiş olduğunu söyler. Yazısında Togan’ın teksir edilmiş fakat yayınlanmamış kendi cevabından da alıntılar yapar. Kafesoğlu’nun Cengiz’in ecdadının Göktürklerin Şato şubesinden geldiğine dair Çin elçisi Ciao Hong’un haberini boşa çıkarmak için P. Pelliot tarafından yazılan kendisinin görmediği, fakat görmüş gibi nakletmesini eleştirir. Bir Çinli olarak konunun ilmi yönüyle ilgilendiğini, kendi çalışmaları ile hocası Togan’ı haklı bulduğunu göstermeye çalışır.[41] Bu tartışma daha ileriye gitmeden kapanır. Ancak Kafesoğlu, Togan’ın 1970 yılındaki vefatı üzerine tabutu başında yaptığı ve sonra yayımlanan konuşmasında Togan’ın şahsiyeti, mücadelesi ve ilmi faaliyetlerini övgü dolu sözlerle anmış olsa da “Aldığı ilmî neticelerde eksiklik ve düşünceleriyle umumi kanaatler arasında intibaksızlık olabilir” diye örtülü olarak bu eski tartışmaya gönderme yapmayı da ihmal etmemiştir.[42] Türkiye’de doğu ve kuzey Türklüğünün kültür, folklör ve edebiyatları konusunda çok özgün çalışmalar ortaya koymuş olan Abdulkadir İnan, Cengiz ve Moğollar konusunda hemşehrisi Togan ile aynı çizgide görüşleri ortaya koymuştur. Cengiz ve haleflerinin doğu ve kuzey Türkleri üzerindeki etkisi yanında Altay ve Sibirya Türk halklarının inançları ve kültürleri ile Moğollarınkini karşılaştıran çalışmaları bu yöndedir.[43]
1960 İhtilali sonrasında Türkçülüğün giderek siyasi muhalefete kayması bu konudaki tartışmaları yeniden gündeme getirir. Bu konuda tartışmalara katılan isimlerin başında Nihal Atsız gelir. Daha çok Rıza Nur’un tesirinde kalan Atsız, Cengiz ve Timur imparatorluklarını Türk tarihi dışına çıkarmanın Türklüğün menfaatine olmadığı görüşündedir. 1966 yılında Ötüken dergisinde çıkan “Cengiz Han ve Aksak Timur Beg Hakkında” adlı yazısı ile görüşlerini açık bir şekilde ortaya koyar. O, her iki cihangiri de Türk olarak kabul eder. Bu meseleyi Doğu Türklüğü ile Batı Türklüğünün kavgası olarak kabul eder. Kazan Tatarlarını Bulgar ve Kırım Tatarlarını da Kıpçaklardan geldiği cihetle kâmilen Türk sayar ve Moğollar ile Türkleri de iki kardeş millet olarak görür.[44]
Türk tarihçiliğinde Cengiz ve Moğollar hakkında Akçura’nın görüşlerini devam ettiren bir diğer tarihçi Akdes Nimet Kurat’tır. Onun gibi Rusya Türklerinden olan Kurat, Cengiz imparatorluğunu bir Türk- Moğol imparatorluğu olarak görür. Türk kavimleri ve Rusya tarihine hasredilen çalışmalarında özellikle Altın Orda mirasının Türk ve dünya tarihindeki yerini ortaya koyması önemlidir.[45] Türkiye’yi Asya’daki soydaşlarına bağlayan bir tarihçilik yorumu olan Cengiz ve haleflerini sahiplenen tarihçilik anlayışı, Soğuk Savaş sürecinde dar bir tarihçi muhitinin konusu olmuştur. Bu dönemde hocamız Bahaeddin Ögel çalışmalarında Moğollar ve Türklerin ilk zamanlardan itibaren ayrı etnik oluşum çizgisine sahip olduklarına dikkat etmekle birlikte, karşılıklı etkileşimlerini de göz ardı etmez. Büyük Hun İmparatorluğu adlı eserinde erken zamanlarda Hunlar ile Moğolların ayrı bir yapıda olduğu kadar Hun tarihini, Moğol tarihinin dışında göstermek konusunda da hassasiyet gösterir. Eserinde Mete’nin Tunghu Akını, doğuda Proto- Moğol dünyasını dağıtması başlığında verilir. Buna karşın özellikle kültür tarihi çalışmalarında Cengiz imparatorluğunu ve haleflerini Türk tarihi içerisinde değerlendirir. Hocası Abdulkadir İnan’ın tesiriyle devlet anlayışı, inançlar, gelenekler, hayvancı iktisadiyat bakımından Türk-Moğol halklarının kültürlerini ortak değerlendirme eğilimindedir. Cengiz Han’ın doğup büyüdüğü çevreyi birçok proto Türk kültür ve geleneklerini içinde saklayan bir bölge olarak değerlendirir. Ayrıca Cengiz İmpartorluğu’nun kuruluşundaki Türk unsurları ortaya koyduğu Sino- Turcica adlı eserinin alt başlığını “Çingiz Han ve Çin’deki Hanedanının Türk Müşavirleri” olarak düzenlemiş olması bu bakımdan önemlidir.[46] Oğuzlar, Türkmenler, Türk illeri ve şehirleri üzerine yoğunlaşan çalışmaları ile dikkat çeken Faruk Sümer, İlhanlı hâkimiyeti döneminde İran ve Anadolu tarihine ilişkin araştırmaları ile mümkün olduğunca siyasi mülazalardan uzak bir yaklaşımla bu konuya eğilmiştir. Moğolların önünden Türkistan’dan Anadolu’ya seçkin unsurların akmasını Anadolu’nun Türkleşmesi bakımından yararlı görmektedir. Timur istilasının Anadolu’da Beylikler döneminin uzamasına yol açsa da Türklüğün siyasi ilerleyişine engel olmadığı görüşündedir.[47] Yine bu dönemde Togan’ın öğrencisi hocamız Mustafa Kafalı’nın Ötemiş Hacı Cengiznâmesi üzerine yaptığı çalışmalar, Cengiz uluslarının Türk tarihindeki yerini ortaya koyan çalışmalar olarak önemle zikredilmesi gerekir.[48]
Milli uyanış devriyle birlikte Timurlulara karşı oluşan olumlu bakış, Cengizlilere nispeten tüm dönemlerde kendini koruyabilmiştir. Bunda göz kamaştıran, Timurluların görkemli maddi medeni mirasının etkisinden söz edebiliriz. Bu konuda Kurat’ın öğrencisi İsmail Aka, Timur ve Timurlular üzerine çalışmalar yapmıştır.[49] Bunlar Türk tarihçilik mektebinin artık siyasi tartışmalardan giderek uzaklaşarak kendi özgün bilim yolunu bulduğunu gösteren çalışmalardır diyebiliriz. Son olarak bu dönemde Ögel’in doktorantı Abdulkadir Yuvalı’nın 1980’de “Hülagü Han ve Zamanı” başlıklı teziyle başladığı çalışmaları[50], Cengizlileri Türk tarihinin bir parçası olarak gören çizginin devamı niteliğindedir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ardından ortaya çıkan geniş Türk dünyası olgusu, bilincimizdeki Cengiz ve halefleri ile ilgili tartışmaları yeniden gündemimize getirmiştir. Bu noktada birbirinden bağımsız ve kendiliğinden konuyla ilgili sürekli bir gündem oluşmaktadır. Ancak doğrudan bu konuya hasredilmiş ayrıntılı bir monografik çalışma göze çarpmaz. Yakın zamanda neşredilen Osman Karatay’ın “Moğolların Türklüğü Meselesi” başlığındaki çalışması, yukarıda konu ettiğimiz Togan ve Kafesoğlu arasındaki tartışma çerçevesinde tarih, etnogezya ve sosyal antropoloji ekseninde konuyu yeniden ele alır.[51]
Buraya kadar, konu etrafındaki tartışmaların Türk tarihçiliğine özgün kazanımları olduğu kuşkusuzdur. Moğollar ile Türkleri ayrı görme eğiliminde olan tarihçiler bile Cengiz imparatorluğunu en azından bir Türk-Moğol imparatorluğu olduğunu kabul etmişlerdir. Cengiz’in haleflerinde Altın Orda ve Timur İmparatorluğu, 16 büyük Türk devletinden ikisi kabul edilerek Cumhurbaşkanlığı forsunda yer almıştır. Ayrıca 60’lı yıllarda popüler kültürümüzde Suat Yalaz’ın Cengiz’in Fedaisi Karaoğlan çizgi roman serisi, toplumda çok büyük ilgi görmüş, daha sonra filme de çekilerek toplumsal belleğin parçası haline gelmiştir. Bu akademik tartışmaların dışında siyasi İslâm görüşünü savunanların karşıt tarihçilik ürünü olan ve daha çok hissi görüş ve yargılarından doğan çalışmalarında her fırsatta Cengiz düşmanlığı kendini gösterir.[52]
Sovyet Türkleri açısından ise Cengiz ve Timur, feodal dönem olarak gözden düşürülmek istenmiştir. Bu konuda olumlu fikri olanlar, burjuva milliyetçisi hatta Pantürkist suçlamasına maruz kalmaktaydılar. Özellikle 1927 yılından sonra Sovyetler Birliği’nde neşriyata dair hazırlanan yeni talimatnameler çerçevesinde yayınlanacak eserler kadar eski yayınlar da yeniden gözden geçirilmiştir. Ancak buna rağmen Kırgızistan’dan Kazan’a kadar Sovyet Türkleri her türlü riski göze alarak çocuklarına Cengiz ve Timur adını koymakta ısrar etmişlerdir.[53] İran Türkleri için de benzer bir durum söz konusudur. Şah döneminde Cengiz, Timur ve haleflerini olumsuz bir gözle bakan İran tarihçiliği, devrim sonrasında da aynı eğilimini korumuştur. Türk varlığını Moğol istilası sonucunda Fars dilli halkların kimlik değiştirmesinin sonucu gören anlayışın etkisi sonucunda Cengizliler ile ilgili isimlere karşı bugün de benzer bir yasak uygulamaktadır.[54]
KAYNAKÇA
Abdulkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, 2 Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1998.
Abdullah Gündoğdu, “İran Tarih Yazımında Türkler”, Yavuz Ercan Armağanı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2008, s. 455- 466.
Abdullah Gündoğdu, “Altın Orda ve Osmanlı Devletinin Yükselişinde Türk Tasavvufu ve Yeseviliğin Rölü Üzerine Bazı Düşünceler”, Geçmişten Geleceğe Uluslararası Hoca Ahmed Yesevî Sempozyumu, 26- 28 Eylül 2016, Bildiriler, Cilt 1, İstanbul 2016, s. 31- 48.
Abdulkadir Yuvalı, İlhanlı Tarihi, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2017.
Akdes Nimet Kurat, IV. Ve VXIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, AÜDTCF Yayınları, Ankara, 1972
Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1948.
Akdes Nimet Kurat, “Rus Hâkimiyeti Altında İdil-Ural Ülkesi”, AÜDTCF Dergisi, Cilt XXIII, Sayı 3-4, Temmuz –Aralık 1965, s. 91-126.
Âşıkpaşazade Tarihi, Hazırlayan Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2013
Baymirza Hayit, Türkistan Rusya ile Çin Arasında: XVIII-XX. Asırlarda Ruslar ve Çinlilerin İstilâları Devrinde Türkistan Milli Devletleri ve Milli Mücadeleleri Tarihi, Otağ yayınevi, 1975.
Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2 Cilt, Ankara, 1981.
Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları, 9 Cilt, Ankara, 1984.
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989.
Derya Derin Paşaoğlu, “Kırım Hanlığı’nda Umdetü’l-Ahbar Örneğinde Tarih Yazıcılığı”, I. Uluslararası Türklerde Tarih Bilinci ve Tarih Yazıcılığı Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 23- 25 Ekim, Zonguldak, 2014, s. 7- 14
Dünyada Türk İmgesi, hazırlayan Özlem Kumrular, Kitap Yayınevi, İstanbul 2005
Emine Gürsoy Naskali, Cumhuriyet Tarihi Soyadı Hikâyeleri, Doğan Kitap, İstanbul, 2013.
Erciment Sarıay, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş Sürecinde Bir mütefekkir Olarak Necip Asım: Hayatı, Eserleri, Nevşehir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Nevşehir, 2012.
Erol Güngör, Dünden Bugünden Tarih, Kültür, Milliyetçilik, Mayaş Yayınları, Ankara, 1984
Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Ankara 1969, s. 1-147.
Faruk Sümer, “Türkiye Kültür Tarihine Umumi Bir Bakış”, DTCF Dergisi, cilt 20, Sayı 3-4 (1962), s. 213- 245.
İbrahim Kafesoğlu, “Türk Tarihinde Moğollar ve Cengiz Meselesi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1953, Cilt V, Sayı 8, s. 105- 136.
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, “Ord. Prof. Zeki Velidi Togan’ın Ardından”, Milli Kültür, Aralık 1990, Sayı 79, s. 31.
İsmail Aka, Timur ve Devleti, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2000.
İsmail Türkoğlu, Rusya Türkleri Arasındaki Yenileşme Hareketinin Öncülerinden Rızaeddin Fahreddin, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2000.
Mehmed Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1981.
Mehmet Fuad Köprülü, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Etnik Menşei Meseleleri”, Belleten, 1 Teşrin 1943, Cilt VII, Sayı 28, s. 219- 303.
Mehmet Maksudoğlu, “Tatarlar: Moğol mu, Türk mü?”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1993-1994, sayı: 11-12, s. 205-210.
Muhammed Rıza, Abdullah ibn Rıdvan, Tevârih-i Deşt-i Kıpçak ‘an Hıtta-i Kırım veya Tevârih-i Tatar Hanân-ı Kadîm ve Ahvâl-i Deşt-i Kıpçak, Hazırlayanlar: M. Akif Erdoğru, Selçuk Uysal, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir 2012.
Musa Şamil Yüksel, Timurlularda Din- Devlet İlişkisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2009.
Mustafa Kafalı, Ötemiş Hacı’ya Göre Cuci Ulusu’nun Tarihi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi (doktora tezi, 1965), İÜ Ktp., nr. 4086
Mustafa Kafalı, Altın Orda Hanlığı’nın Kuruluş ve Yükseliş Devirleri, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1976.
Necip Asım, Türk Tarihi, İstanbul, H. 1312, Pergole Yayınları tıbkı basım.
Neriman Seyityahya, “Seyyid Muhammed Rıza’nın Kökeni (XVIII. Yüzyıl Mensur Kırım Tarihleri Arasında Es-Sebü’s- Seyyâr’ın Yeri Hakkında)”, Çeviri Serkan Acar, Tarih İncelemeleri Dergisi, Aralık 2010, cilt xxv, Sayı 2, s. 625- 636.
Nihal Atsız, Türk Tarihinde Meseleler, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1987.
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Haz. Ahmet Kuyaş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.
Osman Karatay, “Moğolların Türklüğü Meselesi”, Zeki Velidî Togan İlmi Hayatı –Eserleri- Siyasi Faaliyetleri- Hatıralar, Akçağ Yayınları, Ankara, 2017, s. 59- 68.
Ötemiş Hacı, Cengiz-Nâme, Hazırlayan İlyas Kemaloğlu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014
Salih Özbaran, Bir Osmanlı kimliği: 14.-17. Yüzyıllarda Rûm/Rûmi Aidiyet ve İmgeleri, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004.
Şehabeddin Mercânî, Müstefâdü’l-Ahbâr Fî Ahvâl-I Kazan Ve Bulgar, Hazırlayan Mustafa Kalkan, Atatürk Araştırma Merkezi, Yayınları, Ankara, 2008.
Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.
Tarih II Orta Zamanlar, Tarih III Yeni ve Yakın Zamanlar, Devlet Matbaası, İstanbul, 1931.
Türk Yurdu, (1911- 1928), 17 Cilt, Tutibay Yayınları, Ed. M. Şevkatli, Ankara, 1998.
Üç Osmanlı Tarihi: Oruç Beğ Tarihi- Ahmedî: Dâstân ve Tevârih-i Mülûk-i Âl-i Osman- Şükrullah: Behçetü’t-Tevârih, Hazırlayan Atsız, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2011.
Yakup Karasoy- Mustafa Toker, Türklerde Şecere Geleneği ve Anonim Şibani-Nâme, Tablet Kitabevi, Konya, 2005.
Yusuf Akçura, Türk Yılı 1928, Hazırlayanlar A. Tekin, A. Z. İzgöer, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2009.
Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1983, Cilt2/4
Wang-zin-şan, Celaleddin, “Kitabiyat: İbrahim Kafesoğlu, ‘Türk Tarihinde Moğollar ve Çingiz Meselesi’ (Tarih Dergisi, c.V.N. 8), İstanbul, 1958 (I) aynı müellif ‘Selçuklu Ailesinin Menşei Meselesi’, İstanbul, 1955 (II).”, İstanbul Üniversitesi İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, s. 263-268.
Zeki Velidi Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan Yakın Tarihi, İstanbul, 1947.
Zeki velidi Togan, A. Zeki Velidî (1981) Umumî Türk Tarihine Giriş-En Eski Devirlerden 16. Asra Kadar, İ.Ü. Yayınları, İstanbul.
Zeki Velidi Togan, Hâtıralar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1999
Zeki velidi Togan, (1931) “Moğollar devrinde Anadolu’nun iktisadi vaziyeti”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, 1, 1-42.
Zeki velidi Togan, (1953-1954) “Reşideddin’in mektuplarında Anadolu’nun iktisadi ve medeni hayatına ait kayıtlar”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, XV, 1-4, 33-49.
[1] Mehmet Maksudoğlu, “Tatarlar: Moğol mu, Türk mü?”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1993-1994, sayı: 11-12, s. 205-210
[2] Üç Osmanlı Tarihi: Oruç Beğ Tarihi- Ahmedî: Dâstân ve Tevârih-i Mülûk-i Âl-i Osman- Şükrullah: Behçetü’t-Tevârih, Hazırlayan Atsız, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2011, s. 21- 22, 137, 205. Niceyidi difile, gel ahvalini/ Etmediler anı kim Cengiz Han Zulmdan eder idi halka ‘ayan/ Zulm etdiler, veli kanun ile/ Ellerin boyamadılar hûn ile; Mevlânâ Mehmed Neşrî (2013), Cihannümâ (Osmanlı Tarihi 1288-1485), Haz. Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, s. 29-30.
[3] Cengiznâmeler ve Oğuznâmeler hakkında bkz. Mehmed Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1981, s. 47- 54, 236- 238.
[4] Âşıkpaşazade Tarihi, Hazırlayan Necdet Öztürk, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2013, s. 92- 93.
[5] Bu konuda bkz, Abdullah Gündoğdu, “Altın Orda ve Osmanlı Devletinin Yükselişinde Türk Tasavvufu ve Yeseviliğin Rölü Üzerine Bazı Düşünceler”, Geçmişten Geleceğe Uluslararası Hoca Ahmed Yesevî Sempozyumu, 26- 28 Eylül 2016, Bildiriler, Cilt 1, İstanbul 2016, s. 31- 48.
[6] “Deşt ülkesinden çokluk Tatar çerisi gelmişti. Beğlerine Aktav derlerdi. Edirne’de oturmuşken orada öldü. Askeri kalmıştı. O Tatar askerini de beraber almıştı.”, Üç Osmanlı Tarihi., s. 51.
[7] W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, Ankara, 1984, s. 66.
[8] Salih Özbaran, Bir Osmanlı kimliği: 14.-17. Yüzyıllarda Rûm/Rûmi Aidiyet ve İmgeleri, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 106- 112.
[9] Dünyada Türk İmgesi, hazırlayan Özlem Kumrular, Kitap Yayınevi, İstanbul 2005, s. 54, 91, 141.
[10] Abdulkadir İnan, “Yasa-Töre-Türe ve Şeriat”, Makaleler ve İncelemeler, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1998, s. 222- 228; W. Barthold, Uluğbeğ ve Zamanı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997, s. 200- 204; Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2006, s. 187- 193; Ayrıca bkz. Musa Şamil Yüksel, Timurlularda Din- Devlet İlişkisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2009.
[11] Bkz. Yakup Karasoy- Mustafa Toker, Türklerde Şecere Geleneği ve Anonim Şibani-Nâme, Tablet Kitabevi, Konya, 2005.
[12] Ötemiş Hacı, Cengiz-Nâme, Hazırlayan İlyas Kemaloğlu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014, s. xııı-xvııı; Mustafa Kafalı, Altın Orda Hanlığı’nın Kuruluş ve Yükseliş Devirleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1976.
[13] Zeki Velidi Togan, Bugünkü Türkili (Türkistan Yakın Tarihi, İstanbul, 1947, s. 546; Baymirza Hayit, Türkistan Rusya ile Çin Arasında: XVIII-XX. Asırlarda Ruslar ve Çinlilerin İstilâları Devrinde Türkistan Milli Devletleri ve Milli Mücadeleleri Tarihi, Otağ yayınevi, 1975, s. 15-17.
[14] Derya Derin Paşaoğlu, “Kırım Hanlığı’nda Umdetü’l-Ahbar Örneğinde Tarih Yazıcılığı”, I. Uluslararası Türklerde Tarih Bilinci ve Tarih Yazıcılığı Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 23- 25 Ekim,2014, Zonguldak, s. 7- 14; Neriman Seyityahya, “Seyyid Muhammed Rıza’nın Kökeni (XVIII. Yüzyıl Mensur Kırım Tarihleri Arasında Es-Sebü’s- Seyyâr’ın Yeri Hakkında)”, Çeviri Serkan Acar, Tarih İncelemeleri Dergisi, Aralık 2010, cilt xxv, Sayı 2, s. 625- 636; Muhammed Rıza, Abdullah ibn Rıdvan, Tevârih-i Deşt-i Kıpçak ‘an Hıtta-i Kırım veya Tevârih-i Tatar Hanân-ı Kadîm ve Ahvâl-i Deşt-i Kıpçak, Hazırlayanlar: M. Akif Erdoğru, Selçuk Uysal, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir 2012.
[15] Yine Kurat’a göre; Tevarih-i Bulgariye adlı eser ise, Bulgar harabelerine yakın olan “Taşbilgi” köyünden Hüsameddin bin Şerefeddin (Muslimi) tarafından 1551 – 1582 yıllarında telif edilmiş olmalıdır. Akdes Nimet Kurat, “Rus Hâkimiyeti Altında İdil-Ural Ülkesi”, AÜDTCF Dergisi, Cilt XXIII, Sayı 3-4, Temmuz –Aralık 1965, s. 119.
[16] Abdulkadir İnan, “Dastân-ı Nesl-i Çengiz Han Kitabı Hakkında”, Makaleler ve İncelemeler, I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1998, s.198- 206.
[17] Bkz. Necip Asım, Türk Tarihi, İstanbul, H. 1312, Pergole Yayınları tıbkı basım; Erciment Sarıay, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş Sürecinde Bir mütefekkir Olarak Necip Asım: Hayatı, Eserleri, Nevşehir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Nevşehir, 2012.
[18] Yusuf Akçura, Türk Yılı 1928, Hazırlayanlar A. Tekin, A. Z. İzgöer, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2009, s. 364- 368; Merdjani Tarih Hem Hazerge Zaman, Kazan 1998.
[19] Bkz. Şehabeddin Mercânî, Müstefâdü’l-Ahbâr Fî Ahvâl-I Kazan Ve Bulgar, Hazırlayan Mustafa Kalkan, Atatürk Araştırma Merkezi, Yayınları, Ankara, 2008.
[20] İdil-Ural Türkleri arasında kendilerini ne adla adlandıracaklarına dair tartışmalar için bkz. İsmail Türkoğlu, Rusya Türkleri Arasındaki Yenileşme Hareketinin Öncülerinden Rızaeddin Fahreddin, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2000, s. 228- 239.
[21] Azerbaycan’da sahneye konan ve Timur’u Türk hükümdarlarından oluşan bir divanda Türk töresine göre yargılayan “Fatihlerin Divanı” adlı oyun, tarihe hissi ve hükümle bakmanın tarih dışılık (anakronizm) içerdiğini anlatan ilginç bir örnek oluşturur.
[22] Akçura, Türk Yılı 1928, s. 434.
[23] Yusuf Akçura, Türk Yurdu, Yıl 1, Sayı 1-11.
[24] Yusuf Akçura, “Türk ve Tatar Tarihi”, Türk Yurdu, Sayı 19, s. 319.
[25] Türk Yurdu, Sayı 24, s. 425- 430.
[26] Ahmet Ağaoğlu, “İslâm’da Dava-yı Milliyet”, Türk Yurdu, Sayı 71, s. 372- 376.
[27] Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1983, Cilt2/4, s. 420.
[28] Ahmet Ağaoğlu, “Türk Medeniyeti Tarihi”, Türk Yurdu, Sayı 40 (1913), s. 292- 296; Sayı 43 (1913), s. 340- 345; Ağaoğlu’nun cevabı, Yeni Mecmua, Sayı 35 (1913), s. 163; İsmail Gaspıralı, “Türklük- Osmanlılık”, Türk Yurdu, Sayı 69 (1914), s. 358- 359.
[29] Yusuf Hikmet Bayur’dan naklen: “Bunu kimse inkâr edemez ki Sultan Osman’ın miras-ı mukaddesi, Hazret-i Muhammed’in metrukât-ı mübarekesiyle kabil-i muhafazadır. Cengiz’in yâd-ı mezalimi ile değil.” A.g.e, s. 425.
[30] Türk Yurdu, ilgili sayılar: 1913, Sayı 40, s. 296.
[31] Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999, s. 123.
[32] Necip Asım , “Bir Aylık Neşriyat”, Türk Yurdu, Sayı 171-10, Temmuz 1925, s. 201.
[33] Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Haz. Ahmet Kuyaş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008, s. 521- 526; Erol Güngör, Dünden Bugünden Tarih, Kültür, Milliyetçilik, Mayaş Yayınları, Ankara, 1984, s. 148-149.
[34] Zeki Velidi Togan, Hâtıralar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1999, s. 104-105.
[35] “Cengiz çok büyük bir devlet adamıydı”. “Az zamanda sağlam bir idare kurmayı, disiplini çok kuvvetli bir ordu yaratmayı başardı.” “Temuçin ve Türk- Moğol Devletinin Kuruluşu”, “Moğol isminin tarih sahnesine çıkışı, 13. Asırda Cengiz İmparatorluğu’nun kuruluşundan sonradır”. Tarih II Orta Zamanlar, Devlet Matbaası, İstanbul, 1931, s. 253 – 254, 356; “Timur çok şöhret ve sevgi kazandı, Herkes onun kahramanlığından ve adaletinden başka bir şey konuşmuyordu.”, s. 312; “Cengiz İmparatorluğu, Cengiz Han’ın evlatları, Büyük Moğol devleti, Hint’te Türk- Moğol imparatorluğu”, Tarih III Yeni ve Yakın Zamanlar, s. 1, 51, 80, 82, 179, 315.
[36] Soyadı anlatılarının derlendiği bir çalışma olarak bkz. Emine Gürsoy Naskali, Cumhuriyet Tarihi Soyadı Hikâyeleri, Doğan Kitap, İstanbul, 2013.
[37] W. Barthold- M. Fuad Köprülü, İslam Medeniyeti Tarihi- İzahlar, s. 199, 237.
[38] Mehmet Fuad Köprülü, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Etnik Menşei Meseleleri”, Belleten, 1 Teşrin 1943, Cilt VII, Sayı 28, s. 219- 303.
[39] Zeki Velidî Togan (1931) “Moğollar devrinde Anadolu’nun iktisadi vaziyeti”, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, 1, 1-42; Togan (1953-1954) “Reşideddin’in mektuplarında Anadolu’nun iktisadi ve medeni hayatına ait kayıtlar”, İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, XV, 1-4, 33-49.
[40] İbrahim Kafesoğlu, “Türk Tarihinde Moğollar ve Cengiz Meselesi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 1953, Cilt V, Sayı 8, s. 105- 136.
[41] Celaleddin Wang-zin-şan, “İbrahim Kafesoğlu, Türk Tarihinde Moğollar ve Cengiz Meselesi”, İslâm Tedkikleri Enstitüsü Dergisi, Cilt II, Sayı 2-4, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1960, s. 263- 268.
[42] Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, “Ord. Prof. Zeki Velidi Togan’ın Ardından”, Milli Kültür, Aralık 1990, Sayı 79, s. 31.
[43] Bkz. Abdulkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, 2 Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1998.
[44] Nihal Atsız, Türk Tarihinde Meseleler, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1887, s. 65- 71.
[45] Bkz. Akdes Nimet Kurat, IV. Ve XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, AÜDTCF Yayınları, Ankara, 1972; Kurat, Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1948.
[46] Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981, s. 246; Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları, 9 Cilt, Ankara, 1984, s. 121; Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s. 573; Sino-Turcica, Taipei, 1964.
[47] Faruk Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, Ankara 1969, s. 1-147; Sümer, “Türkiye Kültür Tarihine Umumi Bir Bakış”, DTCF Dergisi, cilt 20, Sayı 3-4 (1962), s. 213- 245.
[48] Mustafa Kafalı, Ötemiş Hacı’ya Göre Cuci Ulusu’nun Tarihi, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi (doktora tezi, 1965), İÜ Ktp., nr. 4086; Kafalı, Altın Orda Hanlığı’nın Kuruluş ve Yükseliş Devirleri, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 1976.
[49] İsmail Aka, Timur ve Devleti, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2000.
[50] Bkz. Abdulkadir Yuvalı, İlhanlı Tarihi, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul, 2017.
[51] Osman Karatay, “Moğolların Türklüğü Meselesi”, Zeki Velidî Togan İlmi Hayatı –Eserleri- Siyasi Faaliyetleri- Hatıralar, Akçağ Yayınları, Ankara, 2017, s. 59- 68.
[52] Bu tür çalışmalara örnek olarak Yavuz Bahadıroğlu adlı romancının Buhara Yanıyor adlı çalışması gösterilebilir.
[53] Cengiz Aytmatov, Cengiz Dağcı, Timur Fettah, Timur Pulatov, gibi bilinenlerin dışında çok sayıda örnek bulunabilir.
[54] Abdullah Gündoğdu, “İran Tarih Yazımında Türkler”, Yavuz Ercan Armağanı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2008, s. 455- 466. Meselâ bugün İran’da Cengiz yanında İlkhan adı yasak kapsamındadır.
1 Yorum