Yükleniyor...
Geçen yazılarımdan birinde“Beni bırakmıyorsunuz ki şiirler, hikâyeler okuyayım.” diye şikâyet ediyordum ya, nihayet kendimi toparlayıp biraz şiir âlemine daldım. Eski şiirimizden başlamak istedim; raflara göz gezdirirken Yahya Kemal’in “Eski Şiirin Rüzgârıyle” kitabıyla karşılaştım. Yahya Kemal Enstitüsü 1962’de nefis bir baskı yapmış. Eseri varaklayıp büyük şairimizin dünyasında şöyle bir gezineyim dedim.
Yakınlarda bir yerlerden kulağıma çalınmıştı:Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler. “Vedâ Gazeli”nin son mısraı. Şair hangi ahbaba selam yolluyordu acaba? Şiir şu beyitle başlıyordu: Ömrün şubiten neşvesi tâm olsun erenler / Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler.
Kitabı karıştırmaya devam ettim. Aman Allah’ım, Yahya Kemal içkiye ve içki meclislerine ne güzellemeler yazmış meğer!.. “Meyhâne böyledir bir içen dâimâ içer / Mahfîce başlayan giderek bî-riyâ içer // Zâhid de olsa âkıl-i kâmil de olsa bir / Bir gün o kâinâta giren mutlakaa içer.
“Bebek Gazeli” şiiri de şarapla başlamaz mı?Ne kaldı rûha tesellî şerâbdan başka / Boğaz’da üç gecelik mâhtâbdan başka.
“İnşirah Gazeli”nde bir beyit var ki buraya alsam el-hazer!
Hey koca Kemal! Üsküdar’ın dost ışıklarını seyrederken Sizlersiniz bu ân’ı ışıklarla Türk eden! diye seslenen koca şair! Alp Aslan’ın ruhuna gazel yazan büyük şair! Türk milliyetçiliğinin zirvelerinden biri. Biz seni böyle bildik sevgili Yahya Kemal, yine böyle biliyoruz. Gönlümüz her zaman seninle. Türk dilinden nice ebedî heykeller yontan sevgili şairimiz seni, ham sofu zahitlerden olup milliyetçiliğimizin estetik zirvesinden indirecek değiliz elbet. Şu son cümleyi yazınca şu mısraın düştü aklıma: Üstâd elinde ser-te-ser âhenk olur lisan. Yani sen üstadım, yaptığın işin farkındaydın. Lisanı, baştan başa ahenk hâline getirdiğinin, Türkçeden ebedî heykeller yonttuğunun farkındaydın.
Yahya Kemal kitaplarının yanında incecik bir kitap da vardı. Arif Nihat’ın “Aynalarda Kalan”ı. Üstadın“Marilyn Monroe” şiiri galiba bu eserdeydi: Kapıya, aynayla sedir, / Derler: “Marilin’i getir!” / Şamdanda erimektedir / Mumlar, Marilin Marilin!
Arif Nihat Hocanın çok içtiğini bilirdik de içki için o kadar da fazla şiir yazmamış. Şöyle bir beytine rastladım: Şehriyârım, bu nefis içkileri / Hangi eldir çeken, imbiklerden?
“Çizgiler” şiirinde Arif Nihat Hoca dil ile tadı (güzelliği) yarıştırıyor gibi: Dil doğmadan evvel / Tadlar yaratılmış; / Leylâ’da kadehler gibi dolgun ve yuvarlak / Hatlar yaratılmış. Tasvirler biraz kışkırtıcı ama neylersin şair kalemi bu! “Fetih Marşı”nı da yazar,“Marilyn”i de “Leylâ”yı da.
Nihâl Atsız’da da böyle şeyler olabilir mi? Varsağılarını hatırlıyordum. “Yolların Sonu”nu indirdim raftan, “Varsağılar”ı açtım: Gel be dilber zevk edelim, / Orda yalnız ne yatarsın? / Acı şarap kadehime / Dudağından bal katarsın. İkinci varsağı da şöyle başlıyordu: Gel bre hey, senin ile / Mey içelim azar azar. / Kahpe felek alnımıza / Ne dilerse onu yazar.
Ham sofulardan değildim ama bu kadarı da fazla değil mi? Bize “ülkü” kelimesini miras bırakan Atsız’da da bunlar olmalı mıydı? Atsız’ın da zaman zaman içki içtiğini duyardım ama bir de Yağmur Atsız’ın “Ömrümün İlk 65 Yılı”na bakayım dedim. 157. sayfada şöyle diyor: “Atsız tahliye edildikten sonra, anlaşılabilir sebeblerden ötürü çok asabîydi. Zâten muhâkeme de devâm ediyordu. Normal olarak ne içkiye ne sigaraya pek bir düşkünlüğü olmuştur. Fakat o aylar sürekli olarak hem rakı hem sigara içerdi.”
Neyse galiba durumu kurtardık. “Türk Ülküsü”eserinin yazarı koca Atsız’ın hiç olmazsa içkiye düşkünlüğü yokmuş.