Yükleniyor...
“Türkiye’nin müzminleşen Suriye sorunu” yazısının devamıdır.
Suriye fiilen 4 parçaya bölünmüş durumda. İşin ilginç yanı, ülkenin birliği ve bütünlüğü bakımından, Esat rejiminin hiçbir çabasının olmaması. İdlib’deki aşırı dinci gruplara yaptıkları operasyon da Türkiye’nin, yeni bir sığınmacı akınını önlemek adına, müdahalesiyle kesildi.
Yeni bir Suriye Anayasa taslağı hazırlama ve soruna siyasi bir temel teşkil etmesi amacıyla, iki yıl önce, BM arabuluculuğuyla, Cenevre’de başlatılan müzakereler kesilmiş durumda. Mevcut Suriye rejimi tarafı müzakereleri bloke etmiş vaziyette. Esat rejimi hâlihazırda kurtarabildiği, elinde tuttuğu ve kısmen homojen Nusayrilerden oluşan bölgede, varlığını sürdürmekten yana. Suriye rejiminin ‘toprak bütünlüğü ve birliği’ söylemi sadece uluslararası algı yaratma çabasından ve siyasi söylemden ibaret.
Kuzeyde SDG diye adlandırılan ve PKK’nın uzantıları olan PYD, YPG; Türkiye’nin kontrol ettiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı bölgeleri; İdlib’de, Haşdi Şabi ve diğer radikal dinci gruplar; geri kalan yerlerin çoğu da Esat’ın kontrol ettiği alanlar; Orta ve doğu bölgelerinde adacıklar halinde dağılmış DAEŞ bölgeleri. ABD Suriye’nin kuzey doğusu ve doğusundaki petrol alanlarını kontrol ediyor ve bu petrolle hem kendini hem SDG’ yi finanse ediyor. Suriye’de Türkiye, Rusya, İran, ABD güçleri belli alanları kontrol eden dış güçler. Rusya ve İran’ı Esat rejimi davet etti. Türkiye, BM kuralları çerçevesinde kendi iç güvenliğine saldıran teröristlerin ve örgütlerinin izini sürüyor.
Bu günkü durum itibarıyla Suriye’de, Türkiye dışındaki diğer ülkelerin hiç birinin haklı ve gerçekçi sebebi yok; çünkü hiç birinin ülkesi Suriye olayları sebebiyle güvenlik tehdidi altında değil.
Rusya, Suriye’deki üsleriyle Akdeniz’e ve bölgeye iyice yerleşti ve Suriye konusunu, Türkiye’yi sıkıştırma aracı olarak el altında tutuyor. İran, Türkiye’nin güneyinden Akdeniz’e ulaşan bir koridor açma, Lübnan’a karadan ulaşma ve İsrail’i yakından çevreleme; ayrıca Türkiye’yi meşgul etme derdinde.
ABD, her ne kadar Büyük Ortadoğu Projesini (Greater Middle-East Project) yüzüne gözüne bulaştırsa da Türkiye ile Araplar arasında ve İsrail’in ideolojisine uygun, bir uydu Kürt Devleti oluşturma peşinde. Bu uydu devleti de Türkiye’ye karşı bir kırbaç ve baş ağrısı olarak kullanma amacında. İran’ın bölgeye yayılmasını durdurma, Akdeniz’e ulaşmasını engelleme peşinde. DAEŞ’in ortaya çıkması için uygun ortam sağlayan, DAEŞ’in bölgedeki kasırga gibi esen vahşeti sonrasında, güya bunlarla mücadelede ortaklık yaptığını öne sürerek bölge Kürtlerini organize edip her türlü desteği veriyor. Aslında bu pozisyonlarının gerçekçiliğine kendileri de inanmıyor ama şimdilik başka kılıf bulamıyorlar. Neyse ki bölge ülkelerini, uydu Kürt Devleti kurma adına, yeniden oluşturma amaçları ne geçmişte ne bu gün ne de gelecekte mümkün. Bu konu ayrı bir yazıda işlenebilir.
Rusya ve İran’ın ilgileri farklı olsa da ABD’nin bölgede olmasından rahatsızlıklarını her üst düzey müzakere ortamında ifade ediyorlar. Kasım sonlarına doğru Rusya, Türkiye ve İran’ın BM Daimi Temsilcilerinin ortak imzasıyla, BM üyesi ülkelere dağıtımı yapılmak üzere, BM’ye gönderilen mektupta ABD’nin Suriye’deki varlığı ve faaliyetlerine dikkat çekilmekte; ‘’Gayrimeşru özyönetim teşebbüsleri dâhil olmak üzere, terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddetmişlerdir.” denilmektedir.
Bütün bunlar ilgili taraflarca bilinen ve değerlendirilen hususlar; stratejik yönüyle gizli saklı bir şey yok. Gizli saklı olan, sadece taktik hususlar. İkide birde, iktidarın ‘Bir gece ansızın geliriz’ söylemleri de aslında siyasi ve diplomatik bir taktik; bölgedeki yabancı unsurların belli bölgeleri boşaltması, çekilmesi ve sıcak çatışmaya girilmemesi için mesajlar. Uluslararası bir kamuoyu oluşturma; olası tepkileri ve diğer ülkelerin tavırlarını öğrenmeye yönelik.
Toplam nüfusun üçte biri Suriye dışında (Türkiye, Ürdün, Lübnan, AB ülkeleri ve diğer ülkelerde) sığınmacı durumunda. Bir o kadarı da Ülke içinde, yerinden yurdundan olmuş vaziyette. 5-10 yılda yaşananların üzeri ne Cenevre müzakereleriyle ne Soçi veya Astana Mutabakatlarıyla kapatılamaz. Taraflar arasındaki şüphe ve güvensizlik kaygıları uzun süre devam eder. Etkileri nesiller boyu sürecek bir durum.
Cumhurbaşkanı eski ‘muhacir – ensar’ sözlerini şimdilerde ‘Mazlumlara yardım etmek insani görevimiz.’ şeklinde tekrar ediyor. Bu, iç kamuoyundaki muhtemel taşkınlıkları önlemeye, Suriyeli geçici koruma altındaki geniş kitleye olası tepkileri konsolide etmeye yönelik olabileceği gibi dış dünyaya ve Esat rejimine verilmiş bir mesaj da olabilir. Esat’a ‘Türkiye’deki Suriyelileri Suriye’ye karşı ve Suriye’nin iç güvenliğinde bir araç olarak kullanmayacağız.’ mesajı da olabilir.
Türk milliyetçilerinin önemli bir kısmı, hamasete temayüllüdür. Şartların uygun olduğu bu sıralarda ‘Misak-ı Milli sınırlarımız tamamlanmalı ve Halep-Kerkük hattının Türkiye’ye entegrasyonu tamamlanmalı.’ görüşlerini dillendiriyorlar. İktidar da ‘Bir gece ansızın gelebiliriz!’ sloganını geçen Nisan ayından beri tekrar ediyor. Birkaç haftadır da havada ‘Girmek üzereyiz… Giriyoruz… Girdik…’ söylentileri uçuşuyor. Benzeri bir temayülü, Suriye olaylarının başında iktidar da fiiliyata döktü ve ‘stratejik derinlik’, ‘Şam’da Cuma namazı kılmak’ söylem ve eylemlerinin ağırlığını bugün taşıyamıyoruz. Keşke Dünyada öyle bir konjonktür olsa da eski Türk yurdu olan bölgeler, Türkiye ile bütünleşse.
Esat, kuzeydeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) şemsiyesi altındaki (Syrian Democratic Forces – SDF) oluşumunu bile kontrol edemez. Hatta Türkiye’ye karşı bazen onlarla işbirliği içine giriyor.
Türkiye’nin ‘Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunması’ aslında kendi toprak bütünlüğümüz ve güvenliğimiz sebebiyledir. ‘Suriye’nin toprak bütünlüğünden bize ne? İsterse parçalansın.’ diyenler, Suriye’nin kuzeyinde bizi uğraştıracak ve iç bütünlüğümüzü bozacak bir uydu ‘Kürt Devleti’ demek olacağını düşünmüyor. ABD, Rusya; İsrail, Arap Birliği ve İran’da, aslında güney sınırımızda, tampon bir uydu varlığı oluşturma çabası içinde olageldiler. Ancak ifade ettiğimiz gibi siyasette her oyunun bir karşılığı vardır ve Türkiye her oyuna karşı kendi oyununu geliştirmek ve uygulamak zorundadır.
Devam edecek…