Yükleniyor...
İsrail sadece Ortadoğu’nun başındaki bela değil, giderek dünyanın başına bela oluyor. Gazze, Lübnan, Suriye, Yemen; İran ve her ülkede MOSSAD operasyonları… İsrail ile İran’ın savaşını ele alırken görsel ve yazılı ulusal basında tekrarlanan karşılaştırmalara değinmeden ve tekrar etmeden konunun başka ve fakat temel boyutları üzerinde duracağız.
İran’da dinî liderliğin, siyasi liderliğin, diplomasinin, silahlı kuvvetlerin (Millî ordu ve Devrim muhafızları) dili, üslubu, tarzı dönüp kendisini vuruyor. İran öteden beri şark siyaseti ustası olarak bilinir; asıl amacını tali meselelerle dikkatleri dağıtarak ve bu dilini kullanarak gerçekleştirir. Ancak artık bu yalan dil kendini kurtaramıyor ve alay konusu oluyor. Dilleriyle dünyada tehdit etmedikleri ülke kalmadı. Esip gürlüyorlar ancak bir damla ya yağıyorlar ya yağmıyorlar. Türkiye dâhil bölgemizin yaygın kültürel özelliklerinden biri de hamaset ve hamaset dilidir ancak bunu en abartılı kullanan da İran’dır. Şii inancının hüzünlü ve coşkulu psikolojisiyle bu abartılı dil yüzyıllar içinde iyice uyumlaşmıştır. Hâlâ İsrail’i haritadan silmekten, ABD’yi perişan etmekten, İsrail’i desteklemeye devam ederlerse İngiltere, Almanya, Fransa üslerine gemilerine saldıracaklarını söylüyorlar. İran ‘İsrail’i yok edinceye kadar devam edeceğiz.’ dedikçe ABD, İngiltere, Almanya, Fransa başta olmak üzere tüm Batı ‘İsrail’in kendini savunma hakkı var.’ diyerek İsrail’in her türlü insanlık dışı, haydutça saldırılarını meşrulaştırmaya ve İsrail’e desteklerine zemin hazırlıyor. İran’ın iç kamuoyuna dönük bu abartılı geleneksel dili düşmanlarına her türlü karşı hareket imkânı veriyor. İran’ın ‘Nazilerin Yahudi soykırımı yaptığı bir yalandır.’ söylemine karşı Yahudi soykırımı sebebiyle mahcup ve ezik Almanya ve Avrupa İsrail’e desteğini sürdürmeyi neredeyse bir insanlık, erdem ve ahlaki mesele sayıyor. İran’ın bu dili dil değil! Ancak bu onların kültürel genlerinde var. Kendi kamuoyunu teskine, toplumun hamaset ihtiyacına yönelik bu dile İran halkı daha ne kadar inanır?
Ancak, mezhep taassubu ve bağlılığı ideolojisi öyle bir köklü ki, bu dil bu ideolojiyle birlikte halkın psikolojisinde hâlâ işliyor.Dünyanın en gelişmiş köklü dillerinden, bir edebiyat ve felsefe dili olan Farsça, dönüp kendi toplumunu vuruyor.Aslında korkusundan kuyruğunu dik tutma psikozundaki İran dünyada yalnızlaşan İsrail’den daha yalnızsa bunun bir sebebi de dillerini kör kılıç gibi olur olmaz her fırsatta sallamasıdır.
İran nüfusunun neredeyse yarıya yakınını oluşturan Türklerin, Türk soyluların büyük çoğunluğunda mezhep bağlılığı dilden, milliyetten baskındır, önce gelir. Türkler kendilerini devletin sahibi ve ortağı olarak görüyorlar. Elbette bu anlayış ve ön kabulün tarihsel doğru ve haklı sebepleri var. Daha düne kadar devleti Türk soylu kadrolar yönetiyordu. Bugün de en üst otorite olan dinî lideri ile cumhurbaşkanı Türk. Bundan önceki İran Dışişleri bakanlığı sözcüsünün aba altından sopa gösterip Türkiye’yi tehdit etmesi üzerine bizim Dışişlerinin çıkıp “Höst lan!” demesini çok istemiştim.Bugün İsrail’in İran’a hem “Höst lan!’ demesi hem geniş İran coğrafyasının her yerine ulaşıp her yerini dilediğince vurması içimi acıtıyor. Bu psikolojik incinmeden İran Türklüğünün etkilenmemesi mümkün mü? İran’da rejimin en büyük dış siyaset motivasyonu, en azından söylem olarak, ABD ve İsrail karşıtlığıdır. İran’a yapılan dış müdahale İran’daki muhalefeti bile birleştirir. İran rejimi bir darbe dışında dışardan müdahaleyle değiştirilemez. İran’daki büyük çoğunluk Farslar ve Türkler rejime muhalif de olsalar mezhepçidirler.
Bu rejim bölgede 1979’dan sonra 10 – 15 yıl boyunca önce rejim ihraç etmeye çalıştı. Sonra bölgede vekâlet güçleri üzerinden bir Şii Hilali oluşturarak bölgeyi karıştırmaya çalıştı. Irak’ta Haşdi Şabi, Suriye’de Nusayriler ve kendi milisleriyle, Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas, Yemen’de Ensarullah başta olmak üzere birçok milis güçlerini destekleyerek ve donatarak bölgesel hâkimiyet tesis etmeye çalıştılar. İran Devrim Muhafızları, bünyesindeki en güçlü ve etkin Kudüs Gücü Komutanlığı ve Kasım Süleymani ile bir ara bölgede ‘Ali Kıran, Baş Kesen’ oldular. Lakin hepsinden eli boş döndü. Vekâlet güçlerinin tasfiyesi ile bölgede kaybeden oldu. Tüm bu faaliyetleri bölgedeki tüm ülkeleri az veya çok rahatsız etti ve yalnızlaştı. Kendi vatandaşlarının refahından kestiği kaynakları heba etti. Yani elinde mezhep silahı ve kaynağından başka uzun menzilli füzeleri ve SİHA’ları kaldı. Şu da var ki İran 3000 km kadar menzilleri olan hipersonik füzeler üretti. DronSİHA ve füze gücü ile dünyanın belli başlı ülkeleriyle boy ölçüşebilecek bir güç hâline geldi. Ancak bunların caydırıcılık ve stratejik hedeflerine ulaşmadaki etkileri daha birçok sistemlerin varlığı ve işlerliğine bağlı. Ateşlediği hipersonik füzeler İsrail’in hava savunma sistemini aşıyor ama rastgele düşüyor; çünkü bunları nokta atışına yöneltecek GPS uydularına sahip değil ve Rus uydularını kullanıyor. Kaldı ki bunları bile koruyacak hava savunma sistemleri ve savaş uçakları yok ya da çok eski model uçaklar. Ayrıca bu füzelerin sayısı da haftalarca yetecek kadar değil ve yenilenmeleri de uluslararası piyasalardan tedarik edebilmelerine bağlı. Ancak saldırgan ve tehditkâr dilleri hâlâ çok güçlü!..
İsrail, Hamas, Hizbullah vd. silahlı gruplarla aylar ve hatta yıllar boyunca savaşabilir. Ancak ciddi bir devletle aylarca savaşamaz. Öteden beri yaptığı gibi birkaç gün ağır darbeler vurup çekilir ve toparlanma sürecine girer. ABD; İsrail’i bu yoğunlukta daha ne kadar destekleyebilir? Neticede İsrail’e verdiği silah ve mühimmatları kendi envanterinden çıkarıyor ve bunların yerine konması zaman meselesi. Bu desteğin bir de mali yükü var. Hele İran gibi köklü ve devlet geleneği olan bir devletle aylar boyunca sıcak savaş yapamaz. İran’ı hırpalar, büyük zararlar ve psikolojik yıkım verir ancak ne İran’ı devirebilir ne rejimi değiştirebilir. Dahası bu savaştan bölge ülkelerinin gizli, kapalı bir memnuniyet duyduklarını söylemek abartı olmaz. Hem İsrail, hem İran’dan bilinen sebeplerle rahatsızlar. Türkiye her ne kadar İran’ın yanında yer alsa da yıllar boyunca İran’ın Türkiye’ye yönelik niyet ve hareketlerini unutmuş değil. Azerbaycan’ın İran’a yaklaşımının sebeplerini hatırlatmaya gerek yok. Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri ABD’den yüzlerce milyar dolarlık silah ve savaş makinalarını sadece Yemen Husiler’ine karşı mı alıyorlar? İran her ne kadar esip gürlese de İsrail daha ileri gitmediği sürece üstelemez. Zaten İsrail saldırmazsa biz de karşılık vermeyiz türü kapalı mesajlarla durumun yumuşamasını istiyor. Ayrıca İsrail’in ABD’nin her türlü kesintisiz ve koşulsuz yardımını görmekten başka doğrudan savaşın içine çekmeye çalışması durumunda İran’ın onlarca yıl kendini doğrultamayacağı bir döneme gireceğini de görüyor olması gerekir. Ayrıca İran içte çok büyük ve derin sorunları olan bir ülke. Yıllardır ekonomik ambargo altında. Hava kuvvetleri ve savunması çok eski. Rejimin, Ortadoğu’da bir Şii Hilali oluşturma, bölge ülkelerinde Şii rejimler kurma, silahlı sivil milisler ve düzenli silahlı ideolojik güçler oluşturma stratejisi çökmüş durumda. Suriye’de rejimin tasfiyesi ve Lübnan’da Hizbullah’ın ağır darbe alması, kendisinin de İran içinde birçok sembol ismin ve hedeflerin yok edilmesiyle gerileyip içine çekilmek durumunda kaldı. Dışarıda daha fazla bir şeyler yapabilme kapasitesi yok. Üstelik yanında ABD gibi bir destekçisi de yok. Müttefik gördüğü Rusya ve Çin’den yardım ve destek (en azından istihbarat ve teknoloji) yerine itidal çağırısı ve tavsiyesi aldı. Ayrıca büyük güçler işin uzamasını istemezler çünkü asıl gündemleri ve stratejileri başka. ABD’ni stratejik öngörüsü Çin üzerine. Rusya başlattığı savaşı bile belirli bir başarı seviyesine çıkaramadı. Çin kendi işine bakma ve dışa karşı yumuşak gücüyle ilerleme stratejisi izliyor; bu gibi savaş durumlarında açıkça taraf tutmaktan kaçınıyor ve diplomatik yolları öneriyor; ABD ile giderek kaçınılmaz hâle gelen karşılaşmaya sessiz ve derinden hazırlanıyor. İran-İsrail savaşı bu güçler bakımından arızi bir durum olsa da birbirlerine karşı tavırlarında da bir ayraç. Doğrudan kara ve deniz komşusu olmayan İran ve İsrail arasındaki savaş daha ziyade hava savaşı düzeyinde. Her ne kadar İsrail, İran’a sızsa ve yerli işbirlikçileri olsa da bu sürdürülebilir değil. Savaş karada, denizde, havada başlayabilir ama karada biter.
Fikriyat zamanla söner
Devran aynısıyla döner
Savaşta da barışta da
Hayatta kalmaktır hüner
İsrail konusuna gelince “Kahrolsun İsrail” diye beddua etsem; Gazze ve İran’a dua etsem bile İsrail’in kahrolmayacağını biliyorum. 75 yıldır milyarlarca Müslüman İsrail’e beddua ediyor, milyonlarca Hristiyan’ın asırlarca Osmanlı’ya beddua etmesi gibi ama dünyada işler dua ve bedduayla olmuyor. İsrail göze hem göz hem diş, dişe hem diş hem göz hatta göze göz dişe dişten öte her birine omuzdan baş düşürme inancı ve kararıyla hareket ediyor. Peki, bu durum bir devlet için nereye kadar sürdürülebilir? Dünyada yeni dengelerin oluşmasına kadar! İsrail vatandaşlarının Museviliğe, Siyonizm’e yaklaşımları ve bağlılığı ne olursa olsun, hangi ideolojik görüşlerde olurlarsa olsunlar bu belalı coğrafyada var olmanın asgari şartları konusunda hemfikirdirler ve dışa karşı, muhalif oldukları iktidarı desteklerler. Müslüman toplumlarda İsrail’e karşı nefret ve hayranlık duyguları iç içedir. İsrail’in İran Genelkurmay başkanı, Devrim Muhafızları Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, İstihbarat Başkanı başta olmak üzere 20 kadar üst düzey komutanı bir gecede Doğrudan kara ve deniz komşusu olmayan İran ve İsrail arasındaki savaş daha ziyade hava savaşı düzeyinde. katletmesi; İran’ın nükleer programındaki 10 kadar nükleer fizikçiyi öldürmesi hem nefret hem hayranlık oluşturdu. Milyarlarca Müslümanın duası da bedduası da kendilerine bir kapı aralamasa da yüreklerini serinletiyor elbette. Dua veya bedduayla yürüseydi iş, dünyada helak olmamış toplum kalmazdı. İsrail / MOSSAD nasıl oluyor da İran’da her gerek duyduğunda bu kadar çok yerli iş birlikçi bulabiliyor? Nasıl oluyor da hem millî orduda hem devrim muhafızları içinde bu kadar yerli iş birlikçi / hain bulabiliyor ve gerektiğinde kullanabiliyor. Bu İsrail’in istihbarat gücü yanında İran toplumunda muhaliflerin, rejime karşı olanların ve sistemden intikam almak isteyen halkın da psikolojisini gösteriyor. Geniş İran coğrafyasının havasında serbestçe hareket ederek her yerindeki istediği yeri vuran İsrail 7 Ekim 2023’ den beri 360 km2’ lik Gazze’de 2.5 milyonluk nüfustan 60 bin kişiyi öldürdü 200 bin kişiyi yaraladı ve herkesi oradan oraya yerinden etti amma ne rehinelerini kurtarabildi ne Hamas’ı bitirebildin. ABD her türlü desteği veriyor. ABD yakıt tankerleri olmadan bir gecede 200 İsrail savaş uçakları nasıl 2000 km ötedeki İran hedeflerini vurup, bir tane kayıp vermeden dönebilir? ABD desteği olmadan nasıl birkaç ülkenin hava sahasını kullanarak gidip gelebilir?
İran Hürmüz boğazını kapatarak ve Körfezden petrol sevkiyatını durdurarak dünyayı ekonomik bir kaosa sürükleyebilir ve itibarlı büyük güçlerin aracılığıyla onurlu bir çıkış imkânı bulabilir mi? Buna Çin, Körfez Ülkeleri, AB karşı çıkar. Rusya petrol fiyatları yükseleceği için olumlu yaklaşır. ABD enerjide dışa bağımlı değil. Yani körfezin kapatılması İran’ın lehine olmaz. Erinde geçinde İran müzakere yollarını arama durumuna geçer. İran, bölgesinde gerginlik yönetmede ustadır. Asırlardır dışarıdan bir saldırıya uğramadı ve Irak’la savaşı dışında kendi topraklarında savaşmadı. Hâlen de kendisiyle komşu olmayan asgari 1 000 km öteden gelen İsrail ile savaşıyor. Bu iki ülke için de sürdürülebilir değil, ABD’nin İsrail’e her türlü sınırsız desteğine rağmen İsrail bu savaşı aylar boyunca sürdüremez. İran’lılar belki dayanır ama dünyada savaşa en alışkın İsrailliler bile bu stres ve sıkıntıya fazla dayanamazlar.
Değerlendirmemde İran’a eleştirel bir dil kullandım. Bir dost ve komşuya yapılabilecek eleştirel yaklaşımlar. Elbette İran’ın yanındayız. İran – İsrail savaşından bahsederken sanki bizce iki yabancı devlet ve milletten söz ediyor gibiyiz. Ancak İran ile İsrail’i aynı gözle göremeyiz. Eşdeğer tutamayız. İran’ın din ve devlet ideolojisini, sistemini asla onaylamam. Ancak rejimin değişmesi İran halkının bileceği bir iş. Bir devletin sistemi ile toplumunu her durumda aynı ve özdeş görmek yanıltıcıdır. Sistem değişir millet varlığını korur ve sürdürür. İran ile din, dil, tarih, coğrafya, kültür ortaklığımız var. Kaldı ki İran Türklüğü İran’ın ayrılmaz parçası ve bizim için olağanüstü tarihsel dönemeçlerde bizim emniyet varlığımız. Bu varlık geçmişte kavga sebebiydi ancak ilerde dostluk ve kardeşlik varlığı olması bizim becerimize bağlı. Kaldı ki İran komşumuz, yarıya yakını soydaşımız ve onun başına gelen her olumlu-olumsuz durum bizi yakından ilgilendirir.
Şah’ın devrilmesinin coşkusuyla ve Irak’la savaş İran’da rejimin halk tarafından benimsenmesini güçlendirdi. Bunu yıllar boyunca değişik vesilelerle ortaya koydu. Rejimin kendini koruma sistemi (başta Devrim Muhafızları olmak üzere) hâlâ çok güçlü fakat sürdürülebilir değil. Halkın rejime ve sisteme ilgisi ve sahiplenmesi giderek zayıflıyor. Seçimlerde halkın katılımının bu kadar düşük olması sistem ve rejimden umudunu kestiğini, kim seçilirse seçilsin mevcut sistem ve rejim olacak diye düşünmesindendir. Zaten adaylar dinî liderlikçe uygun görülmeden aday bile olamıyorlar. İran çevre ülkeleri karıştırdıkça karşılaştırmalı olarak kendisinin güçleneceğini varsayan bir strateji izledi. Ancak bu ülkelerin kendinden uzaklaştığını, kendisini yalnız bıraktığını acı bir şekilde gördü ama ok yaydan çıkmıştı. İranlı en üst düzey liderler “İsrail bize saldırdığı sürece saldıracağız. İsrail saldırmazsa biz de saldırmayı.” derken aslında biz artık savaşarak kazanamayacağımızı biliyoruz ve onurlu bir sükûnet istiyoruz demeye getiriyorlar. İki gün önce ABD ile görüşmelerden çekiliyoruz dedikten sonra görüşmelerde bir teklifle gelecektik, İsrail sabote etti. Biz görüşmeye hazırız demeye başladılar. Halkta rejimden yaygın bir memnuniyetsizlik ve ekonomik bunalmışlık olsa da seçimlere katılım oranları giderek düşse de dışarıdan müdahaleyle İran’da rejim değişmez fakat değişimi tetikleyebilir. Baskıdan bunalmışlar fırsat bulunca bunu yapanlardan acısını çıkarma refleksleriyle başka güçlerin kullanımına hazır hâle gelirler.
Son söz olarak; İsrail’in gücü ABD’nin gücüdür. ABD olmasa etrafı Araplar ve Müslüman ülkelerle çevrili İsrail nefes bile alamaz. Akdeniz’den başka dünyaya çıkışı yoktur. Peki; ABD nasıl durdurulabilir? Dünyanın en büyük ekonomik, askerî ve teknolojik gücü ABD, İsrail’in dayısı mı yoksa ABD İsrail’i gerektikçe bölgede sopa olarak mı kullanıyor? Aslında ikisi birden. Her güç karşılığıyla ve karşıtıyla vardır. Karşılığı ve karşıtı yoksa hangi güç hangisiyle karşılaştırılabilir? Ya da bir güç tek başına bir güç müdür? ABD kendi ağırlığını tartmaktan uzak, kendi insanlık misyonunun ne olabileceğini idrak edemiyor. Kendi gücünü bir haydut gibi kullanıyor. Asırlar sonra bu ABD’den geriye hangi insanlık ve medeniyet değerleri kalacak? Bölge ülkelerinin ve özellikle İslam ülkelerinin başat güçler karşısında ya güçler dengesinden yararlanıp bölge güvenliğini sağlamaları ya da ayrı bir güç oluşturmaları nazari olarak mümkün de gerçekleştirilebilir mi? Bunun olamayacağını İslam İşbirliği Teşkilatının kuruluşundan bu yana gördük de hep böyle mi sürecek? İsrail bölgede Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan ittifakına ABD desteği olmadan ne kadar dayanabilir? Ne var ki ne bu ülkeler bir araya gelip İsrail’le sıcak çatışmaya girer ne İsrail’e ABD ve Batı desteği kesilir! Ortadoğu’nun tarihi biraz da bu İslam ülkelerinin gizli açık rekabetinin tarihidir. ABD bir yandan İsrail’in İran’a saldırısında biz müdahil değiliz, taraflar barışmalı diye dünya kamuoyunda olası tepkilerin havasını almaya çalışırken diğer yandan tanker uçaklarını, uçak gemilerini ve bunlara eşlik eden gemilerini bölgeye gönderip İran’a gözdağı veriyor, İsrail’i teşvik ediyor ve bölgedeki her türlü müdahale kapasitesindeki güçlerini harekete geçiriyor. Yutarsan diyeceğim de yutmaktan başka ne yapılabilir ki? Batı diplomatik arabulucu ve kolaylaştırıcı rolünü oynarken bile ezberini tekrarlıyor: ‘İsrail’in kendini savunma hakkı var. İran nükleer güç sahibi olamaz!” Bunu diyerek İsrail’i teşvik ettikten sonra zaten gerisinin önemi yok ki! ‘ Batının ikiyüzlülüğü desek ne olacak ki? İsrail ve ABD, İran’ın 30 yıldır nükleer silah yapmakta olduğunu söyleyegeldi. Tıpkı Saddam’ın nükleer ve kimyasal silahı olduğu yalanı gibi. Yapsa ne olacak ki? Hava savunması olmadan, ABD kontrolündeki diğer ülkelerin hava sahasını kullanmadan, ABD ve İsrail buna müsaade eder mi? Ancak böbürlenir ve Türkiye dâhil çevre ülkelere hava atar! Bunun cevabı İslam ülkelerindeki liderliklere ve liderlik edecek ülkelerin kararlı, inançlı anlayış ve iş birliğine bağlıdır. Peki, böyle liderler ve ülkeler var mıdır? Unutmayalım ki liderleri biraz da şartlar ortaya çıkarır! Tüm İslam ülkeleri açıkça ve yüksek sesle ifade etmeden ve zamana yayarak ABD ile ilişkilerini ya dondururlar, askıya alırlar ya da asgariye indirirler. Erinde geçinde ABD bu sıkışmışlığı fark ederek ferahlama ihtiyacıyla İsrail’in her türlü kaprisine katlanma durumundan kendini kurtarmaya çalışır. Bu gerçekçi, gerçekleştirilebilir bir strateji olabilir mi? Yüzde bir ihtimal olmasa bile bir ihtimaldir! Bu savaşın uzaması; tüm bölge ülkelerini kötü etkilese de Irak, Suriye örneklerinde yaşadığımız gibi bölgede en fazla Türkiye’ye zarar verir. Bu bilindiği için savaşın durdurulmasında en samimi çabayı gösteren Türkiye’dir.