ÜLKEYİ AKP’DEN KURTARMAK

Türkiye önümüzdeki iki yıl içinde üç seçim yapacak: Yerel yönetimler, parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Demokrasinin yerleştiği; geleceğe dair yönünü ve ufkunu belirlemiş; bunlar üzerinde toplumsal mutabakat sağlamış herhangi bir ülkede “vaka-yı âdiye”den sayılan bu tür seçimler, Türkiye Cumhuriyeti açısından tarihinin en önemli süreci olacaktır. Bunun sebebi, bu seçimlerde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mevcut sınırlar içinde tekil […]


Paylaşın:

Türkiye önümüzdeki iki yıl içinde üç seçim yapacak: Yerel yönetimler, parlamento ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Demokrasinin yerleştiği; geleceğe dair yönünü ve ufkunu belirlemiş; bunlar üzerinde toplumsal mutabakat sağlamış herhangi bir ülkede “vaka-yı âdiye”den sayılan bu tür seçimler, Türkiye Cumhuriyeti açısından tarihinin en önemli süreci olacaktır. Bunun sebebi, bu seçimlerde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mevcut sınırlar içinde tekil siyasi egemenliğini sürdürüp sürdürmeyeceğinin; bir başka ifade ile bölünmeye giden sürecin önünün açılıp açılmayacağının oylanacak olmasıdır. O halde, “siyasi namus” gereği bütün siyasi partilere; en çok da Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter-milli yapısının değiştirilmesini hedefleyen AKP’ye düşen görev, halka yapacakları tercihin sonuçlarının ne olacağını söylemek olmalıdır.

Esasında AKP’nin Türkiye hakkındaki gelecek kurgulamasının ipuçlarını Sayın Başbakan birkaç konuşmasında vermiştir. Bunlardan ilki, Sayın Başbakanın, bir televizyon programında söylediği “Osmanlı’da Kürdistan ve Lazistan eyaletleri vardı.” sözüdür. Kürtçülerin uydurduğu bu yalanı Sayın Başbakan’ın bilgisizliğine bağlayamayız. Çünkü Başbakanlık sorumluluğu taşıyan ve her fırsatta tarihsel referansları kullanan biri, Osmanlı’da hiçbir zaman bir Kürdistan eyaleti, vilayeti, emirliği; bu adı taşıyan herhangi bir siyasi egemenlik coğrafyası olmadığını bilir. O halde bu sözün maksadı -velev ki tarihî bir gerçeklik olsun- tarihî bir duruma işaret etmek değil; sözü söyleyenin Türkiye ile ilgili “gelecek tasavvuru”nu ortaya koymaktır. Sayın Başbakan’ın yine bir televizyon programında söylediği “2023’te federasyona geçilebilir.” sözü de bu kurgunun orta vadede gerçekleşebileceğine dair bir öngörüyü yansıtmaktadır.

Sayın Başbakanın bu sözlerinden sonra toplumda, -Kürtçü olmayan ve kendilerine bu yönde sorulacak sorulara “Türküm-Müslümanım-vatanseverim” diye cevap vereceğinden emin olduğumuz birçok insanda- “Kürtlerin de devlet kurma hakkı vardır. Kendiniz için istediğinizi Müslüman kardeşiniz için de istemezseniz gerçek iman sahibi olamazsınız.” Biçiminde bir görüş oluştuğu gözlemlenmektedir. Eğer bu bir yanlış algı ise bunu düzeltme sorumluluğu da algıyı oluşturanlara aittir. Keza “Türklük, Müslümanlık ve vatanseverlik” konusunda bendenizden daha iddialı bir konumda olduğunu söyleyen, birbirinden çok uzakta yaşayan iki mühendis arkadaşımdan Kürtlerin devlet kurma talebinin haklı olduğunu duyduğumu belirteyim. O halde, bu seçim sürecinde Sayın Başbakana ve diğer AKP’lilere düşen görev bu algının doğruluğunu ya da yanlışlığını samimiyetle anlatmak; vatandaştan buna göre oy talep etmek olmalıdır. AKP’nin bu çerçevede yerine getirmesi gereken bir diğer sorumluluk da, Abdullah Öcalan ile yapılan pazarlığın içeriğini ve onun şahsına ve Kürt siyasi hareketine vaat edilenleri yine seçim meydanlarında açıklamaktır. Çünkü siyasi namus sahibi bir siyasi hareket halkın kaderini belirleyecek bir kararı halktan gizleyerek ondan oy isteyemez.

Siyasi namus demişken; elbette bu tutum sadece iktidar partisinden değil aynı zamanda diğer iki büyük partiden –ve tabi ki bütün partilerden- de beklenmektedir. CHP ve MHP Cumhuriyeti kurma ve ilelebet payidar kılma misyonunun temsilcisi olduklarını sık sık vurgular hatta varlık sebebi sayarlar ki haklıdırlar. Lakin tarihî misyon kendiliğinden sürüp gidecek bir fiil değildir; ülke bu misyona ihtiyaç duyduğunda o anda partiyi idare edenlerin alacağı kararlarla ortaya çıkacak bir olgudur. Önümüzdeki üç seçim sürecinde Cumhuriyetin bekası gibi bir problemle karşı karşıya olduğumuza göre bu iki parti üstlendikleri misyonun gereğini bir kez daha yerine getirmek uğruna harekete geçmelidir. “Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.” diyerek her türlü siyasi ve kişisel mülahazayı bir yana bırakıp ortak bir seçim stratejisi belirlemelidir. Bu stratejinin ilk ayağını YEREL SEÇİM İTTİFAKI oluşturmalıdır. Bu ittifakın yöntemi konusunda şöyle bir yol izlenmesi mümkündür:

  1. Bütün seçim çevrelerinde seçmenlerin PARTİ bazında tercihinin sorulacağı birbirinden bağımsız en az üç kamuoyu araştırması yaptırılmalı; elde edilen veriler karşılaştırmalı olarak incelenip doğruya en yakın neticelere ulaşılmalıdır. Hangi seçim çevresinde hangi PARTİ adıyla seçime girileceğine bu araştırma sonuçlarına göre karar verilmelidir. Örneğin bir seçim çevresinde yapılan kamuoyu yoklamasından çıkacak AKP: %35, MHP: %30, CHP: %20 gibi bir sonuç karşısında CHP oradan aday çıkarmamalı; MHP adayını desteklemelidir.
  2. Birinci maddede anlatılan yöntemin sağlıklı uygulanmasının temel şartı aday belirlenmesinde de aynı ittifak anlayışıyla hareket edilmesidir. Bunun için, adaylar belirlenirken mutlaka yine kamuoyu/seçmen/delege yoklamaları yapılmalı, seçmen ve partili tercihinin en çok buluştuğu isimler etrafında toplanılmadır. Bu çerçevede, bazı seçim çevrelerinde MHP’den gösterilecek bir aday CHP’li; CHP’den gösterilecek bir aday MHP’li kimliği ile bilinen birisi dahi olabilir.
  3. Adaylar belirlenirken toplumsal saygınlık, kariyer, tecrübe, liyakat göz ardı edilmemeli; seçilecek kişilerin YEREL YÖNETİMLERE BAŞKAN olabilecek yeterliliğe sahip olması gerektiği unutulmamalıdır.
  4. Seçimlerde işlenecek ana tema “Devletin, milletin, vatanın birliği” olmalı; ittifakın gerekçesi çok iyi anlatılmalıdır. Bu çerçevede, seçim çalışmalarını yürütecek ekipler karma olmalı; Milli Mücadele ruhu ile hareket edilmelidir.
  5. İttifak mümkün mertebe, bahis konusu ilkeler etrafında toplanmaya hazır olma iradesini gösterecek MTP, BBP, MP, Yüce Diriliş Partisi gibi partileri, cemaatleri, dernekleri, çeşitli sivil toplum kuruluşlarını ve bugün için herhangi bir partiyle organik bağı olmayan aydın, düşünür, sanatçı, kanaat önderlerini de kapsayacak biçimde genişletilmelidir. Bu yönde partilerin içinde köşe başlarını tutmuş, kişisel ikballerini her şeyin üzerinde gören menfaatperestlere pabuç bırakılmamalıdır.

Eğer bu ittifak gerçekleşirse:

Seçimlerde 2+2’nin daima 4 etmeyeceği bir gerçekse de, olası sonuçlar şunlardır:

  1. 2+2=2 (en kötü seçenek): Seçilecek tek bir başkan olacağına göre, ittifak olsa da olmasa da AKP, BDP veya bir başka partinin adayı kazanacaktı.
  2. 2+2=3 (Tercih edilebilir): Ayrı ayrı girildiğinde tek başına kazanılması ihtimali zayıf olan İstanbul, Ankara, Erzurum, Elazığ, Muğla, Mersin gibi bazı büyük şehirler ve ilde İttifak adaylarının kazanma ihtimali oldukça yükselecektir.
  3. 2+2=4 veya 5 (En iyimser seçenek): Tek başına kazanılması imkânsız olan birçok büyük şehir, il ve ilçede İttifak adaylarının kesin olarak kazanması söz konusu olacaktır.
  4. İttifak partilerinden herhangi birinin tek başına kazanma ihtimali yüksek olan hiçbir bölgede İttifaktan dolayı aksine bir durum olmayacağı öngörülmekle birlikte; yapılacak kamuoyu yoklamalarında olumsuz bir sonuç söz konusu olursa buralarda seçime ittifaksız girilmelidir.
  5. Doğu ve Güneydoğu’da özel bir çalışma yapılarak “Iğdır modeli” uygulanmalı; Devlete bağlı aşiretler, kanaat önderleri, alevi dedeleri ile görüşülerek onlara Devletin kendilerini PKK’nın iradesine teslim etmeyeceğinin garantisi ve güvencesi verilmeli; onlar arasından nitelikli adaylar çıkarılmalıdır.

Eğer bu İttifak gerçekleşmezse:

  1. Büyük şehirlerin yüzde sekseninden fazlası AKP belediyesi haline gelecek; 30 büyük şehrin 25 kadarında AKP kazanacak, bir kaçı da BDP tarafından alınacak belki de MHP ve CHP hiç birini kazanamayacaktır. İllerde ve büyük ilçelerde de benzeri bir durum yaşanacaktır. İttifaksız MHP ve CHP’nin il genel meclisi oylarında muhtemel bir kısmi artış belki parti yöneticilerinin savunma dirençlerini güçlendirebilir ama ülke yerel yönetimlerinin tamamına yakınının üniter devlete aykırı düşünen ve bunu da bir proje olarak ortaya koyan partilerin eline geçmesi “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” misyonuna aykırıdır.
  2. Bu durumda AKP ve BDP hem sonraki seçimler için iyi bir moral motivasyon kazanacak, hem yerel yönetimlerin imkanlarını parlamento seçimlerinde kullanacaktır.

Sonuç olarak: Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en önemi kırılma anlarından birini yaşamaktadır. Bu süreçte en çok “siyasi namusa” ihtiyaç vardır. Siyasi partiler Devletin varlığını ve birliğini, milletin huzur ve mutluluğunu temin etmek için kurulmuş; milletin kaynakları ile ayakta duran milletin kurumlarıdır. Yöneticiler kurumların sahibi değil hizmetkârıdır. Kim ki bu görevi suiistimal eder; kişisel ikbalini bu görevin önüne geçirirse; menfaatçileri, liyakatli, dürüst, vatanperver insanlara tercih ederse tarih huzurunda sorumludur.

AKP ve BDP ittifak içinde, “iyi polis-kötü polis” pozisyonunda görev dağılımı üstlenmiş bir anlayışla ülkeyi bölünmenin tartışıldığı bir konuma getirmiştir. Bunu çok iyi bilen siyasetçiler bu bilginin gereğini yapmalı; ülkeyi AKP’den kurtaracak politikaları belirlemeli; bu çerçevede üretilen fikirlerden istifade etmelidir. Aksi takdirde, Devletin ve milletin tekliği ve bütünlüğü ile ilgili ortaya çıkacak bir olumsuz durumun ortağı olmaktan kurtulamazlar.

Yazar

Mümtaz Sarıçiçek

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar