Yükleniyor...
“Soğuk Savaş Sonrası Rus Dış Politikasında Ontolojik Güvenlik” uzun adıyla yayımlanmış bir eseri tanıtmaya çalışacağım. Bu kitap[1] bir doktora tezinin kitaplaşmış şeklidir; biz Türkler için önemlidir. Bu tür kitaplara ihtiyacımız var. Prof. Dr. Erel Tellal’ın sunuş yazısında “Kürşad Güç’ün tezi, danışmanlığını yürüttüğüm onlarcası arasında en değerlilerinden biridir.” diye not düşmesi bu önemi belirtmek içindir. Kürşad Güç bu çalışmasında, Rusya’nın soğuk savaş sonrası geçirdiği süreçleri ve ortaya koyduğu eylemleri “ontolojik güvenlik” kavramıyla açıklamıştır.
Kitap iki bölüm şeklinde yazılmıştır. İlk bölümde “ontolojik güvenlik” terimi en geniş şekilde, 33. – 106. sayfalar arasında açıklanmıştır ve tam 74 sayfayı işgal etmiştir. Hemen hemen bir kitap hacmine ulaşan bu bölüm, bir tezde yer alabilir fakat kitaplaşırken ontolojik güvenliğin anlatıldığı bölümün tamamen kaldırılabilir veya çok kısa şekilde anlatılabilirdi. Bu düşüncemi ilettiğimde yazar; “Yayınevi de aynı görüşteydi ben kabul etmedim.” demiştir.
Giddens’ın ontolojik güvenliği; “insanın / devletin öz kimliğinin sürekliliğine ve çevresindeki sosyal ve maddi eylem ortamlarının tutarlılığına duyduğu güven” şeklinde açıkladığı bilgisini verdikten sonra 242 sayfalık ana bölüme geçelim.
Kürşad Güç, “Merkezi planlamanın esas unsur olduğu Sovyet ekonomik modeli, 1970’lerin ortasından itibaren işlevini yitirmeye başlamış ve 1980’lerin ortasına gelindiğinde işleyemez hâle gelmişti.” tespitini yapar. “Stalin dönemindeki -Türklere yapılan soykırımlar, sürgünler başta olmak üzere yokluk, yoksulluk ve uzun kuyruklar” bu teşhisin göstergesidir. Bu dönemin yöneticisi Boris Yeltsin ile Gorbaçov öne çıkan isimlerdir. Tıkanmış ve hareket kabiliyeti iyice zayıflamış olan Sovyet sistemini kökten revize etmek için “yeniden yapılanma” süreci başlatılır, “açıklık ve demokratikleşme” politikaları devreye sokulur. Dergi ve gazetelerde sistem eleştirilmeye, meydanlarda gösteriler, iş yerlerinde grevler yapılmaya başlanır. Televizyonlarda 14.000 askerin öldüğü Afganistan çıkarması, Stalin’in suçları ve yolsuzlukları, askeri, sanayinin ekonomik kaynakları sömürmesi gibi konular tartışmaya açılır. Bu ortamda Rus halkı muhafazakârlar, devrimciler, karşı devrimciler ve reformcular olarak bölünür.
Batı yanlıları, SSCB dış politikasında; ABD ile silahsızlanma sürecini geliştirmek, uluslararası kapitalist sisteme eklenmek, Doğu Avrupa ülkelerinin de kapitalist sisteme eklenmesini desteklemek düşüncesiyle hareket ederler. Öte yandan bu anlayışta olan Rusları “ülke içinde beşinci kol faaliyeti yürüten hainler” olarak gören, ülkenin “kendi tarihi geleneklerine ve misyonuna yaslanarak bir imparatorluk olarak yükselmesini” savunan medeniyetçiler de vardır. Devletçi anlayışta olanlar da “Batı ile koşulsuz bir ittifaktan ziyade onlarla dengeli işbirliklerine girilmesini, Çin ve Hindistan gibi ülkelerle yakınlık kurulmasını” savunmaktadırlar.
Fakat 1990’lara gelindiğinde “ne kapsayıcı bir kimliği temellendirecek bir anlatı üretilebilir ne de bu anlatıyı bedensel anlamda somutlaştıracak kurumsal bir istikrar” yakalanabilir. Rusya “beden ehliyetini” kaybeder. Ülke ve hatta ordu çözülür. Beş Türk Cumhuriyeti bağımsızlıklarını ilan eder. Milyonlarca Rus kökenli insan eski Sovyet ülkelerinin topraklarında kalır. Ekonomi çöker. Bu ortamda “yüksek miktarda nakit para Batı’daki bankalara aktarılmıştır; boğazına kadar yolsuzluğa batmış devlet memurları” devlet yönetiminde etkilidirler. Rusya, “Batılı devletlere eşit bir ortak değil ancak onlara muhtaç olan, dalga geçilen” bir devlet konumuna gelir.” İMF’den alınan borçlar da yaraya merhem olmaz.
31 Aralık 1999 sonrası Putin dönemidir. Putin, Batı karşıtlığın öne çıkararak Rusya’yı yeniden ayağa kaldırmak, millet olma duygusunu yaramak, toplumun birliğini sağlamak için çalışır. Ortadoksluğu bu amacı için kullanır. Orduyu güçlendirir. Çeçenistan isyanını bastırması, Gürcistan Savaşı, Ukrayna’ya müdahale ederek Kırım’ı işgal ve ilhak etmesi, devletin bedenini ayağa kaldırma gayretleridir. Son yıllarda Suriye’de Esad’ı destekleyerek 210 farklı silahını denediği Ortadoğu’da güç gösterisi yapması da böyle görülmelidir.
Kürşad Güç; “Demir yumruk yönetimi altında askeri zaferlerle kimlik inşa etme üzerine kurulu Rusya’nın çatışmalar çağında geri planda durmayacağı” görüşündedir. “Çatışmaların küresel siyasi fay hatlarında kırılmalara, kırımların üreteceği büyük yıkımlara sebep olacağını, ayakta kalanların yeni dönemin şartlarını belirleyeceğini” ifade etmektedir.
Bir kitabın tanıtımı için bu kadarı yeterlidir. Benim görüşüm: Rusya bugünlerde de ABD ve Batı tarafından “dalga geçilen” ve ekonomisi çökmüş bir ülkedir. Bu hâldeyken gözü hâlâ sıcak denizlerde, Türkiye’de, Avrupa’da kaybettiği topraklarda, Türkistan’da, Ortadoğu’dadır. Ekonomik gücünü özellikle Ukrayna’da ve çevresine ihtirasla bakışının getirdiği hamlelerle tüketmekte olan, küçülen, daha da küçülecek olan bir ülkedir.
Kürşad Güç’ün bu kitabı, yakın zamandaki Türkiye-Rusya ilişkilerini düşündürmesiyle dersler çıkarmamızı sağlayacak önemli bir eserdir. Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkisi olan, coğrafi açıdan yakınımızda veya uzakta bulunan her devlet için yazılmış bu tür araştırmalara ve kitaplara ihtiyacımız var. Hatta “Son Elli Yılda Türkiye İç ve Dış Politikalarında Ontolojik Güvenlik” adlı kitaplara da ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü “Eğitim şart!” deriz ya hani, algı ninnileriyle teslim olduğumuz derin uykudan uyanmamız için “Bilgilenmemiz şart!”
[1] Soğuk Savaş Sonrası Rus Dış Politikasında Ontolojik Güvenlik, Dr. Kürşad Güç, Panama Yayını, Ankara, Mayıs 2022