Yükleniyor...
11 Eylül 2001 Tarihindeki gelişmelerin ardından tüm dikkatler, Kasım 2001’de Almanya’nın Bonn kentinde yapılan konferansa çekilmişti. “Neredeyse otuz yıldan beri” devam eden bir sorunun çözüm yolları ve yöntemlerinin tartışıldığı bir konferanstı. Bu konferansın içeriği Afganistan toplumu için ayrı bir öneme haizdi. Çünkü yıllardan beri sorunlarla uğraşarak, gerçek anlamda savaşın sebep olduğu acının ne olduğunu herkesten daha iyi idrak etmekteydiler. Bu nedenle Birinci Bonn Konferansı Afganistan halkı için büyük bir umuda sebep olmuştur. Ancak, aradan geçen on yıldan fazla süren zaman zarfında, Afganistan’da barışın sağlanması, sorunların çözülmesi, güçlü ve geniş tabanlı merkezi bir hükümetin kurulması noktasında beklenen sonuç elde edilememiştir. Bu nedenle umutların yavaş yavaş tükenmeye başladığı Afganistan’da yeni “çözüm” yolu olarak, 11 Eylül sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin “kara liste”sine alınan Taliban örgütü ile Hikmetyar birliklerinin Kabil yönetimine dahil edilmesi yolu seçilmiştir.
11 Eylül gelişmeleri ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri tarafından “uluslararası terör örgütleri” listesine dâhil edilerek başlarında büyük miktarda para ödülü konan “Taliban” lideri Molla Ömer ile “Hizb-i İslami” lideri Gülbeddin Hikmetyar’ın, yine Amerikanın isteği üzerine Kabil yönetimi ile müzakerede oturduğu bilinmektedir. Bu çerçevede geçtiğimiz haftalarda Taliban örgütünden bir heyetin Kabil’e gelip Karzai yönetimi ile müzakere sürecini resmen başlattığı görülmektedir. Diğer taraftan müzakere sürecinin devam etmesi için Taliban örgütünün Katar’da siyasi temsilciliğini açtığı da bilinmektedir. Bilindiği üzere bir süre önce Taliban örgütünün “üçüncü bir ülkede” siyasi temsilcilik açma hususundaki talebi Türkiye’deki AKP hükümeti tarafından da sıcak karşılanmış ve gerektiğinde Türkiye’de açabileceği hususu da gündeme gelmişti. Ancak, daha sonra bilinmeyen nedenlerden dolayı “siyasi temsilciliğin” Katar’da açılması kararlaştırılmıştır. Kabil yönetimi bu hususta yaptığı açıklama ile “Taliban temsilciliğinin açılması, müzakere sürecinin başlatılması konusunda son derece önemli bir gelişme” olduğunu ifade ederken, Katar’da temsilcilik açılmasının Amerika’nın isteği olduğunu da belirtmiştir.
Burada şu hususu da belirtmek lazım; Taliban örgütünün siyasi temsilciliğinin Katar’da açılacağı gündeme geldiği ilk günlerde, Kabil yönetimi büyük bir tepki göstererek Katar’dan elçisini geri çağırmıştır. Ancak bir süre sonra farklı yönde açıklama yapması dikkat çekmektedir. Öte yandan Taliban sözcüsü Katar’da temsilcilik açılmasının Amerika’nın isteği olduğunu söylerken, “Afganistan sorununda sadece iki aktörün bulunduğunu, bunlardan birinin Amerika, diğerinin de kendileri” olduğunu ifade ederek Kabil yönetimini pek ciddiye almadıklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Diğer taraftan Taliban ile müzakere sürecinin başlamasının hemen ardından, “kara listedeki” diğer bir aktör olan Gülbeddin Hikmetyar temsilcisinin de Kabil’e gelerek Amerikalılar ve Kabil yönetimi ile görüştüğü açıklandı. Hikmetyar sözcüsü Haroon Zargun, bu görüşmeyi doğrularken, Kabil yönetimi ile “sadece Afganlar arasında da bir uzlaşma sağlanması gerektiği konusunda” görüştüklerini ve “ülkedeki sorunlara ilişkin karar alıcı mercilerle görüşmek gerektiğini ve Afganistan’da asıl karar alıcı merciin Amerikalılar olduğunu” ifade ederek Hikmetyar’ın da Kabil yönetimine karşı fikrini açıkça ortaya koymaktadır.
Bu arada, Hikmetyar’ın sözcüsü tarafından basına dağıtılan müzakere şartlarına göre, Hikmetyar’ın özellikle Afganistan’daki yabancı güçlerin mevcudiyeti hususundaki fikirlerini ciddi ölçüde değiştirdiği dikkat çekmektedir. Daha önce hiçbir yabancı unsuru asla kabul etmeyen Hikmetyar, müzakere şartlarını içeren bildirisinde, yabancı askeri güçlerin 2014 sonuna kadar Afganistan’da kalmalarına itirazı olmadığını, ancak, bu yıldan sonra çekilme takviminin belirlenmesi ifade edilmektedir.
Bilindiği gibi Gülbeddin Hikmetyar, Burhaneddin Rabbani ile birlikte Afganistan’daki komünist ihtilalından sonra Pakistan’a sığınmış ve Rabbani liderliğinde Cemiyet-i İslami adı altında bir örgüt kurmuşlardır. Afganistan eski Sovyetler tarafından işgal edildiği 1979’da Hikmetyar, Rabbani’den ayrılarak Hizb-i İslami adıyla kendi örgütünü kurmuştu. Radikal bir merkeziyetçi olan Hikmetyar, her zaman birinci kişi olma peşindedir. Bir köy birinciliğini her zaman bir ülke ikinciliğine tercih edecek kadar otoriter bir kişiliğe sahiptir. 1992’de komünist rejiminin yıkılmasıyla, Peşaver Protokolü’ne göre Afganistan’ın Başbakanı olarak tayin edilmişti. Ancak, tek başına iktidarı elde etmek için ülkedeki tüm gruplara savaş ilan etmiştir. 1995’te hâkimiyetindeki bölgelerin tümü Taliban kontrolüne geçmesi ile Kabil’e gelerek Başbakan sıfatı ile göreve başlamıştır. Taliban yönetimi ülkeye hâkim olunca İran’a sığınan Hikmetyar, 11 Eylül 2001 sonrasındaki gelişmeler ile ABD’ye karşı cihat ilan ederek Taliban saflarına katılmıştır. ABD tarafından başına 25 milyon dolar ödül konmaktadır.
Taliban’dan sonra Hikmetyar’ın da “Afganistan’da barışı sağlamak için” müzakereye yanaştığını bir takım analizciler, Hikmetyar’ın dışarıda kalma korkusu ve mevcut süreçten pay alabilme çabası şeklinde değerlendirmektedirler. Ancak, burada yapılan; daha doğrusu devam eden müzakerenin muhtevası ya da sebeplerinden çok sonucu ile gelebilecek muhtemel sorunlar üzerinde durmak lazım.
Taliban ve Hikmetyar birliklerini, Kabil yönetimine dâhil etmek, sorunların çözülmesine ne derece etkili olabileceği konusuna girmeden önce şu hususu da belirtmekte fayda vardır: Taliban ve Hikmetyar örgütleri, bilindiği gibi mevcut yönetimin meşruiyetini kabul etmemekle beraber, mevcut anayasa ve kısacası mevcut siyasal sistemi bütünüyle reddetmektedir. Nitekim Taliban ve Hikmetyar temsilcileri bir süre önce Kabil’de bu konuyu açık bir şekilde dile getirmişlerdir. Buna karşın, mevcut siyasal sistemin kurulmasında etkili olan ve kendileri bu sistemin bir parçası olan bir takım gruplar ise Kabil yönetimi tarafından farklı suçlamalarla dışlanmaktadır. Hatta söz konusu gruplardan Muhammed Muhakkik ve General Dostum gibi halk tabanı güçlü olan liderler 2010’daki başkanlık seçimlerinde Karzai ile bir koalisyon kurmuşlar ve Karzai’yi desteklemişlerdi. Acaba, bu liderler mevcut hükümetten ne kadar memnunlar? Eğer gerçekten koalisyon şartlarına sadık kalınarak söz verilen şartlar esasına bir hükümet kurulduysa, neden Muhakkik, Dostum, Ahmed Ziya Mesut ve diğerleri Kabil yönetimine karşı yeni bir cephe oluşturdular? Demek ki, seçimlerde Karzai’yi destekleyen liderler mevcut hükümetten pek razı görülmüyor. O halde, mevcut siyasal sistemin bir parçası olan grupları dışlayarak, sisteme karşı fiilen savaş halinde olan grupları sisteme dâhil etmeye çalışmak bariz bir çelişki değil midir?
Diğer taraftan, Afganistan’daki mevcut sistem ve uluslararası güçlere karşı fiilen savaş hâlinde olan gruplar, sadece Taliban ve Hikmetyar birliklerinden ibaret değildir. Hatta Taliban örgütünün bile kendi arasında belli bir koordinasyonu olmadığı ve tek bir merkezden yönetilmediği bilinmektedir. Bir süre önce “Emaret-i İslami” (Taliban’ın yönetim biçiminin resmî adı) adına bir bildiri yayınlayan Seracüddin Hakkani, “Taliban lideri olarak tanınan Molla Ömer’in başarısız bir kişi olduğunu ve bu nedenle örgüt içinde fikir ayrılıklarına sebebiyet verdiğini, dolayısı ile operasyonları kendi kontrolünde aldığını” ifade etmiştir. Bu da Taliban örgütünde tek bir kontrol mekanizmasının mevcut olmadığını göstermekle beraber, Seracüddin Hakkani’nin de Taliban örgütüne karşı çıkabilecek ve Afganistan güvenliğine etki edebilecek bir güce sahip olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan Hikmetyar’ın kurduğu Hizb-i İslami örgünün de gruplara ayrıldığı, bir kısmının Kabil’de resmen siyasi faaliyetlerine devam ettiği ve bir kısmının da farklı gruplar halinde terör faaliyetlerine başladığı bilinmektedir.
Ayrıca, Afganistan güvenliğine etki edebilecek bir diğer terör hareketi de, kendi aralarında yine parçalı bir durumda olup kendilerine has yöntemlerle faaliyet eden yabancı uyruklu radikal İslamcı gruplardır. Bunların büyük bir kısmı Orta Asya ülkeleri vatandaşlarıdır (Özbekistan İslami Hareketi, Hizbu’t-Tahrir, Doğu Türkistan İslami Uyanışı ve Tacikistan İslami Hareketi gibi). Bunların her biri, Afganistan’da sahip oldukları etnik yakınlık potansiyelinden yararlanarak kendilerine göre bir taban oluşturmuşlardır. Bu gruplar 2006 yılında Taliban örgütü ile aralarında çıkan bir sorun yüzünden çatışmaya girmişlerdi. Hatta Pakistan ordususun da müdahale ettiği çatışmada, Pakistan’ın kuzey bölgelerindeki bir takım aşiretler ve Afganistan’daki bir takım gruplar tarafından desteklenmişlerdir. Bu da onların kendilerine has bir taban oluşturduklarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu çerçevede yapılacak müzakereler ne kadar sonuç verir acaba?
Diğer taraftan, yukarıda sözünü ettiğimiz sistem dâhilindeki liderlerin; Kuzey İttifakı adı altında yıllarca Taliban örgütüne karşı savaşmış olan grupların tepkileri ne kadar hesaba katılmış olabilir? Toplanan üç beş silah ile bunların devre dışı bırakıldığı düşünülüyorsa, büyük bir hata olur. Hala her biri kendi bölgesinde büyük bir taraftar kitlesi tarafından desteklenmekte olan bu liderlerin hafife alınması, ABD’nin hata üstünde hata yapması anlamına gelmektedir. Dolayısı ile Afganistan ile ilgili yapılacak çözüm arayışlarında, en uzak mahallelerdeki en küçük silahlı komutanların bile menfaatleri göz önünde tutularak müzakere masasında oturulmazsa, ülke güvenliği en ufak bir hareketle domino taşları gibi yıkılacaktır. Bu nedenle çözüm olarak görülen yeni gelişmelerin aslında yeni sorunların başlangıcı olarak değerlendirmek mümkün.
http://www.turksam.org/tr/a2573.html