Yükleniyor...
9 yıldır Türkiye’yi tek başına yönetmekte olan AK Parti’nin kuruluşu 10 yılı geride bırakmış durumda. İktidara gelmeye çalıştığı saatten iktidarda durduğu bütün zamanlara kadar sürekli bir devlet-merkez direncine karşı muhalefet gibi mücadele etti. Girdiği ilk genel seçimlerde lideri yasaklıydı ve başta dönemin cumhurbaşkanı olmak üzere dönemin bütün devlet aktörlerinin soğuk, hatta hasmane bakışlarını ve tavırlarını gizlemediği bir yükselen güçtü.
Devletin bu bakışı AK Parti’ye iktidardayken muhalefet rolünü de oynamasını gerektiren ilginç bir ortam sağladı. AK Parti her kazanımı kendisine karşı güvensiz ve hasmane bir tutum içinde bulunan güçlerden kopara kopara elde etti. Demokratikleşme bir muhalif söylem ve program olarak iktidardaki konumuyla bütünleşince tabii ki tuhaf bir durum ortaya çıkardı.
Mümtaz’er Türköne’nin dünkü yazısında cevabını aradığı soru muvacehesinde, bu süre zarfında AK Parti’ye karşı bir muhalefetin çıkmaması biraz da bu özel konumundan kaynaklanıyor. Ama onun bu özel konumu kadar görünürde (ana) muhalefet olması beklenen CHP’nin iktidar güçleriyle ontolojik yakınlığı da bu muhalefet boşluğunun en önemli sebeplerinden. AK Parti iktidardaki zamanının çoğunu bir şeyler talep eden ve öyle veya böyle elde eden bir muhalefet partisi gibi geçirirken, CHP ve destek birlikleri AK Parti’nin sözcülüğünü yaptığı muhalefet taleplerine karşı devlet direncini örgütlemekle meşgul oldular. Bu tablonun 12 Eylül referandumuna kadar hiç değişmediğini söyleyebiliriz.
Yazının devamını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz