Yükleniyor...
Gedin deyin Han Çoban’a,
Gelmesin bu il Mugan’a,
Mugan batıp nâhag (gızıl) gana.
Apardı seller Sara’nı,
Bir ala gözlü balanı.
Önce tarın inleyen sesi. Sonra Mustafa Mustafayev’in feryadı. Han Çoban’a, bu yıl Mugan’a gelmemesi için haber uçuruluyor: Söyleyin Han Çoban’a, bu yıl Mugan’a gelmesin. Mugan Arpaçay yakınlarında bir şirin köydür. Şirin bir köydür ama bu yıl Mugan haksız yere bir kana, bir kızıl kana batmıştır. Arpaçay’ın selleri genç ve güzel Sara’yı, bu ela gözlü balayı alıp götürmüştür.
Tarın inlemesi ve Mustafayev’in feryadı devam etmektedir. Şimdiden Azerbaycan Türkçesinin birkaç özelliğini söyleyelim: Gan (kan) kelimesinde gördüğünüz gibi kelime başındaki bütün kalın k sesleri, tıpkı Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Azerbaycan Türkçesinde de g olmuştur. Sara’nı ve balanı kelimelerine dikkat ediniz, Kelime ünlü (sesli) ile biterse ek +yı/+yi olarak gelmez, +nı/+ni olarak gelir. Bütün Doğu ve Kuzey Türklerinde de böyledir. Türkiye’de sadece bunu, şunu, onu kelimelerinde bu özelliği görürüz. Bir de il kelimesi. Bizdekı yıl. Yılan da mesela Azerbaycan’da ilan’dır.
Neyse dilciliği bırakalım. Müziğe kulak verelim. Müzik mi feryat mı? Eğer genç ve güzel Sara’yı seller alıp götürmüşse ağıt ancak böyle sese dökülebilir. Bir inleme, bir feryat gibi.
Tiz bir sesle inlemeye devam ederken, belki de okuyucuya bir girizgâh olsun diye, belki de okuyucunun tiz feryadıyla bir zıtlık oluşsun diye tarın sesi pesleşir. Kısa bir girizgâhtan sonra Mustafayev ağıda devam eder:
Arpa Çayı aşdı daşdı.
Sel Sara’nı aldı gaşdı.
Ala gözlü, galem gaşlı.
Apardı seller Sara’nı,
Bir ala gözlü balanı.
Bazı icralar bu bentle başlar. Aşdı daşdı / aldı gaşdı / galem gaşlı sözlerindeki ahenge bakar mısınız? Aslında Azerbaycan’ın birçok yerinde gaşlı yerine gaşdı (kaşlı) derler. O zaman seslerin ahengi zirveye vurur. Şu 4+4’lük hece ritmi yok mu? Kâşgarlı Mahmud’un eserinden beri tanış olduğumuz bu ritim. İşte bu ritim bestenin ahengiyle birleşince ben kendimi estetik bir evrenin boşluğunda yüzüyormuş gibi hissederim.
Sel, Sara’yı alıp kaçınca feryat etmekten, inlemekten başka yol yoktur. Okuyucular feryat edecektir, tar inleyecektir, balaban inleyecektir, hatta gitar inleyecektir. Hangi okuyucudan dinlerseniz dinleyin aynı feryadı duyarsınız. İster Elnara Abdullayeva’dan, ister Gadir Rüstemov veya Alim Gasımov’dan dinleyiniz. Alihan Samedov veya Şahin Daşdıyev’in balabanından, Habil Aliyev’in kâmançasından ve hatta Nofel Süleymanıv’un gitarından dinleyiniz. Gitarın nasıl bir tiz sesle inlediğini göreceksiniz. Gitar ve başka sazların.
Sara adlı güzeller güzeli, Han Çoban’a âşıkmış. Han Çoban da Sara’ya. Adındaki “han”a bakıp âşık kahramanımızı bir han veya bey sanmayınız, o bir çobanmış. Sadece adı Han. Neler olmuşsa olmuş, Arpaçay’ın seli Sara’yı alıp kaçmış.
Efsanenin birçok çeşitlemesi var. Bir rivayete göre Sara’yı üvey annesi büyütür. Sara Arpaçay’la bütünleşerek sıkıntısını giderir. Arpaçay onu sever, o da Arpaçay’ı. O kadar ki Sara yokken sakin sakin akan çay, Sara gelince köpürürmüş. Yine köpürdüğü ve Han Çoban’ın olmadığı bir zaman köyün ağası gelip Sara’ya şehvetle bakınca Arpaçay daha da köpürmüş ve Sara’yı koynuna alıp gitmiş.
Şeref Taşlıova’nın derlemesine göre Muğan köyünün bir ağası varmış. Ağanın da üç kızı ve Han Çoban adlı bir çobanı. Ağanın kızı Sara bir koyunu sağmak istemiş, Han Çoban da kolaylık olsun diye koyunun başını tutmuş. Ama gözler birbirine değince gönüller de tutuşmuş. Ağa, kızımı bir çobana vermem, demiş. Nice olaylardan sonra Arpaçay aşıp taşmış ve çeyizlik halısıyla birlikte Sara’yı götürmüş.
Bir başka rivayette iki âşık kuzendir. Baba, kızını zengin bir adamla evlendirmek ister. Sara ile sevgilisi ise kaçmak isterler. Sara’nın bindiği at Arpaçay’dan su içerken su taşar ve atla birlikte Sara’yı götürür.
Bir rivayette de düğün alayı sudan geçerken Arpaçay’ın suları yükselir ve Sara’yla birlikte alaydaki insanlarla atlar da boğulur.
Hikâyenin edebî bir dille yazılmış bir rivayetini de Yeşil Iğdır gazetesinde yazan Ziya Zakir Acar’dan okuyabilirsiniz.
Bu kadar çok ve farklı çeşitlemesi olduğuna göre olay bir hayli eskilerde cereyan etmiş olmalı. Arpaçay, Kars ile Ermenistan arısında sınır oluşturan bir küçük akarsu. Küçük ama öfkelendiği zamanlar da oluyormuş demek ki. Daha sonra da Aras’a dökülüyor. Ermeniler işgal edinceye kadar Arpaçay’ın o tayında da (tarafında da) Türkler yaşarmış. Efsane dilden dile dolaşmış, Iğdır’da ve Kars’ta da, Azerbaycan’ın kuzeyinde de güneyinde de bir feryada dönüp söylenir olmuş. Mustafayev devam ediyor:
Arpa Çayı derin olmaz,
Akar sular serin olmaz,
Sara kimi gelin olmaz.
Apardı seller Sara’nı,
Bir ala gözlü balanı.
Derin olmaz ama Sara kimi (gibi) gelini sinesine alıp yutmuş. Sara’nın anasının, kız kardeşlerinin, belki de bütün Muğan kızlarının yaktığı ağıt, Arpaçay kıyılarında kalmamış. Tebriz’e, Tahran’a kadar, Gence’ye, Bakü’ye kadar, Ankara’ya kadar ulaşmış. Şairler hikâyeye poemalar, uzun şiirlere yazmışlar. Tahran’dan dostum Savalan, uzunca bir poema yazmış. Piyesler de yazılmış ve yönetmenler konuyu tiyatroda, sinemada işlemişler.
Mustafeyev’in, Elnara Hanımın feryadı burada bitmiyor; benim içimde çoğalıp taşıyor. Tıpkı Arpaçay gibi: Arpa Çayı aşıp taştı / Gönlüme bir ateş düştü / Koştu da hayalim koştu // Apardı eller düşümü / Alıp gitti yaslı başımı.
Sara’nın ağıtı belki de bütün Türk tarihinin facialı olaylarına yakılmıştır. Ağıtı dinlerken Kırım’ı da, Kerkük’ü de, Doğu Türkistan’ı da düşünebilir, ah edip döşünüzü yumruklayabilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=Um598K4y4y
https://www.youtube.com/watch?v=cHJY5s2ZzrQ