Asi’nin Çocukları

Millî Mücadele’ye destek veren kahraman çete reisleri bölgede hâlâ bilinmekte ve rahmetle anılmaktadır. Özgenç de olaylar ve konuşmalar içinde o kahramanların adlarını geçirerek kıyamete kadar anılmalarını sağlamıştır


Paylaşın:

Dörtyol ve çevresinde verilen Millî Mücadele’nin romanı:

Asi’nin Çocukları romanının yazarı Emine Özgenç, Trabzonlu, emekli Türkçe öğretmenidir. Hatay ilimize bağlı Kırıkhan ilçemizden Şahan Özgenç ile evlenir. Akdeniz kıyısında verilen Millî Mücadele’yi tiyatro ve roman dallarında iki edebî eserde anlatmak, işte bu evlilik sayesinde Karadeniz bölgemizin kızı Emine Özgenç’e nasip olur. Emine Özgenç, Kırıkhan’da, Dörtyol’da yaptıkları sohbetlerde anlatılan, o bölgede Fransızlara karşı verilen Millî Mücadele hatıralarını, ilk defa, “Son Umut İlk Kurşun” adıyla, tiyatro eseri şeklinde yazar. Dörtyol ilçesinde görevli öğretmenlerin isteği üzerine kaleme aldığı bu eser Dörtyol Belediyesi tarafından 2016 yılında kitaplaştırılır. İlçedeki öğretmenlerin, memurların ve halktan bazı kişilerin rol aldığı bu eser, birkaç yıl üst üste sahnelenir.

Eylül 12’den Vurdu ve Eynesi Ana adlı romanların da yazarı olan Emine Özgenç, Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılmasına yol açan o bölgedeki Millî Mücadele’nin öneminden dolayı bir tiyatro eseri içinde kalmasını içine sindiremez. “Son Umut İlk Kurşun”a alamadığı, elinde kalan pek çok röportaj, anı, belge ve bilginin de insanımıza ulaşması gerektiğini düşünür Böylece “Asi’nin Çocukları” adlı roman gün ışığı görür.

Konuları bir bölgede yaşanmış olması sebebiyle “Son Umut İlk Kurşun” ile “Asi’nin Çocukları”, ilk bakışta yerel eserler olarak görülebilir. Bir bakıma öyledirler. Fakat Millî Mücadele, Atatürk’ün 26 Ağustos 1921 tarihinde, “Hattı Müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz.” ifade ettiği anlayış çerçevesinde, vatanın her karış toprağında verilmiştir; bir bütünlük arz eder. Emine Özgenç’in “Eynesi Ana” adlı bir diğer eseri de Trabzon’da, Ruslara karşı verilen Millî Mücadele’yi konu edinmesi sebebiyle bir bakıma yereldir.

Yeri gelmişken yerellik ile ilgili şu düşüncemi sizlerle paylaşmak istiyorum. Vatan kavramı insanda önce evinin içinde ve bahçesinde şekillenir. Zaman içinde köy, mahalle, ilçe, şehir ve ülkesini tanır ve kavram ülke toprakları ile örtüşür; yakından uzağa doğru bir kavrayış ve anlayış çizgisi sürecinde kazanılır. Kişi köyünü, mahallesini, ilçesini, şehrini ve yurdunu tarihi, coğrafyası, kültürü ve değerleriyle tanırsa sever. Severse benimser; korumak, güzelleştirmek, geliştirmek için çaba harcar. Her yerel eser, bu açıdan değerlidir. Emine Özgenç’in yukarıda adını verdiğim üç kitabı, yerel açıdan bakılsa bile çok değerlidir.

Sıra geldi, “Asi’nin Çocukları” romanını tanıtmaya. Eserde; Fransızların Dörtyol ve çevresini işgal etmeleri, Ermenileri maşa olarak kullanmaları, önceleri çeteler şeklinde verilen mücadelenin daha sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde oluşturulan millî orduya bağlı olarak sürdürülmesi, bütün imkânsızlıklara rağmen haçlı/emperyalist emellerin boşa çıkarılması anlatılır. Dörtyol ilçesi ile Karakese köyü, yaşananların büyük bölümünün merkezidir.

Yazar, yaşanan işgalleri, acıları ilk sayfalarda anlatırken, “millî eğitimin gerekliliğini” de romanın öne çıkan kahramanlarından Müderris Efendi’nin ağzından verir. “Müderris Efendi, çöküşün devletin kilit noktalarına gayrimüslimlerin getirilmesi ve onların Batı devletlerinin maşası olmasıyla hız kazandığını; son zamanlarda mütercimlerin bile gayrimüslim olduğunu ve en hayati sırlara vakıf olan bu memurların sırları düşmanlarımıza sattığını, anlattı.” şeklinde giriş yaptırdıktan sonra bu aksakalı şöyle konuşturur: “Devletine sadık Ermeniler bile görevlerinden alınıp yerlerine bilenmiş hainler getirildi. Bakın evladım, bir memleketin en hayati meselesi eğitimdir. Bunun bilincinde olan devletler, daha 1845’te işe eğitimle başladı. O tarihte Amerika’dan on iki misyoner gelmişti İstanbul’a. Hemen yedi okul açarak sadece gayrimüslim çocuklara eğitim verdiler. Elbette mütercimi de onlar yetiştirdi, memuru da. (…) Robert Kolej’in ilk mezunları, bilir misiniz ki Bulgar isyanının elebaşlarıdır. (…) Sonrasında İtalyan’ın, Rus’un, Fransız’ın yanında Amerika, Almanya hatta İran’ın sahip olduğu yabancı okul sayısı Cihan Harbi’ne girmeden önce binleri geçti.” (s. 39)

Romanda üç ana konu vardır. Konuları, eserde işgal ettikleri hacime göre, fazladan aza doğru şöyle sıralayabiliriz: Dörtyol ve çevresinde verilen Millî Mücadele, Aybars ile Elif’in mutlu sonla biten aşkı ve İstiklâlin kazanılmasının sembolü olarak Aybars’ın babası Sançar’ın Ay-Yıldızlı yüzüğünün hikâyesi.

Romanın başkahramanları, ikisi de Karakese köyünden Aybars ile “Babasını bir cephede, abisini diğerinde bırakan kaderi, anasızlığı o daha bebeyken reva görmüş bir kız” olan Elif’tir. Bu iki gencin birbirlerine olan ilgisi, o bölgede verilen Millî Mücadele’nin konusu kadar olmasa da esere çeşni katmış, son sayfalara kadar okuyucunun merakını canlı tutmuştur. Nitekim, eserin ilk sayfasında da bu iki sevdalı genç vardır, son sayfalarda da… Halkın güvenci, aksakalı Müderris Efendi, Aybars’ın anası Hüsne Kadın, Hınçak ve Taşnak Ermeni çetelerinin adamları Bedros ile Yenovk, devletine bağlı Ermenilerden Değirmenci Manuk Usta, Karakese köyünü delisi Deli Veli, Ermeni kız Sarin eserin diğer öne çıkan kişileridir.

Sayfalar boyunca yer yer Ermeni zulümlerini, kadın, çocuk, yaşlı demeden insanımızın uzun menzilli toplarla Fransızlar tarafından katledilmesini okurken gözleri nemleniyor insanın. İnsanımız yaralanıyor, en yakınlarının nasıl parçalanarak şehit düştüğünü görüyor, yine de umudunu yitirmiyor, direniyor. Köyünü, ilçesini, vatan toprağını terk etmiyor. Fransız’ı derlenip toparlanıp kaçıp gitmeye zorluyor. Dörtyol ve çevresinde verilen mücadeleyi, bugün milyonlarca Suriyelinin vatanlarını ölüm korkusuyla terk ederek ülkemize sığınması ile kıyaslayınca Türk insanının değeri bir daha anlaşılıyor.

Millî Mücadele’ye destek veren kahraman çete reisleri bölgede hâlâ bilinmekte ve rahmetle anılmaktadır. Özgenç de olaylar ve konuşmalar içinde o kahramanların adlarını geçirerek kıyamete kadar anılmalarını sağlamıştır: Ahmet Mursalıoğlu, Hamit Öcal, Faruk Cengiz, Mehmet Yedic, Akil İskat, Tekbıyık Hacı, Kara Yusuf, Maho, Çolak Mustafa, Kara Hasan Paşa, Erzinli Azman Bekir, Hassalı Danaboruk…

Emine Özgenç, olayların geçtiği yerleri anlatırken, âdeta Dörtyol ve çevresinin haritasını da çizer. “Küreci Değirmeni, Boklukaya, Dışkaya ve Narlıböhür’de yedi sekiz kilometre uzunluğunda yay şeklinde bir savunma hattı kurulmuştu.” … “Govukçınar Yaylası’na kadar gidelim hele diyerek yola çıktılar ama Govukçınar’a varınca da eğleşmek istemedi Elif. Hele bir Çökek’e inelim…” … “Bazen Küllü’de görünüyorlardı bazen Kırıkhan’ın Eşmişek yaylasındaydılar. Gün geldi Paşaoluk’ta, bazen Hassa’da, Halep yolu üzerinde baskınlar yaptılar.”

Romanın ilk sayfalarından son sayfalarına kadar devam eden kan kırmızı bir yakutun üzerine gümüş ay-yıldız işlemeli bir yüzüğün hikâyesi de istiklâlin sembolü olarak yer alır. Aybars’ın babası Sançar’ın yüzüğüdür. Sançar öldüğünde bu yüzük parmağında yoktur ve bulunamamıştır. Aybars, rüyasında o yüzüğü eline alır ve okşarken akarsuya düşürür. Arasa da bulamaz. Gaipten, “Ay-Yıldız Asi’nin ummana kavuştuğu yerde, bul onu oğul!” diye bir ses gelir ve bu sesi daha sonraları da işitir. Millî Mücadele’nin başarıyla verilmesinden sonra Türk ordusu, ay yıldızlı bayraklarla Antakya’ya girmiştir. Aybars bir akşamüzeri, Kel Dağı’ndan, Asi’nin ummana kavuştuğu Çevlik sahilini seyreder. Asi Nehri, bulutların batmakta olan güneşten aldığı kızıllıkla, nehrin gümüşi parıltılarla bir ay-yıldız parıltısında birleşmesiyle o kaybolan yüzüğü geri vermiştir. Yüzük bulunmuştur, yani vatan toprakları işgalcilerden kurtulmuştur.

Özgenç, bir ara çocuklara Türkçe ad verilmesinin gerekliliğini de işaret eder. Aybars’ı bu amaçla şöyle konuşturur: “Adımı dedem koymuş. Hun Kağanı Atilla’nın amcasının adıymış Ay gibi güzel ve yakışıklı, pars gibi kuvvetli demekmiş. Seviyorum ben adımı.”

Asi’nin Çocukları”nı okurken Dörtyol, Kırıkhan ve çevresi kültürü hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Asi Nehri hakkında söylenen efsaneleri de öğreniyoruz. Bölgenin yemekleri bir sohbet içinde, “oruk, içli köfte, dövme, semirsek, tepsi kebabı, şişbörek, sacaltı, kömbe, biberli ekmek, cevizli ezme…” şeklinde sıralanıyor. Kirkit Osman ile Değirmenci Manuk arasında yapılan palavra yarışı, –kısa bir süre de olsa- yaşanan acıları unutturarak dudaklarımızda tebessümler tomurcuklandırıyor. Okul yüzü görmemiş arif insanlarımızın, doğaçlamayla mizahî hikâyeler üretmelerinin şahidi oluyoruz.

Emine Özgenç, bugüne kadar kitaplaştırdığı eserlerle, gerçek bir “araştırmacı yazar” olduğunu ispatlamıştır. Her eserini aylar hatta yıllar süren araştırmalar sonucu yazmıştır. Diğer araştırmacı yazarların yaptığından farklı olarak, bir konuda elde ettiği bilgileri belli bir plâna göre araştırma kitapları şeklinde yazmamış, zoru seçmiş, hikâyeleştirerek edebiyatımıza birbirinden değerli eserler kazandırmıştır. Emine Özgenç’in eserlerini sıralarsak: Eylül 12’den Vurdu, Eynesi Ana, Son Umut İlk Kurşun, Asi’nin Çocukları, Güldüren İşkence ve PKK Kampında Bir Ülkücü, edebiyatımızda bir boşluğu dolduran kitaplardır. Bu kitaplarda yer alan her konu, ilerde dizi filmler şeklinde ekranlara getirilmeye adaydır, buna inanıyorum.

Yazar

Hasan Kallimci

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar