Ateşten Gömleği Yeniden Giymek

Halide Edip Adıvar’ın 1922’de yazdığı Ateşten Gömlek adlı romanı Millî Mücadele dönemimizi gerçek olaylara bağlı olarak anlatan önemli bir eserdir. Bu roman, bugün bizim için önemli ölçüde uyarıcı ve ufuk açıcı bir eser. Zira Millî Mücadele dönemimizle günümüz şartları arasında büyük benzerlikler var. Günümüz Türkiye’sinin siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve askerî sorunlarını anlayabilmek için Millî […]


Paylaşın:

Halide Edip Adıvar’ın 1922’de yazdığı Ateşten Gömlek adlı romanı Millî Mücadele dönemimizi gerçek olaylara bağlı olarak anlatan önemli bir eserdir. Bu roman, bugün bizim için önemli ölçüde uyarıcı ve ufuk açıcı bir eser. Zira Millî Mücadele dönemimizle günümüz şartları arasında büyük benzerlikler var. Günümüz Türkiye’sinin siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve askerî sorunlarını anlayabilmek için Millî Mücadele dönemimizi çok iyi bilmek durumundayız. Romandan bazı bölümlerle günümüz arasında irtibat kurmaya çalışalım.

Romanda Salime Hanım, işgalci Haçlı orduları karşısında teslimiyetçiliği ve işbirlikçiliği benimsemiş, kozmopolit kesimi temsil ediyor. Karşısında da istiklalci Türk ruhunu temsil eden Ayşe var. Salime ve Ayşe’nin işgalci Batılı Haçlı orduları karşısındaki farklı tavır ve tutumları günümüze ışık tutuyor. Zira günümüzde de milletimiz, emperyalizm karşısında aşağı yukarı iki kesime ayrılmış durumda. Bir tarafta Amerika, İsrail ve Avrupa üçlüsünden oluşan Haçlı-Siyon hâkimiyetine teslim olmuş, onların yörüngesine girmiş, âdeta onları kendilerine tanrı edinmiş, yani sadece onlardan yardım dilenen ve sadece onlardan korkan bir kesim var. Diğer tarafta ise millî ve dinî değerlerine bağlı, sadece Allah’tan yardım dilenen ve sadece O’ndan korkan, tam bağımsızlıkçı, şahsiyetli, onurlu, dik duruşlu bir Türk milleti var. Romandan bir bölüm:

“Salime Hanım: -Monşer Cemal Bey dedi, burada mühim bir İngiliz muhabiri var. Memleketimiz hakkında malumat topluyor. Biz kendisine artık İttihatçı kalmadığını, herkesin İngiliz dostu olduğunu ve
İzmir işgalinin aramızda yaptığı fena tesiri anlatıyoruz. Hatta İzmir’de Yunanlılar tarafından kocası, çocuğu öldürülmüş, kendi yaralanmış kibar bir kadının burada bulunduğunu söyledik. Burada toplanacağız. Ayşe Hanım ona gördüklerini anlatacak.

(Ayşe):-Ben anlatmaya muktedir değilim Hanımefendi.

(Salime):-Zarar yok, sizi görsün. Biz de sizin ağzınızdan tercüme eder, İzmir faciasını anlatırız.

(Ayşe):-Benim ağzımdan bir şey anlatıldığını istemiyorum.

Salime Hanım köpürdü:-Hanımefendi, afedersiniz. Evvela sizi rencide etmek istemedim, fakat memleketi bu hale sizin beyleriniz, paşalarınız getirdi. Bugün felâketten kurtulmak için medenî memleketlerin teveccühünü, merhametini celb etmek lazım.

Ayşe:-Ben siyasiyat bilmem hanımefendi, fakat bana kimsenin acıdığını istemiyorum dedi.”

İngiliz muhabiri Mister Cook, Salime’nin yalvarmalarına, özür dilemelerine, kendilerini affettirmek için verdiği her türlü tavize karşı çok katı bir duruş sergiler, hiç yumuşamaz ve şöyle der:-“Nafile Madam, İngiltere sizleri affetmeyecektir. Çanakkale’de altmış bin İngiliz öldürdünüz.

(Salime):-Onları biz öldürmedik; İttihatçılar öldürdü, Mister Cook, biz harb istemedik. İngiliz dostluğunu elde etmek için her fedakârlığa razıyız.

Mister Cook:-İngiliz esirlerine niye fena muamele ettiniz? Ermenileri niye kestiniz? İngilizler gibi büyük bir millete nasıl karşı çıkıyorsunuz? Bu kadar sene İngilizlerin parasını, kanını, zamanını israf ettiniz. İngiltere sizi asla affetmeyecektir. (…) İngiliz himayesini baştan başlayarak hepiniz istemelisiniz. Bakın Hindistan’a, ne mesut. Allah bizi beyaz adamdan ayırmasın, diye hep dua ederler.

Salime Hanım:-Ah Mösyö, İngiltere’ye kendimizi muhakkak affettireceğiz.

(Ayşe):-İngilizler aflarını talep edenlere versinler, Mösyö. Affı zalimler değil, mazlumlar verir. Çanakkale’de dövüşürken ne asi, ne esirdik. Namuslu bir millet gibi dövüştük, öldük, öldürdük. Ne zamandan beri ve hangi milletle harb edilir de mağlup olduğu zaman ona katil denilir?” (s.55-60)

Şimdi romandan aldığımız bu bölümü günümüze uyarladığımızda fazla bir şey değişmediğini göreceğiz. Romandaki Salime Hanım’ın günümüzdeki izdüşümü, liberallerin ve PKK’cıların tamamı, İslamcıların da önemli bir kısmından oluşan karanlık aydın ve siyasetçi güruhudur. Bunlar, aynen Salime gibi Amerika-İsrail ve Avrupa troykasına teslim olmuşlar, yalvarıyorlar, onlarla işbirliği yapıyorlar. Salime, işgalci İngilizlere asıl suçlunun İttihatçılar olduğunu şikâyet ediyordu. Onun günümüzdeki ardılları da emperyalist Batıya millî Türk devletini kuran Atatürk’ü, Türk ordusunu ve bütün istiklâlci Türkleri suçlu gösterip şikâyet ediyorlar. Bütün kurum ve değerleriyle millî Türk devlet yapısını, Haçlı-Siyon emperyalizminin emirleri doğrultusunda tasfiye etmeye çalışıyorlar.

Salime, “İngiliz dostluğunu elde etmek için her fedakârlığa razıyız.” diyordu. Bugünkü Salime’nin torunları da Haçlı-Siyon imparatorluğunun dostluğunu elde etmek için, ülkenin madenlerinden bankalarına kadar yeraltı ve yerüstü bütün zenginliklerini peşkeş çekmek, kanunlarımızın ve anayasamızın yapımında bağımsız siyasi irademizden vazgeçip idaremizi onlara bırakmak, İslâm’ın tek hak din olduğunda ısrar etmemek, ortak sosyal, siyasi ve kültürel değerlerde birleşmiş ve kaynaşmış tek bir millet yapımızı yani Türk millet birliğimizi kavimlere ayrıştırıp paramparça etmek gibi her türlü fedakârlıklara razıdırlar ve bunları da bir bir yerine getiriyorlar.

Romandaki Ayşe’nin günümüzdeki izdüşümü ise Müslümanlık ve Türklük kimliğinden taviz vermeyen, tam istiklâlci tavrı benimsemiş, emperyalist Haçlı-Siyon troykasına boyun eğmeyen, yüzde yüz yerli, yüzde yüz millî ve yüzde yüz İslamî bir ruhla maddi ve manevî, millî ve dinî bütün değerlerine sahip çıkan vatan evlâtlarıdır. Bunlar, aynen Ayşe gibi gâvurdan af dilemezler, gâvur karşısında ezik, şahsiyetsiz, aşağılık duygusu içinde bir tavır ortaya koymazlar. Kimsenin kendilerine acımalarını istemezler. Amerika, Avrupa ve İsrail dostluğunu elde etmek için hiçbir fedakârlığa razı değillerdir. İstiklâlci Türkler, kendi vatanlarında kendi devletlerini bağımsızca oluşturma ve işletme hakkının kendilerinde olduğuna inanırlar. Vatan topraklarının, para getiren, toplayan ve dağıtan bütün kaynak ve kurumlarının sahipliğinin kendilerine ait olduğunu; sadece döneme ve mevsime bağlı yenilenebilir ürünlerinin satılabileceğine inanırlar. Paralarının dolara bağlı esir bir kopya kâğıdı olmasına razı olmayarak, millî Türk parasının tam istiklâlini isterler. Millî eğitimlerinin gâvuru memnun etmeye dönük kozmopolit bir eğitim değil; tamamen “Millî” olmasını isterler. Ordularının Haçlı ordusu NATO’nun emrinde bir birlik değil, Mete Han’ın kurduğu ve Atatürk’ün yeniden teşkil ettiği, tamamen Kuva-yı Milliye ruhuna bağlı ve sadece Türk milletinin güvenliğini esas alan bir millî ordu olmasını isterler.

Velhasıl bugün ülkemiz, Salime’nin torunlarıyla Ayşe’nin torunlarının mücadelesine sahnedir. Bakalım bu mücadeleyi Haçlı-Siyon imparatorluğu tanrısına inanan ve tapan Salimegiller familyası mı kazanacak, yoksa sadece İslâm’ın Allah’ına inanan, sadece O’na, kendisine ve milletine güvenen ve dayanan Ayşe ananın torunları mı kazanacak?

Biz, düşman efendinin gönüllü köleliğini kimlik ve kişilik edinen ve anasını vurup öldüren mankurt mu olacağız, yoksa içine düşürüldüğümüz mankurtluk sefaletinden kurtulup önce nefsimize karşı ruhumuzun, sonra emperyalizme kaşı vatanımızın istiklâlini gerçekleştiren şahsiyetli, hür ve asil bir millet mi olacağız? Bu, ateşten gömleği yeniden giymeye cesaret edip etmeyeceğimize bağlıdır.

Yazar

Nurullah Çetin

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar