Yükleniyor...
Zorluğu, uykunun en tatlı saatinde kalkıp yemek yemeye mecbur kalmak. Ondan sonra da tok karna uyumaya çalışmak. Güzelliği bu zorluğu aşmak. Hayatın bu gibi yönlerinin olduğunu da görmek, ona hazırlıklı olmak.
Çocukluğumuzu hatırlayalım bir. Nazlanarak kalkmışızdır sahura çoğumuz. Kaç kez başucumuza gelmişlerdir analarımız. Buyur etmişlerdir sofraya. Ağırdan almışızdır yine de. Analar çekerler ancak onu da.
***
Öğretmenlik yaptığım köylerde, tek kalırken çok vefasını görmüşümdür köylülerimin. Kayalak Köyü mesela Keskin’in. Tasta çorba gelirdi iki üç evden. Buzdolabı da yoktu saklayacak. Ziyan olurdu çoğu. Elektrik yoktu ki, nasıl olsun. Yufka ekmeği yığılıp kalırdı. Geri verirdim karton kutuda, yenisi gelirdi yerine. Hakları vardır üzerimizde. Görüşürüm o günkülerle bir kısmı olmasa da çocuklarıyla. Rahmet diliyorum dünyasını değiştirenlere.
***
Köylerde davulla sahura kalkma işi olmazdı pek. Ufak yer neticede. Şehir geleneğidir o daha ziyade Köylülüğü pek kalmamış, mahalle olma arifesindeki Keçiören Ovacıkta teneke çalardı Mevlud Dayı. O şekilde davet ederdi sahura. Bekçisiydi köyün. Okulun temizliğini yapar, sobasını yakardı. Belli bir miktar alırdı karşılığında. Geçim ederdi onunla. Yalnız yaşayan biriydi.
***
Tenekeyi darı beklerken çalardık biz. Sürü dadanırdı tarlaya, tohum bağladığı sıra. Başında durmazsan kuru keviği,(boş başak) sapı kalırdı bir de geride. Boşaltırlardı hepsini hemen. Kuşlar ürker teneke sesinden. Sürü süzülünce tarlaya doğru, alır elimize vururduk değnekle ona. Konamaz yön değiştirirlerdi, Başka tarla ararlardı kendilerine o zaman. Zahmetli iştir darıyı kuştan kurtarmak. herkes ekmez o yüzden. “Kuştan korkan darı ekmez” sözü onu ifade eder. Babam sever, mısırda darı da katardı değirmene gidecek buğdaya. Arpa kattığı da olurdu az da olsa bazen. Vardı dışı çamur sıvalı sepetten ambarımızda onların hepsinden .
***
Demiştim dönemin muhtarı İbrahim Amcaya. “Darı beklediğim günleri hatırlatıyor bana gecenin o saati. Davul bulalım şu Mevlut Dayıya” diye. Mümkün olmamıştı o da. Trampeti olsa okulun, verecektim, o da yoktu ne yazık ki. Alışmıştık o şekilde. Bir tur atmak yetiyordu köylü uyandırmak için. Hep davul olacak değil ya, bu da teneke sesidir kulaklarımda, eski sahurlardan kalma.
***
Çermik (Diyarbakır) komşu ilçedir bize. Dayımlar vardı orada. Dayım en sevgilidir bana babamdan sonra. Çok severdim onu) Allah rahmet eylesin ona. Birlikte büyümüştük çocuklarıyla. Bir Ramazan ayıydı yine böyle. Sahur zamanı davulcu uzun kalmıştı sokakta. Ritmi değiştirmişti bir de. Çıkmıştık pencereye. Yer damı dediğimiz tek katlı evin önünde pijamasıyla, halaya durmuştu gencin birisi. Yeni evli, hanımı da yanında komşularıydı dayımların. Dökmüştü kurdunu gecenin o vaktinde. Seyretmiştik, neşe katmıştı sahurumuza. Değerlendirmişti hazır kapıya gelen davulu. Vardır Anadolu’da öyleleri, davulu duyunca vücudu seğirtenler. Tutamazsın öylelerini.
***
Sahurda değilse de oynatmıştı bir keresinde beni de anam bir yaz günü. Çingeneler -karaçi” denir bizde onlara- toplamaya gelirlerdi harman vakti. Kadınlar ayrı erkekler ayrı dolaşırdı köyü. Erkekler davulla yapardı o işi. İstek yapmıştı anam,davulcuya. Kırmamıştım ben de. Muradı olmuş öylece torbasına katmıştı hakkını davulcunun.
***
“Davul tozu”, “minare gölgesi” sipariş verirlerdi şehre gidene bazı muzip köylüler. Çözemezdik bilmeceyi çocuk aklımızla. Düşünüp dururduk nasıl bir şey diye.
Davul sesi “corona” yayar mı onu düşünür, onun endişesine kapıldığımız günlere geldik, o günlerden,
***
Akrabamız olan yaşlı teyzemizin yanında kalırdım Ortaokula giderken. Yazmıştım bu satırlarda. Kadir gecesi sahur sonrası kalkıp camiye gitmiştim yakınımızdakine. Tek çocuk bendim iki sıra cemaat içinde. Adımı, hangi köyden, kimlerden olduğumu sormuştu cami imamı. Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı” kitabını hediye etmişti bana. “Dua et bana da” diyerek. Hakkı Hoca. Saatçilik de yapardı. “Citizen” marka kol saati almıştım öğretmen olduktan sonra ondan. Hayattaymış. İstanbul’da kalıyormuş. Uzun ömürler diliyorum kendisine.
***
Sahurun da, iftarın da güzellerine Burdur’da tanıklık ettiğimi söyleyebilirim. Dostluklar güzeldi en başta. İftarı sahurla birleştirdiğimiz misafirliklerimiz olurdu. Teravih sonrası Tecimer’in kundura dükkanında çay ikramı vardı. Pazar Caminin altında. Çıkan oraya gelirdi. Entelektüel derecede sohbetler olurdu. Vali, ilin gelenleri toplanırlardı. Renkli sayfadır o da Ramazana dair Burdur’dan kalma.
. ***
“Ateş almaya gelmek” tabi vardır Anadolu’da. Yanmamış közler küle gömülür akşamdan. Hazır olur sabaha. Küllerini aralayınca tutuşur kolayca. Ateş küreği(carut denir bizde ona) ile gelip alırdı ateşi olmayan komşu. En kısa olanıdır o komşu ziyaretlerinin. Beklerse hükmü geçerdi ateşin. Alır dönerdi o yüzden hemen . Sahurda olurdu o ateş alma işi genelde de. Durur o da çocukluk hatırası olarak aklımın köşesinde. Oradan gelir işte bu “ateş almaya mı geldin” sözü. Bilsin bunu da “doğal gazdan ötesini bilmem ben” diyen yeni nesil…
***
On dört asırlık geçmişi var tabi ki sahur geleneğinin. Her birinin bir hikayesi var o konuda iz bırakmış, sonra da dünyayı bize bırakmışların. Onlardan birisiyle, Ömer Hayyam’ın rubaisiyle noktalayalım; Görelim nasıl oluyormuş sahuru, be muradın, onun da;
***
“ Ramazanda orucumu yiyorsam eğer,
Mübarek aydan habersizim sanma.
Çileden geçe oluyor da gündüzüm
Sahura kalkıyorum gün ortasında
Allah vaktimizi şaşırtmasın”
Hayırlı sahurlar, hayırlı Ramazanlar….