Yükleniyor...
Geçtiğimiz cumartesi, pazar ve pazartesi günleri(24/25/26 Şubat2024) İstiklâl Harbimizin önemli kahramanlarından Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin memleketi Denizli’deydim. Sadece ben mi oradaydım? Hayır. Aralarında Millî Düşünce Merkezinden kıymetli hocalarım Ahmet Bican Ercilasun, İskender Öksüz, Yağmur Tunalı, Hakan Paksoy, İkbal Vurucu, Konuralp Ercilasun ve yüzlerce Türk milliyetçisi de Denizli’deydi. Bizleri yurdun dört bir tarafından Denizli’ye toplayan etkinlikse Yeni Ufuk Dergisi’nin 10.yılı münasebetiyle düzenlenen Türk Dünyası ve Türk Gençliği Panelleriydi. Bu paneller, derginin adı gibi yeni ufuklar açan etkinliklerdi; emeği geçenlerin emeklerine sağlık daha nice etkinliklerde beraber olmamız umuduyla…
Bu yazımda, paneller ve ortamdaki muhteşem atmosfer hakkında orada sıcağı sıcağına günlüğüme yazdıklarımı ve sonraki analizlerimi sizlerle. paylaşıyorum.
Bugün Denizli’de ilk sabahım. Dün, sabah 2 oturumlu panel ve ardından konser programları derken yoğun bir gün geçirdik. Gece de geç saatte uyumama rağmen bu sabah zerre kadar yorgunluk hissetmiyorum. Yorgun hissetmek şöyle dursun, dün sabaha ve hatta geçtiğimiz 3-4 ayın sabahlarına nazaran bu sabah, kendimi çok daha dinç ve sıhhatli hissediyorum…
İnsanın yüreği sıkıştığında aklına hemen kendinden aşkın bir iş veya varlıkla hemhâl olmak gelir.(Kişi bilinçli bir kişiyse tabi) Böyle anlarda sığındığım ilk şey Rabbü’l Âlemin’in huzurudur. Ellerimi açar evvela dua ederim. Bir işe başlayacaksam da o duadan sonra başlarım. Ama ellerimi kaldırıp dua ederken hep düşünmüşümdür, neden şimdi ellerimi açıp kaldırma isteği duydum? Nedense Denizli buluşmasında da bu soru ve bu sorunun cevabı zihnimde defalarca dönüp durdu. Bu satırları yazarken neden dönüp durduğunu yeni anlıyorum. Cevabını kendim bulamayınca cevabı bildiğini düşündüğüm bir hocama sorumu arz etmiştim. Verdiği cevap “İki türlü dua vardır. Birincisi kavli duadır diğeriyse fiilî duadır. Bu duaların en mühimi fiilî duadır. Peygamberimiz dua ederken ellerini açar ve havaya doğru kaldırarak dua ederdi. Bu davranışın en önemli amacı dua ederken elleri odak noktası yapmaktır. Elleri fark etmektir. El demek fiil demektir. Yani buradaki mesaj, sözlü olarak bir şeyler istiyorsun ama ellerini fark et ve istediklerin için bir fiilde bulun mesajıdır.” şeklindeydi . İşte bu sabah dün neden bu sorumu ve aldığım cevabı hatırladığımı anladım. Çünkü dün, uzun bir süre sonra ilk defa bu kadar çok Türk milliyetçisini bir arada bir etkinlikte gördüm. Hem sözlü olarak bir şeyler ifade edip hem de fiil olarak bir şeyler yaptıklarına şahit oldum. En nihayetinde fark ettim ki ben de bir fiilde bulundum ve İstanbul’dan Denizli’ye geldim. Tıpkı Konya, Ankara ve İzmir gibi şehirlerden gelenler gibi. Buraya geldiğimde sözü ve kelimeleri aşıp muhabbete vasıl olan insanları gördüm. Sağ olsunlar beni gün boyunca muhabbet bağlarında misafir ettiler. Bu misafirperverlikleri için Yeni Ufuk Dergisi yazarlarına, yöneticilerine ve etkinliğe katılan dergi okuyucularına teşekkür ederim. İlk gün panel için aynı salona toplandık. Türk dünyasının sözünü dinledik. Esir yurtlarımızı kurtarmanın hayalini kurduk. Elimizden şu anlık bir şey gelmemesinin ıstırabını çektik… İşte hâlâ milletimiz için ıstırap çekmemizin nedeni, dua ederken veya bozkurt işareti yaparken kaldırdığımız ellerimizi fark etmememizdir. Ne zaman o eller hakkıyla fark edilir, o an yolun yarısından fazlası kat edilmiş demektir. Ellerimizi fark edeceğiz! O ellerle yazacağız, o ellerle çalışacağız, o ellerle gönüllere dokunacağız, o gönüllerle akıl edip fikirler üreteceğiz.
25 Şubat 2024 Pazar saat 08.40/Denizli
İşte gecenin geç saatlerine kadar ülküdaşlarımla türküler marşlar söylediğimiz bir günün ardından yazdığım bu yazı o günkü hislerimin en net ifadesidir.
Etkinliğin ikinci gününün konusu Türk Gençliği idi. Panelin sonunda kıymetli hocamız İsmail Yakıt’ın şu minvaldeki sözleri zihnime damgasını vurdu. “Semavi dinlerde insanların cenneti kendisine aittir. Kişi yolun sonunda bir tek kendisini inandığı cennete sokabilir. Ama bir ideolojiye inanmış insanlar bir yeri veya dünyayı cennete çevirmeye gayret ederek evvela kendisini bu cennete sokmaya çalışır. Kendisini sokamazsa bayrağı devreder ve bir sonraki neslin cennete girmesi için çalışır. Yolun sonunda ideolojinin vaat ettiği cennet gerçekleştiğinde bu cennete girmek için çalışan kişi kendisiyle beraber milyonları o cennete sokabilir. Bu sözler ışığında Türk milliyetçilerinin dünyada girmek istedikleri cennet Turan’dır.” Bu sözde geçen cenneti kazanmak için hem uhrevî hem dünyevî anlamda çalışmamız gerekir. Cenneti ister Turan olarak ister Türkiye’nin dünyanın en iyi ekonomisine sahip ülkesi olma hayali olarak tanımlayalım, şüphesiz bu cennetlere girmek için fiilî dualar etmemiz yani ibadet edercesine samimi bir şekilde çalışmamız gerekir. Denizli’deki etkinlik de işini ibadet samimiyetiyle yapan insanların bir başarısıdır. Denizli’de karşılaştığım manzara insanın kendini aşan bir amaç uğruna çalıştığında etrafına nasıl bir heyecan verdiğinin ve bu heyecanın da insanların yüreğindeki aşkı nasıl kıvılcımlandırabileceğinin kanıtıdır. İşte meselenin püf noktası budur. Aşk ve kıvılcım.
24 Şubat akşamı, panellerin ardından Yeni Ufuk Dergisi’nin 10.yılı münasebetiyle düzenlenen geceye katılmak üzere gittiğimiz salonda, ülküdaşlarım arasında hissettiğim şey derin bir millet aşkıydı. Aşk kolay saklanan bir duygu değildir. Ortaya çıkmak ister. İçimizdeki aşkı ortaya çıkaracak bir kıvılcıma ihtiyaç hissedilmiş olacak ki hocalarımızı ve büyüklerimizi karşılamak üzere sıraya dizilmişken birden bire bir ses yükseldi! Tüm Ülkücülerin ezbere bildiği bir nidâ olan “Çırpınırdı Karadeniz/ Bakıp Türk’ün bayrağına/ Ah ölmeden bir görseydim/ Düşebilsem toprağına” bu seda o salonda var olan aşka kıvılcım çakmıştı. İşte içimizdeki Türklük aşkının ortaya çıkıp kıvılcımın ateşe dönüşmesi de bundan sonra oldu. Saatlerce marşlar ve türküler söyledik. Hayalini kurduğumuz Turan cennetine girebilmek için sözlerine kutsal bir anlam yüklediğimiz marşları ve türküleri çokça zikrederek adeta “ideolojik ibadet” ettik. Tırnak içinde yazdığım bu söz elbette çok ağır bir sözdür. Şu an yazarken bile bu ağırlığı hissediyorum. Ama Hüseyin Nihal Atsız’ın “ Ben yabancı kaynaklı hiçbir fikri benimsemeye tenezzül etmeyecek kadar millî şuur ve gurura malik bir Türk’üm. Siyasi, içtimai mezhebim Türkçülük’tür.” sözünden anlaşılacağı üzere bir ideolojinin sağlam bir alt yapıya sahip olabilmesi ve inananlarının iyi yetişebilmesi için o ideolojinin bir mezhep gibi şekillendirilmesi gereklidir. Mezhep kelimesinin Türkçe karşılığı yönelimdir. Burada dinî bir şeyden kesinlikle söz etmiyorum. Okuyucular yanlış anlamasın. Türk milliyetçiliği, kof bir aksiyon hareketi anlamından kurtarılıp bilimin ve güncel konjonktürün ışığında muteber bir yönelim hâline getirilmelidir. Türk milliyetçilerinin düşmemesi gereken tuzak, materyalistleşmek ve kof bir lâdini yaklaşım benimsemektir. Eğer materyalistleşme tuzağına düşülürse Türk milliyetçiliği Komünizm, Sosyalizm, Nazizim, Faşizm ve Kapitalizm gibi bir din hâline gelir. İdeolojinin dine dönüştüğü bir ortam insanlığa kan ve gözyaşından başka bir şey veremez. İdeolojilerin dine nasıl dönüştüğü konusunda yazılmış kısa ve öz yazı ülkemizin yetiştirdiği ilk atom mühendisi Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’nin “Din Dışı İdeolojilerin Dine Dönüşüm Şartları” adlı yazısıdır. Türk milliyetçiliğini “–izm”lerden uzak bir ideolojik yönelim hâline getirmemiz için artık geçerliliği olmayan bir kısım eski fikir alt yapımızı gözden geçirip dünyanın ve ülkemizin şartlarına göre bu fikirleri yenilememiz yenilenemiyorsa terk etmemiz gerekiyor. Bu, ağacın budandıkça boy atmasına benzeyen bir süreçtir. Kesinlikle bir miras reddi değildir. Akın akın gelen Türk milliyetçisi genç nesli ancak bu şekilde tatmin edip kendimize refik edinebiliriz. Türk milliyetçileri çevrecilik, feminizm, soysal adalet, etik, ekonomik model, LGBT hakları, vb. günümüzün tartışılan konuları hakkında 50-60 sene önce söylenmiş sözlerin üzerine bir söz söyleyemiyor… Bu acı gerçeği daha ne kadar görmemezlikten geleceğiz?
Konser öncesinde kürsüye çıkan Yeni Ufuk Dergisi sorumlu yazı işleri müdürü Berkan Sözer ağabey , İskender Öksüz hocamla yaptığı bir konuşmadan söz etti. Kendisi, “Hocam neden biz bu hâle geldik?” sorusunu sorduğunu İskender Hocanın da “12 Eylül’den sonra silsilemiz koptu ondan bu hâldeyiz.” dediğini aktardı. Yeni Ufuk dergisinin bu silsileyi devam ettirme amacı güttüğünden söz etti. Bu silsileyi 10 yıldır devam ettirenleri ve ettirecekleri Allah bir ömür utandırmasın. Lâkin işin sadece silsile devam ettirmek olduğu kanaatinde değilim. Silsile devam ederken devam ettirilen ideolojik silsilenin haleflerinin, yeni içtihatlarla ideolojiyi çağına ayak uydurur hâle getirmesi şarttır. İdeolojide içtihat yoksa hâliyle müçtehit yoktur. Müçtehit yoksa o ideolojinin parlak bir geleceği yoktur. Müçtehidi olmayan ideolojinin mensupları canlı müzelere dönüşür. Bunun ülkemizdeki örneği 12 Eylül öncesi devrimci harekete katılmış sol görüşlü ihtiyarlar ve onların izinden giden yaşı genç, zihni yaşlılardır. Bu ihtiyarların hâlâ devrim, diyalektik süreç, millî demokratik devrim gibi artık bir hükmü olmayan şeylere inanmaları bugün bir müçtehitleri olmadığındandır. Sol bu ülkede bir müçtehit çıkaramadığı için bugün Kürtçü-bölücü hareket tarafından kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Eğer yakın zamanda Türk milliyetçileri de yeni bir müçtehit/müçtehitler çıkaramazsa farklı odakların kontrolüne girme tehlikesi yaşayacaktır. Biz bu tehlikenin altındayız. Bu tehlikeyi görmezden gelirsek elimizde platonik bir aşktan başka bir şey kalmaz kalmayacaktır.
Şu anda ülkemizde ideolojik alanda olduğu gibi neredeyse her alanda bir müçtehide ihtiyaç vardır. Ve diğer alanlardaki gibi ideolojik alanda da ilk müçtehidini ortaya koyacak görüş kitleleri etrafına toplayacaktır. Bugün bu yarışta değil sonuncu, ikinci bile olduğumuzda, şu sıralar çok güvendiğimiz yeni nesil milliyetçi geliyor bundan sonra güç bizim olacak minvalindeki sözlerimizin nasıl geçersiz kaldığını fark edeceğiz.. Meşhur bir sözdür “güden çoban sürüyü döndürünce ters yöne, geçmez mi sürüdeki topal koyun en öne.”. İşte Bundan ötürü müçtehit yarışında birinci olmamız zaruridir. Bu milletin istikbali topal koyunlara bırakılamayacak kadar önemlidir.
Türk dünyası ve Türk gençliğini konu alan panellerin bir gelenek hâline getirilmesi bu panellerin yanında güncel meseleler( yeni bir Türk milliyetçisi ekonomik model, Türkiye demografisine yeni bir bakış, feminizm, çevrecilik, LGBT hakları…) hakkında içtihat hükümleri verilen panellerin de yapılması bir gerekliliktir. Yeni Ufuk Dergisi bu tip panellere ev sahipliği yapabilecek seviyededir. Aynı şekilde derginin 10. yıl gecesi gibi gecelerin de tekrar edilmesi insanları birbirine bağlayacaktır. Bir kez daha tüm Yeni Ufuk Dergisi camiasına teşekkür ediyorum. Atalar sözüdür: İş bilenin kılıç kuşananındır…
Ahmed Yüksel Özemre’nin “Din Dışı İdeolojilerin Dine Dönüşüm Şartları” adlı yazısını okumak için İlimde Demokrasi Olmaz adlı kitabın 30.sayfasından itibaren başlayan 16 numaralı bölümü şu bağlantıdan (ilimdedemokrasiolmaz (ozemre.com)) okuyabilirsiniz.