Denktaş’ın Erenköy günlüğü

Sabahattin İsmail, Kıbrıs Gazetesindeki yazılarında, KKKTC Kurucu Cumhurbaşkanı, Erenköy Gazisi Rauf Denktaş’ın Erenköy’de tuttuğu günlüğü paylaştı.


Paylaşın:

Bu yazı 08/08/2023 ve 09/08/2023 tarihlerinde Kıbrıs Gazetesi internet sitesinde yayımlanmıştır.

Bugün şanlı Erenköy direnişimizin 59. Yıldönümü.
Dillirga Türk köylerinin kahraman Halkının Rum saldırganlığına karşı 11 yıllık boyunca sergilediği onurlu direnişi , 5-9 Ağustos arasında yapılan yoğun saldırılara karşı gösterdiği soylu mukavemeti, Anavatan Türkiye’nin son anda 64 savaş uçağı ile gerçekleştirdiği “Sınırlı Polis Harekâtı”nı ve kahraman şehitlerimizi coşkuyla anıyoruz.
Dillirga bölgesindeki Türk köyleri olan Yeşilırmak, Günebakan, Süleymaniye, Selçuklu, Alevkaya, Bozdağ, Mansura, Erenköy, Kurutepe, Şirinköy, Bademeliköy, Ömerli, Madenliköy, Yedidalga, Yörükköy, Aytotoro ve Yağmuralan’da yaşayan Türk Halkı açlığa, sefalete, yokluğa, susuzluğa ve bölgenin zor yaşam şartlarına karşın, 11 yıl boyunca direndi, çoğu köy göç etmek zorunda kaldı.
Göç etmek zorunda kalan köylerin halkı ile, onlara kucak açıp her şeylerini paylaşan sığındıkları köylerin halkı, en sonunda Yeşilırmak ve Erenköy’de toplandılar, mağaralarda, çadırlarda, ağıllarda, camilerde, okullarda aç, sefil, yokluk içinde yıllarca yaşadılar, yok olmanın eşiğine geldiler ama asla teslim olmayı düşünmediler.
Bu direniş gücü, onların Türklük bilincinden, bağımsız ve özgür yaşama azminden, mukavemetçi ruhundan, Rum boyunduruğu altına gitmektense, ölümü göze almalarından, bir gün mutlaka Anavatanın imdadımıza koşacağına dair sarsılmaz inançlarından ve Türkiye’ye sonsuz güvenlerinden kaynaklandı…

Teslimiyetçiler ibret almalı!

Şimdi, KKTC’nin güvenli şartlarında, bir eli yağda, bir eli balda, güvenlik içinde yaşamalarına, yüksek gelire ve çok yüksek hayat standartlarına sahip olmalarına karşın, Rum’a yama olmaya can atanlara bakarak şaşırıyorum…
“Federasyon” adı altında, uzun vadede Rum boyunduruğu altına girmekle sonuçlanacak teslimiyetçi bir sözde çözümü savunanları gördükçe, hayretler içinde kalıyorum…
KKTC Devletinin, teslimiyetçilikte başı çeken çift maaşlı öğretmenlerine, memurlarına, sendikalarına, bu devlette köşeyi dönen federasyoncu tüccarlarına, Rum sevici iş çevrelerine, işbirlikçi medya mensuplarına, iki toplumlu eğitimlerde beyni yıkanan gençliğimize, bu anlamlı günde seslenmek istiyorum:

– Tuttuğunuz yanlış yoldan dönün! Dillirga bölgesi Mukavemetçi Türk Halkının, yokluklar içinde 11 yıl süren soylu direnişini ve şehitlerimizin, gazilerimizin, üniversite gençliğimizin fedakarlıklarını örnek alın, teslimiyetçi siyasetten vaz geçin!

– Millî mücadeleye katılmak için, ölümü göze, alarak bölgeye gelen 600 üniversite öğrencimizin, anı kitaplarında anlattıkları onurlu direnişi tekrar tekrar okuyun ve tuttuğunuz yanlış yolu bir an önce terk edin!

– Şanlı direnişimizde şehit düşen Süleyman Uluçamgillerin, İlmiye Şakirlerin, gazi olan Naci Talatların, Hüseyin Celalların, Özker Özgürlerin, Hüseyin Laptalıların, Rüstem Kökenlerin, Oğuz Yorgancıoğullarının, Ali Fikret Atunların, Ergün Vehbilerin ve ismini sayamadığım tüm Mukavemetçilerin soylu direnişlerini örnek alın!
Bu teslimiyetçilere, yoğun Rum saldırılarının olduğu günlerde Erenköy’de bulunan ve elinde silahı ile direnişe katılan Erenköy Gazisi liderimiz, Kurucu Cumhurbaşkanımız Denktaş tarafından günü gününe yazılan aşağıdaki ERENKÖY GÜNLÜĞÜNÜ okumalarını ve istedikleri teslimiyetçi çözümü gözden geçirmelerini salık veriyorum:

Denktaş’ın Erenköy günlüğü

1 Ağustos 1964:
Burası Türklerin kalesi, yegâne nefes borusu. Lefke’ye kadar toprağı fethetmek isteyenlerin yeri. Erenköy’e iner inmez ilk istihbaratı alıyoruz: Rumlar dört bir tarafta yığınak yapmışlardır. 2-3 güne kadar genel bir hücuma geçeceklerdir… Yeni komutan Rıza Vuruşkan vakit kaybetmeden vazife başı ediyor. Bu bölgede kuvvetler nelerdir? Teşkilât nedir? Nasıl mevzilenmiştir?… Küçük bir köy odasındayız. 2 yataklı bu odada Komutan yatıyor ve aynı zamanda karargâh olarak da kullanıyor.

2 Ağustos 1964:
Sabahleyin erken kalktım. Köylülerle, mücahitlerle konuşuyorum. Konu hep aynı: Türkiye yardımımıza gelecek mi? Sonumuz ne olacak? Daha ne kadar dayanacağız, ne kadar zaman dayanabileceğiz? Mücahitlere bakıyorum. Üniversite gençliği en müşkül şartlar altında çarpışıyor. Hepsi de yorgun. Hepsi de ümitli. Köy Mücahitleri de aynı durumda.

3 Ağustos 1964:
Bugünden itibaren tarih ve gün bahis konusu değil artık. Gün doğuyor; mevzilerden ateş başlıyor. Gün batıyor, ateş azalıyor. Yorgun Mücahitler köy kahvesine doluyor, yerlere oturup kendi aralarında konuşuyorlar, şakalaşıyorlar… Alevkaya’sına gittim. Gençler aslan. Battaniyeleri yok; 80 kişiye 10 yatak. Kış geliyor. Ne olacak? Bu iş kışa kalmaz inşallah. Köylüler ümitli haber istiyor. En iyimser bir şekilde konuşuyorum. Dayanmamız lazım… Dayanacağız.

4 Ağustos 1964:
Makarios, en son olarak yeniden Birleşmiş Milletlere kesin teminat vermiş, Erenköy bölgesindeki Türklere saldırmayacaklarını teyit etmiş… Bir ülkenin Cumhurbaşkanı yalan söyleyecek değil ya! Bölgeye saldırmak hazırlığı içinde oldukları görülüyor. İsveçlilerden aldığımız habere göre Rumlar yığınaklarını tamamlamak üzeredir. Hücum mukadderdir.

5 Ağustos 1964:
Beklenen saldırılar başlıyor… Rumlar, Piyenya ve Pirgo bölgesinden havan topları, sahra topları ve otomatik silahlarla, Mansura ve Bozdağ bölgelerine saldırdılar.

6 Ağustos 1964:
Rumlar her şeyleri ile Ayyorgi istikametinden saldırıya geçtiler. Selçuklu’ya piyade taarruzu başlatıldı… Selçuklu köyü etrafındaki mevzilerden Mücahitlerimiz çekilmek zorunda kaldılar… Mücahitlerimizin boşalttığı mevzilere yerleşen Rumlar, Selçuklu ve Alevkaya köylerini yoğun bir ateş yağmuruna tuttular.

7 Ağustos 1964:
Dillirga bölgesi denizden ve karadan ağır top ateşine tutuldu…. Mansura, Paşiammo, Alevkaya ve Mosfili bölgelerine karşı Rumların topyekün saldırısı sürmektedir. Aytotoro, Piyenya’dan açılan ağır bir ateş yağmuru altındadır. Öğleden sonra saat 3.30’da Mansura’da elimizde bulunan Mali tepesi düştü. Mansura ve Erenköy, denizden 40 mm.lik toplarla bombardıman edildi…. Ada sathında yüzlerce otobüs dolusu Rum “Türk’lerin denize dökülüşünü” seyretmek üzere bölgeye doğru yola çıkmışlardır. MAHİ gazetesi “Küçük Asya yenilgisinin intikamı alınacaktır.” diye yazar! Ve bütün gece ateş devam eder.

Türk anaları çocuklarını denizde boğacaktı

8 Ağustos 1964:

Alevkaya, Mansur, Bozdağ ve Selçuklu düştü. Mücahitler geri çekiliyor…
Kadın ve çocukları Birleşmiş Milletler kendi kamplarına tahliye etmek ister. Kadınların cevabı;
– “Biz erkeklerimizle kalacağız.”
Erenköy, bir tabak gibi, Rum mevzilerinin altında mahkum bir arazi hâlinde.
Öyle bir an geldi ki mukavemete devam ümidi yok oldu. Birleşmiş Milletler bize gelerek ne yapacağımızı sordu;
– “Rum ve Yunan zırhlı birlikleri süratle ilerlemektedirler, teslim olmaktan başka çare yok.” dediler.
Komutan Rıza Vuruşkan’la istişare ettikten sonra kararımızı veriyoruz: Sonuna kadar çarpışmak, teslim olmamak ve intihar etmek…
– “O hâlde müsaade ediniz kadınları ve çocukları alıp gidelim.” dediler.
– “Onlara sorunuz, gitmek isterlerse alınız.” dedik.
Birleşmiş Milletler askerleri kadınlara yaklaşarak tekliflerini yaptılar. Kadınlar hep bir ağızdan;
– “Biz erkeklerimizden ayrılmayız, öleceksek birlikte ölürüz.” cevabını verdiler.
Birleşmiş Milletler askerleri bu kahraman insanları selamlayarak “Good Luck” (bahtınız açık olsun) diyerek zırhlı araçlarına binerek uzaklaştılar.
Durumu Ankara’ya bildiriyoruz. Yarına zor dayanırız. Gelmezlerse Erenköy çökecektir.
Bazı gençler ağlıyor. Korkudan değil. Anavatan’ın bu kadar lakayt kalışına ağlıyorlar.
– “8 aydır bu yerleri müdafaa ettik, Türkiye gelecek, geldiğinde çıkacağı, yaslanacağı bir yer bulsun diye, meğer boşunaymış.” diyorlar.
Bir Türk anası;
– “9 çocuğum var. 5’i kız. Rumlara bırakmam onları, denize götürüp boğacağım.” diyor.
Hıçkırıyor. Kadını kollarından tutup sarsıyorum.
Telsiz başında, kan ter içinde telsizci çalışıyor, dinliyor.
Cevap yok.
Bunu etrafa duyurmamak için gayret sarf ediyoruz.
Bir mesaj daha; bir tane de ben gönderiyorum:
– “Saldırı bütün şiddeti ile devam etmektedir. Rumlar kesin sonuç almak kararındadırlar. Yarın sabaha kadar direnebiliriz. Yardımımıza gelemezseniz, bunu engelleyen büyük millî bir neden olduğuna inanarak öleceğiz. Vatan sağolsun… “
Birdenbire telsizci canlanıyor. Gözlerinde bir pırıltı var. Yazıyor ve okuyor:
– “Hava Kuvvetleri hareket emrini aldı, keşif uçuşuna geliyorlar…”
Telefona sarılıyoruz. Mevzilere müjdeyi veriyoruz. Ne büyük müjde.
Yorgun değiliz artık. Yalnız ve unutulmuş da değiliz. Uçakları bekliyoruz.
Uzaktan bir şeyler görülüyor.
– “Uçaklar” diye fırlıyoruz.
Gelenler uçaklar değil Turnalar…
– “Ebabülbül ordusu yerine, Turna ordusu geliyor.” diye şakalaşıyoruz da.
Ömer Sami Coşar üzüntü komasından çıkmış gibi. Fotoğraf çekiyor:
– “Bu iş oldu artık.”
Gözlerimiz Anadolu’ya yönelmiş…
Saat 17:00’de uçaklar geliyor. Dağlar inliyor. Sevinçten ağlayanlar, birbirlerine sarılanlar, havaya ateş edenler var… Kurtuluş bayramı… Türk kartallarının gölgesinde yeni bir hayata kavuşan binlerce insan Tanrısına şükrediyor.
Uçaklar bizi selamlayıp uzaklaşıyor.
Rumlar kat’i neticeyi alacaklar… Ateş şiddetleniyor…

9 Ağustos 1964:

Sabahleyin Rumların hücumu yine şiddetleniyor. Epeyi bekledikten sonra Türk uçakları yine geliyor.
Sevinç içindeyiz. Gelen uçakların 64 olduğunu bilsek!…
Hâlâ, son Türk direniş noktasına akın akın gelen Rum kuvvetleri Pomo, Paşiammo, Limni, Poli, Piyenya, Alevkaya, Süleymaniye, Mansur ve Erenköy dolaylarında devamlı surette takip edilerek ateş altında bırakıldılar.
Gençler, Rumlara geçen mevzileri almayı düşünüyorlar.
Tehlikeli… Hepsi o kadar yorgun ve bitkin ki. Yeni Komutan
– “Boşu boşuna can kaybı istemiyorum.” diyor.
Haklı…
Türk uçakları ayrıldıktan bir süre sonra göklerde yine uçaklar beliriyor. Herkes açığa çıkmış, tezahürat yapıyor.
– “Saklanın!” diye bağırıyorum, dinleyen yok.
Yunan uçakları saldırıyor ve halkı mitralyöz ateşine tutuyor. 3 şehit, 8 yaralı veriyoruz. Şehitlerden bir tanesi benim yanımda, yaralılardan biri benim ayaklarımın dibinde… Ölümün nasıl geldiğini, insanları nasıl biçtiğini yakından görüyoruz.
İsveçliler yine meydanda. Yaralıları alıyorlar. Köy kadınları köyü yine terk etmiyor. Herkes
– “Türkiye bu işe, bu şeklide girdikten sonra canımız helal olsun” diyor.
Ankara’dan haber;
– “Personel ve malzeme geliyor.”
Daha önce sabahlara kadar iki gece beklemiştik. Seviniyoruz. Haberi yayıyoruz.
Nihayet geldiler, gidip bakıyoruz.
Gelenler dört gün eğitim görmüş olan 40 üniversiteli genç.
Tepemiz atıyor. Bu mahkum bölgeye bu çocukları göndermeye kimin hakkı vardır?
Durumun vahametini demek anlamamışlar.
Bizimle birlikte olan Ömer Sami Coşar elindeki silahı yere vurup, lanetler yağdırarak dağlara çıkıyor. Rıza Vuruşkan yanıma gelip;
– “Ankara bu işten hiçbir şey anlamış değildir. Ya sen, ya Ömer Coşar gidip anlatmalısınız.” der.
Ve çıkıyoruz Ömer Sami Coşar’ı aramaya. Ama yok… Onu bulamıyoruz. Adam kızgınlıkla dağların yolunu tutup gitmiş.
Üniversiteli gençleri ve malzemeleri getiren gemi hareket etmek üzeredir. Rıza Vuruşkan;
– “Denktaş Bey, sen gideceksin.” der.
Bunun üzerine silahımı Vuruşkan’a teslim ettim. Ankara’ya gidip tekmil vermek için Erenköy’den ayrılıyorum…

10 Ağustos 1964:

Ankara’ya doğru yolculuğum devam ediyor. Aklım, yüreğim Erenköy’de kaldı… Bizimkiler şimdi ne yapıyor?
Ateşkes antlaşması imzalanmış… Şükür!!

Gençlere öğretilmeli

Sonrası biliniyor.
Denktaş Ankara’da Başbakan İsmet İnönü ile görüşür, bölgeye Türk askerinin çıkarılmasının şart olduğunu anlatır. Ama, İnönü “Artık ateşkes sağlandı, Rumlar saldırmaya cesaret edemez.” diyerek asker çıkarmaya gerek olmadığını belirtir.
27 Ocak 1966’da ise üniversiteli mücahitler öğrenimlerine devam etmeleri için geri çekilir. BM Barış Gücü eşliğinde otobüslerle Gemikonağı’na giden gençler, Türkiye’den gelen gemilerle Anavatana dönerler…
20 arkadaşları eksiktir.
Onlar, savaştıkları ve uğrunda can verdikleri vatan toprağında, Şehitlikte, kanları ile suladıkları toprakları sonsuza dek beklemek için göreve devam ediyorlar.
Şehitlerimizden biri olan ve Rumların hazırladığı bir bubi tuzağının patlaması ile şehit olan Süleyman Uluçamgil’in şu dizeleri bugün de geçerli olan çok güçlü mesajıyla ölümsüzdür:

“İnanıyorum bir tek vatana
Yüreklere değgin dibelikten
Ne çıkar aramızda Akdeniz varsa
Ne fark var aramızda
Hep ayın sınırlarda sıvanmışız
Kimimiz ‘ölürken’ diyoruz
Kimimiz ‘ölürkana’.
(Bütün Eserleri,1989,s. 79)

Açlığa, sefalete, yokluklara karşın teslim olmayı asla düşünmeyen ve 11 yıl boyunca direnişi sürdüren Dillirga Türk köylerinin kahraman Halkına, ENOSİS’İ önlemek ve özgür bir vatan için seve seve ölüme koşan 600 üniversiteli gencimize selam olsun
Tüm şehitlerimizi ve aramızdan ayrılan Mukavemetçileri rahmetle, Gazilerimizi minnetle anıyorum.
Bu direniş destanını her gencimize öğretmek Milli Eğitim Bakanlığının aslı görevidir.

Yazar

Sabahattin İsmail

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar