Yükleniyor...
Devlet olmak ve devlette olmak şimdi sanıldığı gibi her ağza sığacak işlerden değildir. Devletin kurum ve kurallarıyla muazzam bir teşkilat ağı ve özel bir dili vardır. Devlet dili, uzun asırların birikiminden süzülür. Milletin yüksek idare zekâsı ve kültürüyle değişmez özü tarihten gelir. Yaşanan zamana göre şekillenir. Zor ve zorlu bir iştir ve devlet içinde öğrenilir.
Devlet yazışmaları özel kalıplar içindedir. Bir memur, kademe kademe ilerlerken bu dilin incelikleriyle tanışır. Oturması kalkması, konuşması, susması bu sistem içinde düzene girer. Dikkat edilecek husus, her şeyle beraber ve her şeyden önce dili ve halidir.
Türkiye, bu devam zincirini koparmaya çalışan bir ülke durumuna geldi. Devlet diliyle beraber pek çok konuda devlet refleksini de kaybetmiş görünmesi bundandır. Böyle bir fetret devrindeyiz. Küçük büyük dönemeçler sayılabilir. 2010 Referandumu büyük dönemeçtir.
O günlerden beri, vesayet, Yeni Türkiye ve dine dayandırıldığı sanılan ve hayata oturmayan birkaç kavramın kıskacında kıvranıyoruz. Meselelerin etrafından dolanır hale geldik. Hemen hiçbir konunun içini, esasını göremiyoruz. İşlerimizbundan dolayı kördüğümdür. Günlük ve sun’î gündemlerle boğuluyoruz.
Çatışma, kamplaşma, ayrışma ve benzeri kavramlar dilimize terör örgütleriyle yerleşmedi. Siyaset ve idare diline musallat olan kabalıklarla normalleşti. Tek adam rejimi dedikleri bugünkü kargaşaya gelinceye kadar adım adım bu hâkimiyetin örgüsü çalıştı. Kurum ve kuralların askıya alınmasıyla her tarafı serseri mayınlarla dolu hissediyoruz.
“Ben olanlardan uzak kalacağım” diyen ve susan dakurtulamıyor. İlla şöyle bakacaksın, şöyle göreceksindiyen bir dayatma var. “Şöyle diyeceksin” ve “yalnız onu diyeceksin”talimatı gün içinde çeşitli şekillerde önünüze çıkıyor. Yapılanları göstermeyecek bir karartma uygulanıyor. İktidar eleştirisine girdiğiniz yerde durum değişiyor. Bir ordu fütursuzca saldırıyor. Görülmemiş bir iş. “Şu doğru değil”demelerini beklersiniz; hayır hakaret, tehdit ve şantaj devreye giriyor.
Bunların sonucu her yerde karşınıza çıkıyor. Aşı yaptıracaksınız, önünüze çıkıyor. Bakkala, eczaneye gitseniz türlü şekillerde ve illâ pahalılık ve zam şeklinde çıkıyor. Okula gitseniz, sokağa çıksanız yine öyle. İnsanlar korkuyor ve çekiniyor. Güven duygusu kaybedildi. Kendilerini devamlı kontrol altında hissediyorlar. Çağın getirdiği dijital imkânların gözetlemesinden kaçamayız, tamam. Fakat bu âletleri toplum düzeni ve kişi güvenliği için kullandığımız şüpheli.
Fetö ortaklığından öğrenilen metotlarla “biri bizi gözetliyor” havasına alıştırıldık. Her hareketimiz kontrol altında olmak bir yana duyuş ve düşünüşlerimiz de serbest görünmüyor. ÂrifNihat Asya’nın “ Sessizce düşünsek duyacaklar bir gün;/Olmazları olmuş sayacaklar bir gün…/ Onlar bu vehimle, ellerinden gelse,/Rüyalara sansür koyacaklar bir gün.” dediği yere yakınız.
Yönetenler bir felaket! Bakana benzer bir bakanımız bile yok. Bürokrasi ve taraftar canibinden her ağzını açan da “Ben kimim biliyor musun?” edasında konuşmaya hazır. Bizim verdiğimiz koltuğun gücünü bize karşı sopa olarak kullanmaktan geri durmuyorlar. Bu durum hayatımızı zehirliyor.
“Bu ekmek iyi pişmemiş” diyeceksen iyice düşüneceksin. Çünkü o ekmeği yapan veya satanın iktidara yakınlığı seni sıkıntıya sokabilir. İlk anda Fetöcü olursun. O tutmazsa terör destekçisi. Daha ileri gidersen Cumhurbaşkanımıza hakaret etti deyip kolunu bağlatırlar.
Refik Halid Karay dostumuzun iğnelemelerine benzer bir abartmaya giriştiğimin farkındayım. Ben korkuya yenilmedim diyenler de, korkmadığını zannettiklerimiz de bu potada. Derin bir şüphenin, güven krizinin ortasına düşürüldük. O bizim adam körlüğünün kör kazmasının nereye, ne şekilde ineceği belli değil.
Dalga dalga yayılan bu kabalıklarla boğuluyoruz. Gördük ki değer tanımazlığın değerleri slogan etmesi kadar tehlikeli bir silah yoktur.
Ben 12 Eylül sonrasında herhangi bir partiye bağlı olmamayı seçenlerdenim. Fikre önem veririm, düşüncelerle temas kurarım ve seçim gelince de duruma göre birini seçer ve oy veririm. Şimdi bu serbestliğe de saldırıyorlar. Kavgadan beslenen muktedirler mutlaka benden taraf olacaksın diyorlar. Onu yuhlayacak ve beni alkışlayacaksın! Ya ondansın ya benden! Benden değilsen ondansın ve düşmansın!
Abartmıyorum, geldiğimiz keskin köprü böyle bir sırat. Denge denetim kalmayınca bu sırat kurulur ve er geç fena halde düşülür.
Şöyle bir geriye çekilip bakalım: Kim kavgadan medet umuyorsa o memlekete dost değildir. Ona yanlışını göstermek düşünenlerimizin görevidir. Yuh veya alkış tufanı dinsin! Çünkü biz her şeye rağmen düşünen ve anlamak isteyenlerden olmaya mecburuz. Bu dehlizden çıkışın başka yolu da yok.