Eksenimiz kayarken – II

Geçen yazıda eksik kalan iki nokta şunlardı:· 1980 sonrasında milliyetçilerin çeşitli partilere dağılması. Daha doğrusu dağıtılması. · Ülkücü gençliğin ve teşkilâtların ihmal edilmesi veya ‘silinmesi’. Gençliğin fikrî ve siyasî eğitiminin durması; dolayısıyla kaynağın kuruması. Bunların ikisini bir arada ele almak gerekir; çünkü ikisine de yol açan olay akışı aynıdır.MHP’nin 1969, 1973 ve 1977 yıllarındaki oy […]


Paylaşın:

Geçen yazıda eksik kalan iki nokta şunlardı:
· 1980 sonrasında milliyetçilerin çeşitli partilere dağılması. Daha doğrusu dağıtılması.
· Ülkücü gençliğin ve teşkilâtların ihmal edilmesi veya ‘silinmesi’. Gençliğin fikrî ve siyasî eğitiminin durması; dolayısıyla kaynağın kuruması.
Bunların ikisini bir arada ele almak gerekir; çünkü ikisine de yol açan olay akışı aynıdır.
MHP’nin 1969, 1973 ve 1977 yıllarındaki oy yüzdesi sırasıyla 3,0, 3,4 ve 6,4’tür. O son 6,4’ün seçmen karşılığı da 951 000 kişidir. Bu sayıyı 1980’de rahmetli şehidimiz Gün Bey’in cenazesi ile karşılaştırırsanız şaşırırsınız. 1980’de 48 saat içinde Ankara’da toplanan ülkücü sayısı, 1977’deki seçmen sayısı civarındadır.
Bunun iki anlamı vardır:
1. MHP 48 saat içinde bir milyon militanı Ankara’ya toplayacak bir güçtedir.
2. MHP ilk seçimde birinci parti olmak yolundadır.
1977’den sonraki üç yılda bir toprak kayması gibi, Türkiye MHP’ye gelmiştir. Yalnız taraftarı değil, teşkilâtı da son derece güçlü gerçek bir harekettir MHP. Artık böyle bir siyasi gücün onayı olmadan, Türkiye’de hiç kimse iktidar olamaz[1]. Darbe hariç.
Bizim sorguladığımız, bu gücün içinin nasıl boşaltıldığıdır. Türk Milliyetçiliği’ni kendi emellerine karşı bir tehdit olarak görenler için de 1980’lerin baş meselesi tam da budur: Bu gücün durdurulması. Bu gücün içinin boşaltılması. İşte bunun yapılması lâzımdı ve bu yapıldı.
Bu gücün içi nasıl boşaltılmıştır? Cevap, yazının başındaki iki maddeden ibarettir. Bir: Milliyetçilerin diğer siyasi partilere dağıtılması. İki: Gençlik kaynağının kurutulması.
Yüzlercesinin idamı istenirken gözünü kırpmayan insanları diğer partilere dağıtmayı, gençlik kaynağını kurutmayı bir dış gücün kolayca başarması mümkün değildi. Bunu ancak hareketin lideri yapabilirdi.
İşte bu nokta, o günleri merkeze yakın yaşamış hemen herkesin bildiği, konuştuğu, fakat oturup yazmadığı bir gerçektir. Türkeş Bey’in eski MHP Genel İdare Kurulu ile çalışmayı reddetmesi, yerel liderlere başka partilere gitmelerini telkini, “tek parti olursak herkes bize düşman olur, dağılırsak saldırılardan korunuruz” kelimeleriyle açıkça dillendirdiği strateji… Bunlar, bilinen, fakat yazılmayan gerçekler. Belki Nevzat Kösoğlu’nun hatıralarında bir nebze dokunulmuştur[2]. Başkasını bilmiyorum.
Yukarıda tasvire çalıştığımız güçte bir siyasi hareket, Türkiye’nin ilinde, ilçesinde, köyünde yetişmiş, davasını benimsemiş, tecrübe kazanmış diri kadrolar demektir. Bunların “diğer partilere dağılması” siyasî tarihimizde eşi görülmemiş bir hadisedir. ANAP’tan CHP’ye hemen bütün partilerin teşkilâtında eski MHP’liler vardı, genellikle de lider konumundaydılar.
1980 öncesi komünist saldırı karşısında bilenen gençlik ise bambaşka mecralara ve maceralara sürüklenmeye çalışılmış, bir kısmı sürüklenmiş, bir kısmı direnmiş ve sapmamıştır.
Milliyetçi Hareket’in gücünün boşaltılması, fitilinin sökülmesi için, mahalli siyasi kadrolarda da, gençlikte de izlenecek yol aynıdır. Yeni “milliyetçi siyasi yapılanma” içinde o gücü teşkil eden eski kadrolar yer almayacaktır. Bunlar yeni yapılanmadan uzak tutulacaktır. Peki, hiç yeni bir yapılanmaya gidilmese “fitilin sökülmesi” daha başarılı olmaz mı? Hayır olmaz. Çünkü görünürde bir parti yoksa o insanlar kendilerine bir parti bulur ve ona hâkim olur veya yeni partiyi baştan kurar ve hızla eski güce kavuşurdu. Plan, yeni fakat güçsüz bir parti kurulmasını ve eskilerin bundan uzak tutulmasını ve dağıtılmasını gerektiriyordu. Kaynak ancak böyle kurutulurdu.
Bugün tenkit ettiğimiz bazı tutumlar sanılandan çok daha eskidir. Kazara meydana gelmemiş, kurgulanmış ve kasten inşa edilmiştir. O politikalar bugünkülerin icadı değildir; bugünküler sadece o mirası sürdürüyor. Fakat o ilkelere hâlâ dikkatle uyulmaktadır, öyle ki MHP’de milliyetçi geçmişten gelen birinin yönetimde yer alması, gazetelere manşet olmaktadır.
Kusura bakmayın. Yazdıklarımın, rahmetli Tarık Buğra’nın deyimiyle “Düşman Kazanma Sanatı” örneklerinden olduğunun farkındayım ama birinin bunları yazması lazımdı hissindeyim.
Bir önceki yazımdaki cümleyle bitireyim: Acaba tarih her dönemde bu derece yalan yanlış mı yazıldı? Hakikati teslim görevi, o günleri en yakın yaşayanlara düşüyor. Başta Lisan Okulu sakinlerine. Hakikati teslim hakkı teslimdir.

——————————————————————————–
[1] Kösoğlu’nun hatıralarında şöyle bir pasaj var: “Bir gün Meclis’te kütüphane müdürünün odasında oturuyordum. Musta­fa Gazalcı diye CHP’li bir milletvekili vardı; o geldi. Dedi ki: ‘Arkadaş, o cenaze törenini gördükten sonra anladım ki, bizim Ecevit filan hepsi hikâye imiş. Siz varmışsınız. Size helal olsun.’” (Osman Çakır, “Nevzat Kösoğlu İle Söyleşiler- Hatıralar yahut Bir Vatan Kurtarma Hikâyesi”, Ötüken 2009, Sayfa: 342- 343.) O konuşmanın geçtiği Meclise CHP %41 oyla girmiştir ve birinci partidir. Bizzat CHP milletvekili %42’lik CHP’nin MHP yanında küçük kaldığını ifade etmektedir.

[2] Kösoğlu, aynı eser, sayfa: 342- 343.

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar