Manik Depresif Ecdat Okumaları

Bipolar bozukluk’ denilen ruh hastalığına yakalananlar zıdlarda gezinir: Ya siyah, ya beyaz. Ya kusursuz, ya berbat. Bir dönemde Osmanlı kötüydü, dolayısıyla her yaptığı da kötüydü. O günlerde liselerde okutulan Ali Cânip Yöntem’in edebiyat ders kitabındaki şu cümle bu hastalıklı zihniyeti aksettirir: “… O aralık Abdülmecit tahta geçmişti. Bu, her Osmanlı padişahı gibi gaafil ve biçare […]


Paylaşın:

Bipolar bozukluk’ denilen ruh hastalığına yakalananlar zıdlarda gezinir: Ya siyah, ya beyaz. Ya kusursuz, ya berbat. Bir dönemde Osmanlı kötüydü, dolayısıyla her yaptığı da kötüydü. O günlerde liselerde okutulan Ali Cânip Yöntem’in edebiyat ders kitabındaki şu cümle bu hastalıklı zihniyeti aksettirir: “… O aralık Abdülmecit tahta geçmişti. Bu, her Osmanlı padişahı gibi gaafil ve biçare bir adamdı”. Dikkat ediniz, gaafil ve biçare olan sadece Abdülmecit değil -ki bu da yanlış-  bütün Osmanlı Padişahlarıdır! Herhalde iyi ki öyleydiler demek lazım. Gafil ve biçare halleriyle dünyanın o zamanki merkezinde altı asır süren bir hâkimiyet kurdular. Gafil ve biçare olmasalardı her halde hanedan altı bin yıl yaşayacaktı! Altı asırlık hanedan kesinlikle Avrupa rekorudur. Belki de dünya rekorudur. (Japonlar’ın daha uzun hanedan iddiası var ama tarihî belgeler o kadar açık değil.)

Bipolar hastalığı

Bu bipolar, hastalığın depresif evresi. Kötü, kötü, kötüydü diyen kısmı. Bu evrenin temsilcileri hâlâ mevcut. Bize geçmişimizin kötülüğünü, iyi sandığımız taraflarının da hayali olduğunu anlatmaya devam ediyorlar. Hattâ geçmişi, daha doğrusu o geçmişin bugünkü ve gelecek nesillere etkisini o kadar tehlikeli buluyorlar ki, tarihin devletlerimizden, hanedanlarımızdan, siyasetten, zaferlerden ve yenilgilerden bahseden kısımlarının ayıklanmasını buyuruyor; bunu sağlayabilmek için teşkilâtlar, vakıflar kuruyorlar. Tarih dediğin binaların tarihi, bakkalların tarihi, tuğla üretiminin tarihi gibi konularla sınırlı olmalıdır. Bina dedikse selâtin camileri demedik! Şüphesiz onlar da tehlikelidir.

Ecdad ne derse o!

Manik evrenin temsilcileri ise, Osmanlı’nın her yaptığının iyi ve en iyi olduğu görüşündedir. O derece iyi ki, aynen şöyle davranmalıyız: Bir tereddüdünüz mü var. Sıkıntı etmeyiniz. Derhal Osmanlı tarihini açıp, bugünkü problemle kıyas edilebilecek bir olay bulunuz ve Osmanlı ne yapmış ise tıpkısını yapınız. Çünkü Osmanlı’nın yaptığı, sihirli bir şekilde size de iyi gelecektir. “Ecdadımız neylemişse, biz de öyle eyleriz!”

Manik-depresif tutumlar Osmanlı ile sınırlı değildir. Atatürkçüler ve anti-Atatürkçüler daha yakın bir dönemin bipolarlarıdır. Osmanlı taraftarı ve düşmanlarından Osmanlı sorumlu tutulamayacağı gibi Atatürkçülerle Atatürk düşmanlarının da Atatürk ile pek ilgisi yoktur. Atatürkçülerle Atatürk arasında hep şu konuşmayı hayal etmişimdir:

Atatürk: En hakikî mürşit ilimdir, fendir.

Atatürkçü: Estafurullah efendim. Siz varken ilmin, fennin lafı mı olur?

Öyle Atatürkçüler gördük ki, küçük Mustafa karga kovaladı diye memurlara karga kovalattılar!

Atatürk düşmanlığının da Osmanlı düşmanlığından kalır yeri yoktur. Onlardan bazılarına göre Yunanlılar hiçbir zaman İzmir’i, Sakarya’ya kadar Anadolu’yu işgal etmemiş; dolayısıyla Millî Mücadele hiçbir zaman verilmemiştir. Bütün bunlar; Sakarya, Dumlupınar, istirdat, şehitler ve şehitlikler uydurmadır.

Paralel kafalar

Atı o güne kadar görülmemiş şekilde kullanan; ordu, disiplin, kanun ve devlet kavramlarını nerdeyse yeniden icad eden ve bu sayede eski dünyanın büyük kısmına hâkim olan Attilalar, Meteler bizim ceddimizdir. Fakat devleti oğulları arasında bölen, İbni Haldun’un mekanizmasına mağlup olan ve illeri tez zamanda dağılanlar da bizim ceddimizdir. Bedir Savaşı’nda üç kat düşman kuvvetini yenen bizim manevî ceddimizdir. Uhud Savaşı’nda yağma peşinde koşarak zaferi mağlubiyete çeviren de ceddimizdir.

Dört Halife Devri gibi, bir “filozof krallar” dönemi yaratan ve gelecek bin yıllara damgasını vuran da onlardır; dört halifeden üçünü katledenler de.

Hürriyetsiz Demokrasi kitabında devlet teorisini incelerken Fareed Zakaria’ya, “Yusuf adında bir on üçüncü (on birinci olacak) asır Orta Asya Türk şairi teoriyi şöyle özetlemişti…” dedirten şu satırların yazarı Yusuf Has Hacip bizim ceddimizdir: Memleket tutmak için çok asker ve ordu lazımdır. Askeri beslemek için de çok mal (tavar) ve servete ihtiyaç vardır. / Bu malı elde etmek için halkın zengin olması gerektir. / Halkın zengin olması için de, doğru kanunlar(töre) konulmalıdır. / Bunlardan biri ihmal edilirse dördü de kalır. / Dördü birden ihmal edilirse, beylik çözülmeye yüz tutar.

Uzunçarşılı’ya aşağıdaki satırları yazdırtan III. Mustafa da bizim ceddimizdir: “Padişah uyanık fikirli, ilim ve fazilet sahiplerini himaye eden, çalışkan, müdekkik bir hükümdar olmakla beraber ilm-i nücum (Astroloji) denilen yıldızlardan ahkâm çıkarma işine meraklı idi. Hatta bu merakını o kadar ifrata vardırmıştır ki; elçilikle Prusya Kralı II. Frederik’e göndermiş olduğu Giritli Resmî Ahmed Efendi’ye evvela kraldan üç müneccim talep etmesini ve bundan başka en mühim ve en büyük işlerin başlangıcının tayini ile değerli kumandan ve iş adamlarının intihabının ne suretle olacağının öğrenilmesini istemiştir.

“Resmî Ahmed Efendi, huzuruna kabul edildiği zaman Prusya Kralı’na, pâdişâhın isteklerini arzetmiş ve Frederik buna karşılık olarak kendisinin, tarih ve tecrübelerden istifade etmek, askerini daimi surette harbe hazır bulundurmak üzere talim ettirmek ve muharebe için hazinede para bulundurmak gibi üç müneccimi olduğunu söylemiş ve böylece haber göndermiş ise de padişah bu tavsiyelerden yalnız para biriktirmek maddesini tatbik etmiş.”

Erich von Daniken son derece popüler ve zeki, o derece de uçuk bir yazardır. İnsanlara medeniyeti aslında uzaylıların getirdiği teorisini ispata hayatını vakfetmişti. Daniken’in, bize her şeyi kadim astronotlar öğretti iddiasının dayanaklarından biri, Pirî Reis’in dünya haritasıdır. Piri Reis’in haritasını astronotlardan değil bazılarına göre 20, bazılarına göre 34 farklı kaynak ve tarihin çeşitli dönemlerine ait bilgilerden sentez ettiği söylenmektedir:

“O cins sekiz Jaferya’dan ve Hind’in bir Arap haritasından ve geometrik çizilmiş, Sind, Hind ve Çin’i gösteren dört yeni Portugal haritasından ve dahi Kulümbü’nin çizdiği bir haritadan Batı bölgesini çıkardım. Bütün bu haritaları tek ölçeğe indirgeyerek bu son şekle vasıl olundu ki denizcilere göre bu diyarların bu haritası bahsettiğim haritalardaki Yedi Deniz kadar dakik ve güvenilirdir.”

O günlerde basılı haritalar henüz piyasalarda görünmüyordu. Google haritaları da yoktu! Fakat Daniken’e ‘bu astronot işidir’ dedirten haritalardaki bilgilerden ziyade haritanın projeksiyonudur. Harita projeksiyonu, yani küre şeklindeki üç boyutlu dünyayı iki boyutlu kâğıda aksettirmek işi,  başlı başına bir bilim alanıdır. Daniken, Piri Reis’inki kadar kusursuz bir projeksiyonun, ancak uzaydan dünyaya bakılarak yapılabileceği fikrindedir. Gerçeğe dönersek Reis’in haritayı 919 Muharrem Ayı’nda (miladî 1513) bitirip altına imzasını attığını ve dört yıl sonra, 1517’de Birinci Selim Han’a takdim ettiğini biliyoruz. 

Reis şüphesiz ceddimizdir. Fakat haritayı yirminci asırda Alman Deismann bulana kadar Topkapı Sarayı arşivinde kaybeden, kaybetmeden önce de yırtıp üçte ikisini tahrip eden de bizim ceddimizdir. Kasten yapsalar mazereti olabilirdi… Şuursuzluğun izahı yoktur.

Ceddimizle haklı iftihar vesilelerinden Piri Reis Haritası’ndan başka bir harita hikâyemiz var… Pek iftihar edemeyiz: Sene 1770’tir. Rusya ile iki yıldır savaş hâlindeyiz. Rus Baltık donanması Atlantik’ten inip Cebelitarık’a gelir, Akdeniz’e girer ve Mora’da Rumların isyanına çalışır. İsyanı başlatırlar ama çabucak bastırılır. Türk donanması ikmal merkezlerinden uzaktaki Rus donanmasının çaresizlikten kendiliğinden teslim olmasını bekler. Gemilerimiz Çeşme’ye çekilir. Yan yana dizilip bağlanır. Ruslar âni bir baskınla gemilerin tamamını yakarlar. Bu işin askerî mağlubiyet tarafıdır. Diplomasi ve bilgideki mağlubiyet daha da acıdır. Payitaht, Ruslar’ın boğazlardan geçmeden nasıl olup da Akdeniz’e gelebildiklerine bir türlü akıl erdirememiştir. Haritaları açarlar… Bu haritalardan biri Venedik’le Rusya arasında bir su bağlantısı göstermektedir! Bu saçma sapan haritaya bakıp inananlar Piri Reis’ten 257 sene sonraki ceddimizdir! Olup biteni, İstanbul’un Çeşme faciasından sonra Venedik’e verdiğimiz, “Ruslar’ın Adriyatik’ten geçmelerine nasıl müsaade edersin!” notasından biliyoruz. Başta, yine Prusya’ya müneccim siparişi veren ceddimiz III. Mustafa vardı. Ceddimiz sultan Üçüncü Mustafa tıpkı bugünkü aydınlarımız gibi halinden şikâyetçiydi; hiç memnun değildi ve Cihangir mahlasıyla yazdığı şiirde şöyle diyordu: Yıkılıpdur bu cihan sanma ki bizde düzele/

Devleti çerh-i deni verdi kamu müptezele.

(İkinci mısra: “Aşağılık talih devleti bütünüyle rezillere verdi”) Ona onun zamanından beş asır önceki ceddimiz Edip Ahmet Yükneki, Atabet ül-Hakaayik’ten cevap versin: Sen artak sen andan acun artadı / Nelük bu acunga kılar sen gile / (Sen kötüsün, acun [:dünya] ondan kötüledi / Neden bu acuna sitem edersin)

İmparatorluğumuz son nefesine bunca yakınken dünyanın en büyük devletlerini Çanakkale’de durdurması ceddimizin inanılmaz zaferlerinden biridir. Fakat bu muhteşem zaferden iki yıl önce anavatanımızın yarısını, çoğunu da tek kurşun atmadan kaybettiğimiz Balkan bozgunu aynı ceddimizin rezilce hezimetlerinden biridir. Başarılarımızın arkasında çalışma, “ben şimdiye kadarkinden iyisini yaparım” duygusu, sebat ve inanç vardır. Piri Reis’in otuz küsur haritayı bulup incelemesinin arkasındaki gayret ve sebatı; o mükemmel projeksiyonun dayandığı bilgiyi hayal edin. O günün şartlarında bu bilgilere nasıl bir çabayla erişileceğini düşünün! Reis muhakkak ki çağdaşlarından da, cedlerinden de, başkalarının cedlerinden de bilgi toplamış. Bu bilgilere kendi çabasını, bilgisini ve yaratıcılığını ekleyip dünyanın o güne kadar görmediği bir haritayı ortaya koymuştur. Başarısızlıklarımızın arkasında da hazıra konma var… Dünyayı, çevremizi, olup biteni gerektiği şekilde öğrenip iki elimiz ve bize verilen akılla doğruyu bulmaya çalışmak yerine, doğruyu bir otoriteden kopyalayıp, uyduğu kadarıyla, önümüzde bulduğumuz probleme tatbike çalışmak var. Bu otorite bazen yanlış fakat kadim bir harita, bazen uzak veya yakın ceddimiz, bazen yıldızlar ve müneccimler ve son zamanlarda da Batı’dır. Ceddimizi küçümsemek, yok saymak ne kadar yanlışsa, ceddimizin eserleriyle hazıra konmaya çalışmak da o kadar yanlış. Bu iki yanlış bir birinin zıddı değil, simetriğidir. Bunları yapanlar muhalif değil paralel kafalardır.

Halbuki, insan öyle hazıra konamaz: “İnsan için sadece kendi emeğinin neticesi vardır”. Bu yazıda genişçe misafir ettiğimiz rahmetli Hakan Üçüncü Mustafa için ironik taraf da bu ayetin Necm (Yıldız) suresinde bulunmasıdır. (39. ayeti)

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar