Yükleniyor...
Servet Somuncuoğlu’nun “Gallemit” adlı kitabını Ömer Ünal’ın kalemiyle sizlere sunuyoruz.
Servet Somuncuoğlu, Türk’ün ayak bastığı topraklarda aradı uygarlığımızın izlerini. Anadolu’dan Orta Asya’ya ve hatta Balkanlara değin kayaların üzerine nakşedilmiş yazıları ve resimleri inceledi. Benzer yönlerini bilim dünyasına sundu. İnsanın doğa ve evren ile ilgili düşlerini, düşüncelerini kazıdığı kayaların sessizliğini dinletti bizlere. Söz konusu sükûnet, hocanın çalışmaları neticesinde fısıltıdan haykırışa evrildi kısa bir süre içerisinde. Bu yorulmaz zihnin hayatında, Ulu Kam olarak nitelendirebileceği kişiyle askerde başlayan tanışıklıkları ise aralarındaki sessizliğin kaleme ve kâğıda dökülerek can bulmasına vesile oldu. Ömür bu savrulup giden ve sararmış satır aralarında çeyrek asırdır sızlayan yorgun hüzün sesleri. Ulukam, Servet Hoca’ya bana Gallemit demelisin dediğinde o, bunun anlamını kavrayamaz. İlginç olan ise bu tanımlamanın manasının bugün dahi bilinmiyor oluşu. Gallemit ile saatler boyunca süren edebi, felsefi sohbetler askerlik sonrasında mektuplaşmaya dönüşür. Mektuplar kesildiğinde ise geriye yoğun bir gürültü kalır. Enkazdır o kalan, zihinlerin en derin yerlerinde çöreklenen. ABD’nin Irak’ı işgalini Anadolu’dan fikir dünyasıyla durdurmaya çalışan bir derviş, Göktengri’ye dua eden bir Şaman, yoldan geçenin kim olduğunu anlayan bir ermiş… Bu tılsımlı kişiliği ve o tılsımın aksi sedasını Gallemit kitabında şu şekilde okuyoruz: “Ulu Kam’ın iç çekişi. Tibet’in rahipleri benden daha yalnız değildir… Biri zahirde derbeder, diğeri sırların peşinde iki yalnız adam. Yürek yangınını söndürür ümidiyle kor ateşe serpilen suyun şarkta çıkardığı cızırtıyı garpta da duyabilen sıra dışı iki insanın gönül yolculuğu. Şaman davulları, veliler, amansız kokular, Elsa’nın gözleri… Yalnız’ın öyküsü… Yalnızlığa öykü… Sahiden savrulup gidiyor ömür dediğin. Ömürler savruluyor. Uzaklarda, yakınlarda. Bizatihi derûnda… Evvel göçen yazar oldu. Kalanlar derin acılar çektiler. Ulu Kam haber alınca bir kez daha kahrolmuş; ‘Keşke ona Hafız’ın kabri gibi bir kabir yapabilseydim’, sözleriyle hayıflanmış.”
Gallemit kitabını okurken aklımıza gelenler bir yana, ülke gündemine düşen önemli olayların akabinde vurulan bir gencin babasını gösterdiğinde haber bültenleri daha da dağlandı Servet Hoca’nın yüreği… Gallemit’in sunuş yazısında: “Her insan bir başkasında yol arar kendine. Aradığı en yakınındadır. Tanrı Dağlarının zirvelerinde sessizce haykırdığı isim; gülün adıydı. Kahramanın huzur ve sükûnunu zedelemeden, sis perdesinin tüllerini aralamadan meçhule ışık tutmak naif ve ulvî bir gayretti. Toplumsal hareketliliğin akabinde, kamuoyunda doğan alâka üzerine yeniden baskı teklifini de fazilet örneği sergileyerek reddetmişti; ‘Taze acının üzerine kitap çıkarmak yakışık almaz’. Ulu Kam’ı dağlayan kurşun, vicdan sahiplerinin yüreğini kanatmalıydı. Kasten sıkılan o hain kurşuna herkes lânet etseydi kahbe devr-i devran böyle pervasız dönmeyecekti.” diye yazmıştır.
Gallemit, uzun süren hasretinden sonra geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrılarak Servet Hoca ile yeniden görüşmeye gitti. Kim bilir belki o mektuplarda olduğu gibi yine evrenin dört temel elementten oluştuğundan dem vuracaktır. Hatta bunlara ses ve ışığı da ekleyecektir. Günümüzde yazıya yüklenen kutsallığın karşısında duracak ve sesin intiharı sonrasında dirilen yazının büyük bir cehalet ve cerahat kaynağı olduğunu söyleyecektir. Bugünü anlamanın geçmişteki ataların ruhlarını hissetmekle mümkün olduğunu da yine ondan okumuştuk. Gallemit: “Yalnızken taşlarla, kuşlarla, rüzgârla konuşur, onlardan haber alırım. Irak bombalanırken dağlar ağladı. Taşlardan gözyaşı aktı, kimse görmedi… Bombaları yere düşmeden havada yok etmek istedim. Gücüm tükendi. Hepimiz yetişmeye çalıştık ama o kadar çok bomba atıldı ki tutmaya imkânımız kalmadı, her yerim yara bere içinde döndüm; kendi memleket toprağıma.” sözleriyle tüm gizemini koruyarak göçtü dünyamızdan. Şimdi biz hala Aziz’in mi yoksa Gallemit’in mi kam olduğu sorusunu kendimize sorarken henüz dün döktüğümüz gözyaşlarımızı bu kez de onun ardından kutsal sulara karıştırıyoruz. Ters lalelerin manasına henüz erişememişken Gallemit’i anlamanın da mümkün olmadığını ve her insanın kendine çıkan yollarını başkasında aradığından mütevellit şimdi tüm yollar kavuştu birbirine…