Yükleniyor...
Sokaklar artık kimin elinde?
“Bu nasıl bir soru?” diye soracaksınız belki. Fakat tam da bugünlerde sormamız gereken bir soru ile karşı karşıyayız: “Terör, sokaklarda nasıl gettolaştı?”
Büyükşehirlerde ve sahil kesimlerinde ciddi bir asayiş çürümesi ile karşı karşıyayız. İllegal hayatların, sosyal medya ve diziler üzerinden normalleştirilmesiyle başlayan süreç, sokaklarda terör estiren çetelerin güç gösterilerine dönmeye başladı.
Ve neticesinde gettolaşmış terör, asayişi katlederek ciddi bir iç güvenlik zafiyeti yarattı.
Sokaklarda yaşanılan asayiş olaylarından özellikle; cinayetlerin, göçmen ve insan kaçakçılığının, silah ve uyuşturucu ticaretinin, fuhşun, kasten adam yaralamanın, kaçak içki üretiminin ve satışının, narkoterörün, yağma ve hırsızlık gibi çoğu suçun organize bir şekilde çeteleşen gruplar aracılığıyla terörize edildiğinin farkında mısınız? Peki bu duruma nasıl gelindi, amaç nedir ve nasıl önlemler alınabilir?
Sizleri çok boğmadan bu konudan biraz bahsetmek istiyorum.
Şehirlerde ve sahil kesimlerinde asayişin çürümesinin temelinde göç hareketleri ve gettolaşmalar yatmaktadır. Düzensiz göçle birlikte meydana gelen çarpık kentleşme ve ekonomik yozlaşmadan gettolaşma doğmuştur. Gettolaşmalar da şehirlerin kimliğini hızla bozarak; hukuk ve asayiş arasındaki dengeyi ciddi manada tüketmiştir.
Mesela bugün suç oranının en çok olduğu İstanbul’un kendisine özgü bir şehir kimliğinden bahsetmek mümkün müdür? İstanbul’ da ‘’İstanbullu’’ değil, kendi kültüründen kopmuş ve yeni bir değer oluşturamamış, göç ettikleri şehrin kimliğini de tüketen bireyler yaşamaktadır.
Bu sadece İstanbul için geçerli değildir. İzmir, Konya, Adana, Ankara, Bursa gibi şehirler için de geçerlidir. Fakat bu şehirlerin İstanbul’a göre daha büyük bir avantajı vardır. Bu şehirlerde kentin öz kimliğini yansıtan ve yaşatan kırsal nüfus mevcuttur. Fakat zamanla bu kırsal nüfus da azalmaya başlamıştır.
Dışarıdan göç alan şehirlerin kendi kimliğini koruması için göç eden kişilerin içinde bulundukları şehirle bütünleşmeleri gerekir.
Bunun için de uzun bir sürece ihtiyaç vardır. Ancak gettolaşma sebebiyle göç eden bireylerin göç ettikleri şehirle bütünleşmeleri ve entegrasyonu çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Bu sebeple şehrin kültürü, gettolaşma neticesinde ciddi bir kaosla karşı karşıya kalmaktadır.
Kaosun olduğu yerde ise; her türlü illegal faaliyetle birlikte terör de cirit atmaktadır. İşin en tehlikeli boyutu da burada başlamaktadır.
Terör örgütü PKK’nın, dağlardan şehir yapılanmasına 2015 hendek barikat operasyonlarından sonra geçiş yaptığını hepimiz anlattık ve anlatmaya da devam ediyoruz. PKK’nın şehir yapılanması YDG-H, YPS adı altında, hücre yapılanmalarıyla birlikte özellikle büyükşehirlerde ve sahil kesimlerinde yeniden konuşlandı. Bu öyle bir sinsi terör yapılanması ki…
Hani şehirlerde öyle canlı bomba eylemleri, karakol saldırıları, polis noktalarına taciz ateşi gibi şeyler beklemeyin. Artık tek amaçları; toplumun asayiş yapısını bozmak…
Nasıl mı?
Günümüzde sosyal medya (TikTok, İnstagram, Facebook, YouTube ) üzerinden çekilen videolar ve mahalle içindeki güçlü adam imajı, gençleri suça ve mafyalaşmaya özendirmeye başladı. Bu mafyalaşma da özellikle “Biz aşiretiz, biz şuradan geldik, bize kimse dokunamaz, bizim sülalemizde keleşler var siz kimsiniz, ben buraya tüm sülalemi yığar sana çökerim, biz kalabalığız, amca oğlum yerime yatar çıkar ne olmuş, bizde adam bitmez, sizi dağa kaldırırız…” gibi söylemler üzerinden oluşturuldu.
Ardından bu söylemlerle beyinleri yıkanan ve gettolaşan bu yapılanmaların içinde yer alan bu gençler kendilerini kanunla değil, sokakla tanımlamaya başladı. Bu durumla birlikte hem bireysel geleceklerini yok saydılar hem de toplumsal huzuru bozmayı hedef haline getirdiler. “Huzuru bozan adamdır, sokaklara hâkim olandır.” söylemleri ile de birbirlerini kaba tabirle gaza getirerek, gettolaşma yarışına girdiler.
Sonuç?
Tükenen bir gençlik ve kaos…
Felsefe aynı, aktörler farklı. Değişen hiçbir şey yok. Özellikle de yaşı küçük çocukların zaaflarından faydalanarak devlete karşı illegal bir yapılanma oluşturup toplumun terörize edildiğini görüyoruz. Mesela PKK’lı mafyaların büyükşehirlerde yaşı küçük çocukları kendine üye olarak katması tam olarak bu durumun bir örneği. İşte bu durumda karşımıza çıkan kare ise : Gettolaşan terör.
“Gettolaşan terör” ile; büyükşehirlerde asayiş ve terör olaylarının belirli mahalle ya da bölgelerde yoğunlaştırıp kalıcı hâle getirerek, bu bölgelerin adeta bir “getto” gibi dışa kapalı, kontrolsüz ve radikal unsurların hâkimiyetine sokarak “Devletsiz bölge” diğer tabirle “Kurtarılmış bölge” sayısının arttırılması istenmekte.
Devletin yok sayıldığı, illegal yapılanmaların makul görüldüğü ve terör örgütlerine hak verildiği bu gettolaşan yapılar, iç güvenliğimiz ve asayiş yapılanmamız için çok ciddi bir durum teşkil ediyor.
Toparlayacak olursak; güvenlik zaafları, toplumsal kutuplaşma, gençlerin radikalleşmesi ve şehir içinde “devlet dışı alanlar” oluşturulması gibi ciddi risklerle karşı karşıyayız. Bu duruma ciddi manada tedbir alınmadığı takdirde, toplumsal kaosun kaçınılmaz olduğu ortada.
İşte bu sebeple; Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığının ve Asayiş Daire Başkanlığının “gettolaşan terör” ile ilgili özel bir çalışma yapması gerekir.
Şahsen bir hukukçu olarak bu çalışmalara katkılar sunmak ve gençlerimizi bu bataklığın içinden kurtarmak isterim.
Birkaç önerimle devam edeceğim. Gettolaşan terörün önüne geçebilecek tek şey şehirlerin kimliğinin korunmasıdır.
Nasıl mı?
Her şehrin kendine has yapısı ve kültürü vardır. Bu yapının korunabilmesi için düzenli göçün kontrol edilmesi ve göç neticesinde meydana gelen yerleşke uyum sürecinin devlet tarafından ciddi bir şekilde takip edilmesi gerekir. Aksi takdirde başıboş göç, şehirlerin kimliğiyle birlikte güvenlik sosyolojisini de değiştirmektedir.
Mesela nüfus dairelerine bu konuda özel takip birimleri kurularak, göç alan mahallelerinin emniyetle birlikte sosyolojik ve psikolojik takipleri yapılabilir.
Suç oranının arttığı ve asayişin sağlanamadığı yerlerde yaptırımların daha da arttırılması hatta bu olayların yaşandığı yerlerde, devletin kontrolüyle birlikte düzenli göç stratejilerinin uygulanmasıyla bu durum kontrol altına alınabilir.
Daha çok örnek sıralayabilirim.
Biraz gaddar bir fikir olarak değerlendirip “İnsanların seyahat ve yaşam hakkına karışamazsınız.” diyenler elbette olacaktır. Fakat durum tahmin ettiğinizden de ciddi.
Pazara, çarşıya, sergiye, fuara, sahile kısacası toplumsal faaliyetlerin yapıldığı çoğu yere giderken artık tedirginiz, korkuyoruz, kendimizi korumak zorunda kalıyoruz ya da bu alanlara gitmeyerek kendi seyahat ve yaşam hakkımızı kısıtlamak zorunda kalıyoruz.
Bu durum normal mi sizce?
Gettolaşan bu yapılar, Anayasal haklarımıza da saldırmış olmuyor mu?
Bir de bu açıdan düşünelim derim.
Bu konunun devamını getireceğim, şimdilik kelamıma son veriyorum, saygılarımla…
1 Yorum