Yükleniyor...
Ablam Ustam Emine Işınsu, 05.05.2021 tarihinde aramızdan ayrılınca, onu tanıtan kitabımın 2. baskısının yapılması gerektiğini düşündüm. 1. Baskı 2006 yılında Hikmet Neşriyat tarafından yapılmış ve tükenmişti. Hazırlığa başladım. Önsözü yeniden düzenledim. İlk baskıda önsöz içinde kısaca yer verdiğim hayatını, eserlerini, aldığı ödülleri daha geniş bir şekilde, ayrı bir bölüm şeklinde yazdım. Bu bölüm, önsözün hemen arkasındaki sayfalarda yer aldı. Son sayfalara, uğurlanışını ve ardından yazdığım iki yazıyı ekledim. İkinci baskı, Avrasya Yazarlar Birliğinin bünyesindeki Bengü Yayıncılık tarafından Haziran 2021’in ilk günlerinde yayımlandı.
2. baskıda, eserleri bölümünü; “Atlı Karınca, önce senaryo tarzında yazılmış ve Yönetmen Osman Sınav tarafından TRT’ye televizyon dizisi olarak çekilmiştir. TRT, ‘aydınlarla alay ediliyor’ gerekçesiyle yasaklayınca roman tarzında yayımlanmıştır.” cümleleriyle bağlarken, o an zihnimde düşünceler belirdi. Atlıkarınca’nın roman tarzında yayımlanma tarihine göz attım, 1990 idi. Filmin çekimi bu tarihten önce yapıldığına ve 2021’i de yaşamakta olduğumuza göre Atlıkarınca, hâlâ yasaklıydı. 30 yıl geçmesine rağmen!… Ağır bir suç işleyerek müebbet hapis cezası alanlar bile 30 yıla varmadan hürriyetine kavuşuyordu. Uyduruk bir sebeple bir televizyon dizisinin mahkûmiyetinin sürmesi bana saçma geldi. Ablam-Ustam Emine Işınsu, Atlıkarınca’ya verilen mahkûmiyetin üzüntüsünü ömrü boyunca yaşamış, o üzüntüyle gözlerini yummuştu. Bu yasağın kalkmasını teklif eden bir yazı hazırlamalıydım. Yazıdan önce, başlığı, bir tepki cümlesi şeklinde oluştu: “Her Aydın Ziyalı mı?”
Oysa, ablam Ustam Emine Işınsu, 12 Mayıs 1990’da, eşi Prof. Dr. İskender Öksüz ile birlikte, Denizli Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğünün davetlisi olarak edebiyat sohbetleri programında konuşmak için Denizli’ye geldiğinde; “Senaryosunu yazdığım Atlıkarınca adlı eserim, TRT tarafından dizi film olarak çekildi. Birkaç ay içinde yayına girecek.” müjdesini vermişti. Aylarca, merakla bekledim, ekranlara getirilmedi. 1990’ın son aylarında postacı Atlıkarınca’yı elime bir kitap olarak tutuşturdu. Ablam, imzalamış ve göndermişti. Tabii sevindim. Okudum. YÖK Başkanlığı seçimince yarışan üniversite hocalarının ve roman kahramanlarından biri olan ressam Nurgün’ün çevresindeki sanatçıların düşünce ve davranışları eleştiriliyordu. Kitabı okuyunca, ablamın senaryosunu yazdığı dizi filmin konusunu da öğrendim.
Ancak çekimleri yapılmış dizi film niçin ekrana getirilmiyordu? Merak içindeydim. Merakım, ablamın, 1991 Ocak tarihli Türk Edebiyatı dergisinde, “Atlıkarınca Üzerine” başlıklı yazısını okuyuncaya kadar devam etti. Dizi film gecikerek de olsa ekranlara gelmeyecek hatta hiç yayımlanmayacaktı! Ablam, şöyle diyordu:
“…Arabistan’da altı yıl, bir üniversite kampüsü içinde yaşadım, mekân olarak üniversite çevresini seçtim. Karakterlerim doğdu, yaşamaya başladı, maceralar geçirdiler. Kanaatimce iyi bir senaryo oldu. TRT’de bin bir denetimden geçtikten sonra filme çekildi. Maalesef oyuncular pek başarılı değildi, seslendirme ise berbat yapıldı. TRT sırf bu sebeplerden ötürü, oynatmayı reddetseydi saygı duyardım. Fakat böyle gösterilmedi. Üniversite hocalarını küçük düşürdüğüm öne sürüldü. Atlıkarınca’da yalnızca bir kısım üniversite hocaları değil, sanatçıların bir bölüğü de eleştirilmişti çünkü konu şu veya bu meslek kurumundan ziyade bir yarı aydın meselesiydi… Kitaptaki YÖK, senaryoda YÖK olarak değil, EK, hayali bir eğitim kurumu olarak geçiyordu. Özal, vs. gibi şahıslar da adınca zikredilmemişti. Senaryo, romandan daha çok belirsizdi. Yani alınacak kimse yoktu. TRT’nin alınacağı tuttu, diziyi oynatmadı.”
Atlıkarınca’yı okuduğumu belirtmiştim. Ablamın, 1991 Ocak tarihli Türk Edebiyatı dergisinde yer alan “Atlıkarınca Üzerine” başlıklı yazısından da dizi filmin ekrana getirilmeme sebebini öğrenmiştim. Sıra, -diğer kitaplarını okuyunca yaptığım gibi- bu roman hakkında da tanıtım yazısı hazırlamaya gelmişti. Kara mizah tarzında, “Suçlusun Emine Işınsu!” başlığı altında bir yazı ortaya çıktı ve Mart 1992 tarihli Türk Edebiyatı dergisinde yer aldı.
Yaklaşık otuz yıl sonra, “Her Aydın Ziyalı mı?” başlıklı yazıyı hazırlamaya karar verince kendimce bir plân yaptım: Önce “Suçlusun Emine Işınsu!” başlıklı yazımı baştan sona okumalıydım. Sonra, bu yasaklamaya karşı dergi ve gazetelerde neler yazıldığını araştırmalıydım. Bunun için de, ablam, ustam Emine Işınsu’nun ardından Ihlamur Yayınları arasında 2020 Ekim’inde yayımlanan “Emine Işınsu Armağanı” adlı esere başvurmalıydım. Çünkü bu kitapta, ablamın eserleri ile ilgili 130 yazarın yazarı yer almıştı, hacimli bir kaynaktı. Sonra tekrar, 30 yıl sonra Atlıkarınca romanını bir daha okuyacaktım.
Yaptığım plâna uyarak önce Atlıkarınca romanını tanıttığım yazıyı okudum. Neler söylemişim, neler… İşte birkaçı:
“Atlıkarınca dizi filminin ekrana gelmeyişinin tek sebebi sizsiniz, suçlu sizsiniz!” diye başlamışım. “Eserlerinizdeki üniversite hocası karakterleri, bizim üniversite hocalarımızın gerçek yüzlerini tanıtmıyor, anlatamıyor, çok eksik kalıyor, çok!” demiş ve “Bizim hocaların ilim zihniyeti, dünyanın bütün devletlerinde parmakla gösterilmiyor mu? Yabancı profesörler üniversitelerimizin buluşlarını, tekliflerini, yapısını, çalışmasını biraz imrenerek, çokça da fesatlanarak takip etmiyorlar mı? Doçentlerimizin derslerini bir öğrenci gibi takip etmek için sıraya giren nice gâvur profesörü ters yüz ederek geri çevirdiğimizi basından hiç okumadınız mı?” diye sormuşum. Şöyle devam etmiş ve eklemişim: “Profesör Zeki Bey’i, ‘Halkın geçmişinde yatan Greko-Romen kültürünü ona benimsetebilseydik.’ diye konuşturuyor sonra da bu yüksek kültür anlayışı ile dalga geçiyorsunuz. O medeniyet, Türk kalmak, Müslüman olmakla kavranabilir mi? Yaşanabilir mi? Aydınımızla, yazarımızla, çizerimizle, basınımızla ilerlememizin, evrenselleşmemizin önünde bir set gibi duran Türk ve İslâm kavramları ile bu kavramlara uygun yaşayışın yok edilmesi için uğraşmıyor muyuz? Siz Emine Işınsu gibileri önümüze çıkmasanız, bu engelleri bir an önce yıkıp çağı bir an önce yakalayacağız. Bir de uyanıklık yapıp TV ekranında çağ dışı görüşlerinizi getirmeye kalkışıyorsunuz.”
Ablam Ustam Emine Işınsu’yu, aydın kesimi temsil eden sanatçılarla ilgili görüşleri hakkında da suçlamışım: “Suçlarınızdan bir tanesi de bir kısım yazar-çizer taifesini “ti” ye almanızdır. Alaycı bir üslûpla, küçültmeye çalışmışsınız. Olmamış… Sanatçılar varıp toprak mı belleyecek, bağ mı budayacak, torna tezgâhında mı çalışacak, çekiç mi sallayacak? Elbette eser vermek için düşünmek, düşünebilmek için biraz da kafayı bulmak gerekir, aksi halde ilham gelmez, şiirler kurulamaz, yazılar yazılamaz. Ülkenin ele alınacak hiç konusu kalmadı da mı yazar-çizer taifesinin bir bölüğünü hicvettiniz? Siz kendi işinize bakın efendim. Türkiye dışındaki Türkleri anlatan kitaplar yazın, hamasî duyguları işleyin. Öyle sosyal içerikli romanlar yazmak sizin neyinize?” dedikten ve daha pek çok konuda yazdıklarını da sıraladıktan ve bütün bunların Atlıkarınca dizi filminin ekrana getirilmeme sebebi olduğunu söyledikten sonra demişim ki: “Romanınızda ayağı yere basan iki-üç karakterden birisi Galip Amca, onun da ülkücü olduğunu ima ediyorsunuz. Türkeş’in adını ortaya sürüyorsunuz. Elbette yapamıyorsunuz. TRT’nin yöneticileri o liderin adını ekrana, sizin eseriniz içinde getirsinler de fırça mı yesinler, koltuklarından mı olsunlar?” Ve son olarak şu cümleleri yazmışım: “TRT’nin genel müdürü, sayın hemşehrim ne iyi etmiş de ekrana çıkarmamış Atlıkarınca’yı… Bize Dallas, Altın Kızlar, Yalan Rüzgârı, Manuella gibi dizi filmler yetip de artıyor ve bir koca günün yorgunluğundan sonra bizi dinlendiriyor. Bizim, atlıkarıncamızda rahatımız iyi, rahatsız edilmek istemiyoruz.”
Plânıma göre ikinci işim, Emine Işınsu Armağanı adlı kitaptan Atlıkarınca dizi filminin yasaklanmasına karşı kaleme alınan yazılar varsa onları bulmak, neler yazıldığını öğrenmekti. Büyük bir titizlikle, nice dergi ve gazete taranarak hazırlanan bu eserde, bu konuyu işleyen tek yazı yoktu. Ancak iki yazıda, birkaç satır bulabildim:
*1990 yılında yayımlanan Millî Kültür dergisinde yer alan, Burhan Özbilici’nin yaptığı röportajda, Küçük Dünya adlı romandan ekrana uyarlanan dizi filmle ilgili konuşuluyor. Emine Işınsu, Küçük Dünya, tatmin edici bir seviyeye ulaşmadı, görüşündedir. “Televizyona yeni bir şey yapmak ister miydiniz?” sorusuna “Hayır!” diyor. “Yeni bir şey yapmak istemiyorum. Halen iki senaryom elde, bir tanesinin çekimi başlamak üzere, diğerinin akıbeti meçhul!” Burhan Özbilici, “Emine Işınsu’nun yeni bir hayal kırıklığının hazırlığında olduğunu görüyoruz.” notunu düşer. 1990 yılı içinde yaşanan hayal kırıklığı Atlıkarınca dizi filmi ile ilgilidir. (Emine Işınsu Armağanı, s. 451)
*Eylül-Ekim 2009 tarihli Edebdağ dergisinin 6. sayısında, Kudret Ayşe Yılmaz’ın yaptığı mülakatta, “Peki, Atlıkarınca TRT’de –aydınlara hakaret içerdiği için gösterimden kaldırılınca neler hissettiniz?” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Aslında gösterimden kaldırılmadı, sadece gösterimi ertelendi. Tepkimi çok da net hatırlamıyorum ama üzülmüşümdür herhâlde.” (Emine Işınsu Armağanı, s. 463) Ablamın, “ertelendi” demesinden, eserin ekrana getirilmesi konusunda içinde az da olsa bir umut taşıdığı görüşüne vardım.
Burada ifade etmek isterim ki Atlıkarınca dizi filminin yasaklanmasını konu edinmiş iki yazı mevcuttur:
1-Ablamın, Ocak 1991 tarihli Türk Edebiyatı dergisinde yayımlanan, “Atlıkarınca Üzerine” başlıklı yazısı
2-Benim, Mart 1992 tarihli Türk Edebiyatı dergisinde yer alan “Suçlusun Emine Işınsu!” başlıklı yazım.
Planıma göre, bu yazıyı hazırlayabilmem için, Atlıkarınca’yı bir daha okumam gerekiyordu. Otuz yıl sonra bir daha okuyunca gördüm ki yasaklamaya asıl sebep, kitapta, Galip adlı kahramanın (yani Galip Erdem’in) konuşmalarında, Türk Milliyetçiliğinin öne çıkarılmasıydı. Onun; “Tâ Tanzimat hattâ daha öncelerinden beri yetiştirip durduğumuz inanılmaz, başı kumda bir aydın tipidir.” ve “…ne Göktürk’ü bilmem efendim, ne Selçuklu ve ne de Osmanlı’yı görebiliyorlar, boşluktalar. Şuur altında kendilerini köksüz, bir çeşit soysuz hissettiklerinden ötürü, Akdeniz-Anadolu kültüründen atalar bulmaya çalışıyorlar.” diye konuşturulmasıydı. Alparslan Türkeş’e işaret edilmesiydi. Kitaba bütün olarak baktığımızda Galip Erdem’in konuşmaları çok az yer işgal etse de okuyucunun zihninde net ve anlaşılır iz bırakıyor. Atlıkarınca’nın dizi filmine ekran yasağı getirilmesinin asıl sebebi budur.
Ablam Ustam Emine Işınsu, ilk hikâyelerimden biri olan Girdap’ı, “baştan başa nutuk, kör gözü gördürecek propaganda” diye tenkit etmiş ve tavsiyelerde bulunmuştu. Ustam, bir edebî eserde, mesajın nasıl verileceğini, Atlıkarınca’da, Galip Erdem’in konuşma ve davranışlarına ufak ufak yer vererek ve sindirerek göstermiştir.
Emine Işınsu’ya yaşatılan üzüntü yalnız bu yasaklama değildir. Bir Yürek Satıldı’nın gala gecesi de bir sebep bile gösterilmeden iptal edilmiştir. 12 Eylül 1960 ihtilali sonrasında Sancı adlı romanı yasaklanmış ve toplatılmıştır. Emine Işınsu’yu, eserlerini ve sevenlerini üzen “yok farz etme” anlayışı, 5-6 Mayıs 2021’de, TRT tarafından yine uygulanmıştır. Aynı gün Hakk’ın rahmetine kavuşan üç kitap sahibi bir yazarın vefat haberi verilir ve teletekste yer alırken, aynı tarihte Mevla’sına kavuşan onlarca eserin sahibi, Türk milleti âşığı Emine Işınsu’nun ölüm haberi halkımıza duyurulmamıştır.
Yetkililerin sık sık ifadelerinde yer bulan, “beka sorunu yaşadığımız” görüşünü kabullenmeyen kişi yoktur. Bol kılıçlı tarihî dizi film çekimleri yapılarak ekranlara taşınması bu sorunu aşabilmek için gerekli görülmüş olmalıdır. Beka sorununu aşmak için tarih bilgi ve şuuru verecek filmlerin yanı sıra nasıl bir insan yetiştirmek gerektiği üzerine yazılmış eserler de ekrana taşınmalıdır. Atlıkarınca işte bu fikir özünde yazılmış bir eserdir. Ümidim yok amma yine de Atlıkarınca dizi filmine konulan ve 30 yıldır devam eden yasağın kaldırılması gerekiyor. Bu yasak, Türk milletinin, Atatürk’ün önderliğinde yoktan var ettiği Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmıyor. Sonra… Emine Işınsu’nun eserlerinden; Azap Topraklarının da dizi film yapılması, Mavi Vatan’ımızı gasp etmeye çalışan Yunanistan’a bir şamar olacaktır. Çiçekler Büyür dizi film şeklinde ekranlara getirilirse, Bulgaristan’daki kardeşlerimizin yanında olduğumuzu gösteririz. Tutsak’ın filmi çekilirse, Misakı Millî sınırları içinde olan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları dışında kalan Kerkük ve çevresindeki Türkmen kardeşlerimizi sevindiririz. Ömrünü Türk milletinin yaşaması yolunda edebî eserler vererek geçirmiş Emine Işınsu Öksüz’ün de ruhunu şad ederiz.
Atlıkarınca dizi filmi üzerindeki yasak – devlet kesesinden milyonlarca lira sarf edilmiş ve onca emek verilmiş olmasına rağmen- otuz yıldır kaldırılmadığına göre, bugün de yetkililer, “aydınlarla alay ediliyor” görüşünde olmalılar diye düşünüyorum. Aksi hâlde diziyi ekranda seyrederdik. Dilimin ucuna, bahane bir sebep olduğunu bilsem de, -bu konu da beka sorununu aşmada önemli olduğu için- “Her aydın ziyalı mı?” sorusu geliyor. Sonra bir soru daha: Atlıkarınca dizi filmi, acaba, TRT arşivinde hâlâ mevcut mudur?
Yazımın son satırlarında, iğneyi Türk milliyetçilerine batırmaktan yanayım. Bilirsiniz… Nasreddin Hocanın, meşhur fıkralarından birinde, eşeği çalınır. Komşuları, tedbir almadığı için hep onu suçlar. Hoca da “Hırsızın hiç mi suçu yok?” diye karşılık verir. Ben de hoca misali, “Ey Türk Milliyetçileri!” diyor ve soruyorum:
-Atlıkarınca dizi filmine konan yasak karşısında niçin sessiz kaldık?
-Bu konu, otuz yıl geçmesine rağmen, niçin 1991 yılının ocak ve mart aylarında Türk Edebiyatı dergisinde yer alan iki yazılık tepkiyle kaldı?
-Tepkimizi, dergi ve gazetelerde yazılar yazarak; konferanslarda, panellerde, sempozyumlarda konuşarak niçin gündeme getirmedik?
-Televizyonumuz yoktu, yok, tamam… Atlıkarınca’yı bir tiyatro eseri şekline dönüştürerek, şehir şehir, ilçe ilçe halkımıza ulaştıramaz mıydık?
-Türk Milliyetçilerinin hiç mi suçu yok?[1]
[1] Bu yazı, Ekim-Kasım- Aralık 2021 tarihli Edebice dergisinin Emine Işınsu Özel Sayısı olarak hazırlanan 28. sayısında yayımlanmıştır.
2 Yorum