Yükleniyor...
19.08.2011
Bu satırların yazarını takip edenler, daha açılım süreci başlamadan ve “açılım” adı konmadan önce Türkiye’nin mutlaka demokratikleşmesi gerektiğini her defasında dile getirdiğimi bilirler.
Dahası, kamuoyunda çok tartışılan ve muhalefetin iktidarı en çok vurduğu Habur karşılamasında bile yanlışlık olmadığını savunup durdum. Habur karşılamasının doğru olduğunu söylerken gerekçem şu idi.
Bu adamlar eline silah alıp eşkıyalığa soyunduklarındaki iddiaları ne idi?
“Biz bu devlete isyan ediyoruz”, “Biz bu devleti tanımıyoruz”, “Biz bu ülkeyi böleceğiz” bunu söylüyorlardı.
Dağdan inmekle ne yapıyorlar?
Dilleri söylemese de hal lisanları ile söyledikleri şunlardı. “Biz silahı bırakıyoruz”, “Biz isyanı sonlandırdık”, “Biz bölücülük iddialarımızdan vazgeçtik”
Tıpış tıpış geliyorlarsa, bırakın kendilerini tatmin edecek bir takım şeyler de yapsınlar diyordum.
Açılım konusunda bu kadar iddialı ve kimilerine göre “uç noktada” bulunan biri olarak şunu söylüyorum.
Türkiye’de birileri (bunların kimler ve hangi çevreler olduğunu tartışmak bu yazının konusu değil) barışı değil savaşı seçti. BDP’liler de söylem ve eylemleriyle bu yolda mihmandarlık yaptı. Hükümet ise maalesef, bu çarkı kırmayı başaracak politikalar geliştiremedi. (Bunun gerekçelerini tartışmak da bu yazının konusu değil)
Terör örgütünün pervasızlıkları ülkeyi başka bir noktaya sürükledi. Hükümetin, samimiyetle bunca yıldan bu yana yapılan haksızlıkları giderme yolunda atmak istediği cesur adımları, acziyetten ve örgütün ataklarından korktuğundan dolayı yaptığını sandı.
Sadece öyle sanmakla kalmadı, kamuoyunu ve dünyayı da buna inandırmaya kalkıştı. Son dönemdeki pervasızlıkları da, “Ben Türkiye Cumhuriyeti’ni istediğim noktaya sürüklerim. Bütün kontrol bende” cür’etinin eseri idi.
Şimdi gelinen nokta çok farklı.
Burada yapılması gereken tek şey, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu oyunu kırması. Bunun yolu da eli silahlı teröristlerin elinden silahı almak nasıl mümkünse onu yapmaktan ibaret.
Dağa çıkan terörist, TC askerini avlamaya gittiğini değil, ölmeye gittiğini bilip öyle gidecek. Ölmeye bildiğini giderek dağa çıkanlara da bildikleri şey yaşatılmış olacak.
Burada Türkiye Cumhuriyeti’ni ve onun dümeninde bulunan iktidarı bekleyen en büyük tehlike, bugüne kadar yapılanları tekrarlamak olacak.
Yıllar boyu terörle mücadele yapılmadı, “yapılıyormuş gibi” yapıldı.
Bir kere rakibini ya da düşmanını küçük görerek onu alt edemezsin. TC’nin artık “üç – beş çapulcu” ile karşı karıya olmadığını bilmesinin zamanı çoktaaaan geçti.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni hiçbir güç yıkamaz” martavallarını bir kenara bırakmak gerek. Zaten bana kalırsa yıkmak amacı da bulunmuyor. Sadece kendine gelmesini engellemek.
TC’nin karşınızda bildiğiniz bir silahlı kuvvetler var. Bu silahlı kuvvetlerin TSK’dan tek farkı kullandığı yöntemden ibaret
Onun dışında her şeyi tıpkı TSK gibi. Eğer böyle görülmez ve ona göre hareket edilmezse sonuç yine hüsran olur. Türkiye Cumhuriyeti bütün gücü ile bu belayı defetmeli. Bir uçak yarım güç vererek pistten havalanamaz. Türkiye, askeri ile iktidarı ve muhalefeti ile bu belayı mutlaka defetmeli.
Eğer kamuoyundaki izlenim bir iki hafta sonra, “Gittiler dağı taşı bombalayıp geldiler” şeklinde bir algı olursa çok açık ve net söylüyorum.
Bir: Türkiye bu kez dizginleri terör örgütüne her şeyi ile teslim olmuş olur.
İki: Ülkeyi en az 10 yıl geriye götürecek süreci başlatmış olacak.
Terör örgütünün silahlı gücü mutlaka ve mutlaka kırılmalı. Açılım süreci ancak, kamuoyundaki algının bu noktaya taşınmasından sonra yeniden ele alınabilir. O noktaya gelindikten sonra da açılım, bütün alanlarda çok hızlı bir şekilde hayata geçirilmeli.
Eğer terör konusunda yürütülen çalışmalar bu noktaya taşınmadan açılım sürecine dönülürse, kamuoyundaki algı, “PKK dayattı istediğini aldı” olacaktır.
Ünal TANIK / Rotahaber
unaltanik@gmail.com
http://twitter.com/tanikunal
http://www.rotahaber.com/simdi-acilimin-zamani-degil_197747.html