Yükleniyor...
Ülkemize füzelerin konuşlandırılması, Suriye ve İran’a karşı üslerimizin kullanılması 10 yılların hesabıydı. Uygulamaya koyma günü geldiğinde Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun kararı bildiği, Başbakan Erdoğan’ın ise haberinin olmadığı ortaya çıktı.
Başbakan Erdoğan Balyoz davasında tutuklananlardan özellikle birisi için isyan etmişti. O kişi NATO Uluslararası Askeri Karargâh Lojistik ve Kaynaklar Başkan Yardımcısı, aynı zamanda Türkiye’nin NATO tarihinde ilk kez elde ettiği Savunma Direktörlüğü’nü üstlenen Tuğgeneral Hakan Akkoç’tu. Seçimle iş başına gelen tek Türk subayıydı. Üstelik AKP iktidarı döneminde henüz 2 yıl önce Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanı imzalı üçlü kararname ile Brüksel’e gönderilmişti. Hakkında Şubat 2011’de yakalama kararı çıktı, Mart 2011’de geldi ve “Balyoz” semineri sırasında yurtdışında olduğunu ispatladığı halde anında tutuklandı.
Akkoç’un tutuklanmasının ardından Türkiye NATO’daki en kritik koltuğu kaybetti, yerine NATO tarafından atama yapıldı.
Başbakan Erdoğan, Akkoç’un tutuklanmasını eleştirirken, “NATO’da görev yapan, yurtdışında görev yapan personellerimizden bu süreç içerisinde olanlar, çağrılmışlardır ailelerini bırakmak suretiyle gelmişler ve tutuklanmışlardır. Bu bir inceliktir. Öyleyse tutuksuz yargılarsınız” dedi. Ancak bırakın tutuksuz yargılanmasını, Erdoğan’ın bu sözlerinden 1 ay sonra Akkoç 16 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
NATO’nun Hakan Akkoç’un tutuklanmasına sessiz kalması… Başbakan Erdoğan’ın NATO’daki hazırlıklardan habersiz olduğunun ortaya çıkması… Bunlar normal ve olağan şeyler midir?
Patriotlarla emperyalizme kolumuzu kaptırdık, gövdemizi kurtaramayacağımız ise şimdiden anlaşıldı. Lâkin NATO’da acaba neler döndü ve dönmeye devam ediyor? TSK’nın NATO’daki temsilcileri bu işlere ne diyor ya da TSK’nın NATO’da temsilcisi kaldı mı? Birileri, TSK’nın orada olanları görmesini, duymasını istememiş olabilir mi?
Şunu biliyoruz; AKP iktidarı, “çuval”dan sonra Türk dış politikasını değiştirdi. TSK’yı dışlayıp, tüm yetkileri Dışişleri Bakanlığı’nda topladı. Acaba sıra TSK’nın, NATO’nun karar mekanizmalarından da dışlanmasına mı gelmişti?
Evet, “Ergenekon” davalarında amacın “TSK’daki ABD ve NATO karşıtlarının temizlenmesi” olduğunu yandaş kalemler dahi itiraf etti, ama bunun ötesinde birşeyler olmalı!..
Galiba o “şey”in adı, daimi 1 Mart tezkeresi sendromu!..
Hatırlayalım; Irak’ın işgâlini öngören 1 Mart tezkeresi protokolünde TSK temsilcileri, ABD’lilere kan kusturdu, itiraz ve çekinceleriyle tezkereyi adeta kadük hale getirdi. O şartlarda tezkerenin çıkmasının neredeyse ABD açısından bir anlamı kalmadı. Ki, tezkere karşıtlarının başını da dönemin Dışişleri Bakanı Gül ile TBMM Başkanı Arınç çekti.
Kendinizi ABD’nin yerine koyun; Bölgede Irak’tan ibaret olmayan daha büyük plan ve projeleriniz var. Merkez üssünüz de Türkiye. Bir daha böyle protokol ve tezkerelerle uğraşır mısınız?
Uğraşmama kararı alındı ki, Olası itirazlarına karşı veya orada olanlara tanıklık etmemeleri için TSK temsilcileri NATO’dan bir şekilde dışlandı… Küresel Haçlı Ordusu NATO üzerinden emperyalizmin Türkiye’ye tam yerleşimi sağlandı… Keza protokol, tezkere gibi “fuzuli” işler, Meclis gibi engeller ortadan kaldırıldı.
-CIA’cı Abromowitz’in 10 Yıl Hesabı-
Senaryo mu yazıyorum? Hayır. AKP’nin fikir babalarından CIA’cı, Körfez Savaşı döneminin Türkiye Büyükelçisi Morton Abromowitz’in 2000 yılında söylediklerini alt alta koyuyorum.
“ABD Körfez Savaşı esnasında Türkiye’den üç istekte bulundu. En önemli istek üstleri kullanma izni verilmesi idi. O zaman bu konu Türkiye’de belki de en çok tartışılan mesele idi. Türkiye’de pek çok kişi hangi şart altında olursa olsun Irak’a karşı savaşa girilmesine karşıydı.”
“Özal zorunlu olmadıkça Türkiye’deki siyasal tepkileri üzerine çekmek istemiyordu. Daha da önemlisi, eğer ABD’nin üsleri kullanması için Meclis’in onayını önceden almaya çalışırsa ve ABD Irak’la savaşmazsa, Özal muazzam bir siyasal sermayeyi boşa harcamış olacaktı.”
“Türkiye müttefik hava operasyonundan pek hoşlanmadı, çünkü Irak’tan bağımsız yönetilen bir Kürt bölgesinin hemen yanı başında ortaya çıktığını görmek istemiyordu. ABD, tartışmalı hava operasyonunun yılda iki defa TBMM’de süresi uzatılmak üzere görüşüdüğü zamanlarda çetin bir diplomatik çaba harcamak zorunda kaldı.”
“İsteklerden biri Suudi Arabistan’da toplanan müttefiklere bir Türk taburunun da katılmasıydı. Özal bu konuda da ABD isteğini kabul etmeye hazırdı, fakat Türk Genelkurmayı’nın şiddetli muhalefeti ile karşılaştı. Sonuçta reddetti. Anlaşıldığı kadarıyla Özal bu konuda Genelkurmay ile yüzleşmenin siyasi bir çılgınlık olacağını düşündü.”
“Körfez savaşı ve Saddam’a karşı devam eden askeri harekat, Washington’a, 2. Dünya Savaşından bu yana var olan Türkiye hakkındaki resmi yaklaşımın ana hatlarıyla tekrar kabulüne yol açtı; Türk üslerinin Orta Doğu’ya yönelik operasyonlarda kullanılmasını da içeren Türkiye’nin siyasal ve stratejik önemi.”
Abromowitz 2000 yılında şu öngörüde de bulundu:
“Gelecek 10 yılda Türkiye’nin güney ve doğudaki üç komşusunun da –İran, Irak ve Suriye- muhtemelen köklü biçimde değişmesi beklenebilir. Askeri işbirliği her iki ülkedeki yöneticilerin düşünüş tarzını etkileyen başlıca unsur olmayı sürdürecek ve Türkiye dostça davranmayan komşularının eline kitle imha silahları geçmesi ihtimaline karşı koymak için ABD’ye ihtiyaç hissedecektir.”
İşte 10 yıl sonra huzurlarınızda ABD açısından dikensiz gül bahçesine dönüşmüş bir ülke… Her iki ülke yöneticileri de özellikle “askeri işbirliğini” bu yeni düzene uydurmak için epey çaba sarfetti… Türkiye’nin görmek istemediği “Kürdistan” kuruldu… Irak ve Suriye’de köklü değişiklikler oldu, İran’a ramak kaldı… Kitle imha silahları senaryosu gündemde… Ve Türkiye NATO görünümlü ABD’ye muhtaç kaldı… Hem de Başbakan Erdoğan’a, “Türkiye NATO toprağıdır” dedirtecek seviyede bir muhtaçlık!…
Silivri, Hasdal, Hadımköy ve Maltepe’ye kucak dolusu sevgiler…