Yükleniyor...
Dünyanın en güzide ülkelerinden birinde yaşıyoruz. Bunun için bizim ülkemizin her şeyi güzidedir, muhteremdir. Hattâ teröristi ve onunla sohbet etmeye giden gazetecisi bile…
Akşam Gazetesi’nden-yine-güzide bir hanımefendi, Tuğçe Tatari, Türk Habercilik Tarihi’nin en büyük başarılarından birine imzâ atmışlar. Türkiye Habercilik Tarihi mi demeliyim yoksa? Gerçi bu, bu başarıya ilk imzâ atılış değil ama, tarihin tekerrürden ibaret olduğunun sanıldığı ülkemizde, aynı haberi evirip çevirip yapmanın da başarı olduğunu sananlar elbet olacaktır.
Hanımefendi Kandil’e gitmişler. Sonra lütfedip, bize Kandil’den bildirmişler. Şimdi yazıdan birkaç alıntı yapalım, bakalım şu meşhûr-ı cihân Kandil’de neler varmış, kimler yaşarmış, tuvaletini nereye yaparmış:
“Yolda peşmergelerin kontrol noktalarından geçtik. Sarp dağlara, keskin virajları alarak yaklaşırken dağın üzerine kondurulmuş Abdullah Öcalan fotoğrafları ve bayraklar göründü.
Kandil devasa bir yerleşke. Eteklerinde; akademileri, belediye binası, sağlık ocağı, basın büroları, bakkallar ve birçok köyü barındırıyor.”
Kandil devâsâ bir yerleşke imiş. Yani herhâlde Kandil Dağı, bizim askerin sandığı gibi teröristlerin gizlendiği, mağaralarda yaşadığı, askerî operasyonların zor düzenlendiği bir yer değil. Ben bundan onu anlıyorum. Hayâl edin; dağın üzerinde apo fotoğrafları, belki “Daha da mutlu Kürt’üm diyene!” yazıları ve düzmece pekaka bayrakları… Eteklerinde akademileri(buralar üniversite midir, yoksa Türkiye’nin de eskiden, üniversiteleşemeden önce kurduğu küçük akademiler midir, hanımefendi bizleri aydınlatsınlar), belediye binası(acaba kimin denetiminde), basın büroları, köyler… Resmen pekakanın Kuzey Irak’taki başkenti. Ve bizim askerimiz orada terörist bulamıyor. Devam ediyorum:
“Baharla beraber dağın keskin mizacı yemyeşil, papatyalar, gelinciklerle dolu, doğanın yarattığı bir sanat eserine dönüşmüş. Araba dağlara doğru tırmandıkça atmosferin üzerimde yarattığı büyülü etki tarifsiz.”
Bunları okuduktan sonra, Kandil’i pekakanın elinde almak zaruretine bir daha inandım. Hanımefendi, dünyanın en güzel dağlarını tasvir ediyor.
“…o esnada televizyon açık, tartışma programlarında PKK’nın geri çekilme süreci konuşuluyor. Geri çekilmesi söz konusu olan insanlarla oturup ekranlarda konuşanların sözleri, tahminleri ve iddialarını dinlemek ilginç bir deneyim oluyor.”
Hanımefendi merâmını adamakıllı ifâde edememiş. Ben size bunun tercümesini yapıp Türkçesini vereyim: Bok böcekleriyle tuvaletlerin sıhhati hakkında münâkaşa ettik, demeye getiriyor.
“Halepli olduğumu, ön adımın Serfiraz olduğunu öğrenince ‘Sende kesin Kürtlük var’ diyorlar. Serfiraz, Kürtçe zafere ulaşmış kişi anlamına geliyor. Biraz aile köklerine iniyoruz ama Kürtlük bulamıyoruz. Tuğçe adı bir kenara bırakılıyor, heval Serfiraz (arkadaş Serfiraz) oluyorum o andan itibaren.”
Burada hanımefendi yazmamış ama eminim bir mezura çıkmış, kafatası ölçümü de yapılmıştır. Bu işin kuralı budur: Etnik kökenlere kadar iniyorsanız, evinizde bir mezura bulunduracaksınız. Diğer türlüsü abesle iştigâldir. Biz o yolları geçtiğimiz için, bilmeyenlere öğretelim istedim.
Yazının geri kalanında Karayılan kaldıkları yere geliyor, hanımefendi şaşırıyor ve büyük bir kanaat önderiyle, bir siyasî liderle konuşmanın keyfini duya duya, yazısını yarıda bırakıyor. Herhâlde yazının devamı yarın gelecek. Sabırsızlıkla bekliyorum.
***
Hanımefendinin yazısını okursanız sanırsınız ki, Kandil çiçekli böcekli, insanların neşe içinde yaşadığı, çocukların sağlıklı sıhhatli yetiştiği, insanların akademilerde eğitim aldığı, herkesin kendi yiyeceğini kendisinin ürettiği, “önderlerin” bile herkesle eşit derecede olduğu ve kendisini büyük göstermediği, kısacası, uzatmadan söyleyelim, “komünizmin hüküm sürdüğü” ve yeni özgürlük savaşçılarına, gerillalara, Che Guevaralara gebe bir yerdir. Fakat burada, hayâl edilen komünizmden farklı olarak doğa da komünisttir. Kandil öyle mübârek bir yer.
Kandil’de hiç terörist yoktur. Oradakiler sıradan insanlardır. Tek kusurları, tuvaletlerini evlerinin dışında inşâ etmiş olmalarıdır.
Kandil’e giderken kimse sıkıntı yaşamaz. Zaza lakaplı bir herif sizi arabasına alır, iyi ağırlar. Hoş sohbetiyle bir eve götürür, Karayılan’la görüşmenizi sağlar. Size çok iyi davranılır. Türkiye’de moda olduğu üzere üç isimliyseniz ve ön adınız Farsça-onlara göre Kürtçe!-ise o insanlarla akraba bile çıkabilirsiniz.
Hanımefendinin yazısını okuduktan sonra anlıyorum ki, Amerika’nın Irak’a saldırmasının yalnızca iki nedeni olabilir: Ya Amerika buradaki komünist idareyi yıkabilmek için Kandil’e saldırmış ancak kahraman Kandilliler Amerika’yı püskürtmüş veya Amerikalılar, Kandil’in doğal güzelliklerini kıskandıkları için Irak’a askerî harekât düzenlemiş ancak kahraman Kandilliler ol bâbda ve her hâlde emperyalist Amerikalıları yine püskürtmüştür.
Güzel Kandil, sana destânlar düzecektim fakat bir karın ağrısı münasebetiyle kendimi Kenef’te buldum. Kenef ne derseniz, o da Kandil gibi bir dağdır. Yarısı Irak’ın, yarısı Suriye’nin kuzeyinde, herkesin günde birkaç kez ziyaret ettiği muhterem mekânlardan birisidir.
Ve dayanamadım, hanımefendinin mükemmel yazısından sonra kendisine bir elektronik mektup attım. Onu da sizler için buraya alıyorum, umarım hanımefendi beni ciddiye alırlar da cevap vermek zahmetine katlanırlar:
“Sayın TATARİ;
Kandil’i anlattığınız mükemmel yazınızı okudum.
Ben dağları çok severim. Kışları mecburen Ankara’da, okulda geçiriyorum. Fakat okullar tatil edilir edilmez hemen yaylalara koşar, dağlarda kuşlarla böceklerle oyunlar oynar, çiçek kokularını içime çeker, bağlamamla türküler söylerim. En çok sevdiğim de dağlarda aşktır. Onun gibisinin tadına ben babaannemin mantısında bile varamadım.
Sizin anlattığınız dağları ben, bir tek Güneydoğu’da gördüm. Güneydoğu’nun dağları heybetlidir, güzeldir. Fakat, o dağlardan gelen bir gerilladan duymuştum, Kandil başka hiçbir yere benzemezmiş, dünyanın en güzel yeriymiş. Onun için Kandil hep benim içimde kalmış ukdedir, hasretimdir.
Benim için oranın insanları birer tanrı gibidir. Oralarda yaşayanlar, o dağların havasını soluyanlar dünyanın en şanslı insanlarıymış gibi gelir. Ve hep, Kandil’e gitmek isterim.
Sizden ricam: Gerçi ben bir gerilla olarak dağlara gitmek niyetinde değilim, Kürt halkına okumuş, aydın bir insan olarak hizmet edeceğim. Fakat mümkün müdür bir gün o dağları, o tanrılaşmış insanları görmek, onlarla muhabbet etmek? Bunun için aracı olur musunuz? Lütfen…
Sevgi, selâm ve muhabbetle…”