Yükleniyor...
Damga kavramı Türk-Moğol halkları tarafından kullanılmakta olup, damgaların nasıl oluştuğu konu sun da kesin bir hüküm yoktur. Ancak genel olarak, kayalardaki işaretlerin, resimlerin zamanla damgalara dönüştüğü genel kabul görmektedir. Damgalar konusundaki ilk çalışmalar XX. yüzyılın ilk yarısında yapılmaya başlanmıştır. Mesela Akçokraklı’nın çalışması[1] bu konudaki öncü eserlerden olup, Türkiye’de bu konudaki ilk çalışmalar Yalgan tarafından yapmıştır[2]. Pazırık kurganındaki buluntulardan* sonra özellikle damgalar ve onların tarihi kaynakları konusunda yeterli olmasa da Sovyet kaynaklı bazı çalışmaların yapıldığı görülmektedir.
Mesela Orkun ilk baskısı 1941de yapılan eserinde Türk yazısının “fikir belirten işaret” (ideogram, ideografik) anlamına gelen kaya resimlerinden oluştuğunu Y. D. Polivanov’a atfen belirtir[3]. Esin’de “bilhassa ki M.Ö. IV. yüzyıllarından sanılan Esik mezarında, gümüş bir kap içinde, Kök-Türk harflerinin arkaik şekli olduğu sanılan harfler ile yazılmış ve Kazak âlimlerine göre, iki harfi yalnız Türkçede olan bir yazı bulundu. Bu çok önemli buluş, Kök-Türk yazısının Milâddan önce, belki Aristov, N. Orkun ile Kisilev’in sandıkları gibi, damgalardan gelişerek teşekkül ettiğini gösterir”[4] der.
Türk sözlü geleneği izlendiğinde, zamanla onlardan bazılarının kaya resimlerine, kaya resimlerinin bazılarının damgalara, damgalardan bazılarının da yazıya dönüştüğü görülmektedir. Hatta kadim Türk alfabesinin birçok harfi tarihte ve günümüzde karşımıza damga olarak çıkmaktadır. Bu damgalarının bazıları zamanla Türk ailelerinin, boylarının damgası olduğu gibi bazen de çok farklı yerlerde kullanmışlar. Gümümüzde de bazı binaların dış cephelerinde, çiçek saksılarında, otobüs duraklarında, Türk halı-kilimlerinde, mezarlarda, paralarda, etnografya eserinde, hatta tuvalet ve baraj duvarında vb. yerlerde o damgaları görebilmekteyiz[5].
Bu konuda Sümer “Oğuz boylarına ait damgaların Anadolu’da hayvanlara vurulduktan başka halı, kilim motifi olarak kullanıldığını, aşı boyası ile evlerin duvarlarına nazar değmemesi, uğur getirmesi için bazı giyim eş yasına nakşedildiğini ve hatta mezar taşlarına çizildiğini biliyoruz”[6] der. Damgalar, bir dilin alfabeleri ve aynı zamanda ait oldukları sosyal grupların miras bıraktığı ilk anlatılar biçiminde tanımlanabilirler. Bu sebeple damgalar, sosyo-kültürel araştırmalarda başvurulması gereken öncelikli vesikalardır. Çünkü damgalar bir nesneyi ya da nesneleri ifa de etmenin ötesinde, daha çok insanla ilgili soyut dünyayı ifa de eder.
NOT: Devamını PDF dosyasından okuyabilirsiniz.
Dipnotlar:
[1] Osman Akçokraklı, Kırım’da Tatar Tamgaları, İstanbul, 1983 (İlk baskısı, Kırım-Akmescit, 1926).
[2] Ali Rıza Yalgan, Cenupta Türkmen Oymakları, Cilt I-II (Haz. S. Emir), Ankara, 1977 (Bu eserin aslı 5 cilt olup, ilk cildi 1931’de son cildi de 1939 yayımlanmıştır.).
– Ali Rıza Yalgan, Anadolu’da Türk Damgaları, Bursa, 1934.
* Pazırık kurganları 1929 yılında Rus arkeologları S. I. Rudenko ile M. P. Gryaznov tarafından Altaylarda, bulunmuştur. Rudenko 1947-1949 yıllarında dört kurgan daha açınca Pazırık kurganı buluntuları dünyanın ilgisini çekmeye başlamıştır. Bu kurganlarda üzer le – rinde damga olan, at cesedi, mumyalanmış insan, halı, çeşitli at koşum takımları ile çok sayıda araç ve gerek bulunmuştur.
[3] Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara (İlk baskı, 1941), 1987, s. 16.
[4] Emel Esin, İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihine ve İslâma Giriş (Türk Kültürü El-Kitabı, II. Cild I/b’den Ayrı Basım), İstanbul, 1978, s. 23.
[5] Bakınız: www.mustafaaksoy.com
[6] Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara, 1969, s. 206-207.