Yükleniyor...
Suriye’de 2011’de girilen ihvan bataklığında ısrar ve inadından nihayet vazgeçildi. Bütün uyarılara rağmen devam ettirilen değerli yalnızlık politikaları iflas etti. Yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde birçok önemli meseleyle karşı karşıya kaldık. Ancak hiçbirisi PKK açılımı ve Suriye meselesi kadar doğrudan bekamızı tehdit etmemişti.
Kıbrıs’ta savaştık. Soydaşlarımızı bir soykırımdan korumak için garantörlük haklarımızı kullandık. Ege Denizinde küçücük bir kayalık için harbi göze aldık. Vatanın çakıl taşı geleceğe taşınacak emanetti çünkü. Türk Milleti her defasında devletinin arkasında sıradağlar gibi durdu.
Millet tıpkı o zamanki gibi Suriye (sığınmacılar) meselesinde de PKK açılımında da devletinin yanındaydı. Dev yine homurdandı, egemenliğine sahip çıktı. Ve bu ses yöneticileri değişmeye mecbur bıraktı. Homurdanmanın ilki Habur’daki çadır mahkemesi rezaletinde duyulmuştu. Sığınmacılar meselesi de ikinci büyük ses çıkarma oldu. Ve bu duruş, ideolojik projenin sahiplerine fren yaptırdı. On bir yıllık Suriye macerasından dönmeye başladılar. Vazgeçtiler mi? Umarım. Ama pek sanmıyorum. Elbette zaman gösterecek. Ancak bugüne gelene kadar yaşananlar umutları pek de beslemiyor.
ABD’nin “eş başkanlığını verdiği (!)” Büyük Ortadoğu Projesinin ortaklığıyla başlayan macera sadece 21’inci yüzyılın yirmi yılını kaybettirmedi. Kaybolan neredeyse 200 yıl. Kaybolan yılların yanında binlerce şehit verdik. Çok daha fazla gazimiz oldu. Kaybolan nesiller, kaybolan millî servet, zarar gören millî birlik ve devletin itibarı, çok büyük beyin göçü… saymakla bitmez bir bilanço. Ama en önemlisi de nüfus yapımızı tehdit eden on milyonu aşkın sığınmacı ve yabancı kaçak…
Yöneticiler, her aşamada ABD’yle birlikte ve onların çizdiği rotada yürüdü. Her adımda yeni bir yanlışın içine girdiler. Zaten pek düzeltmeye de niyetleri yoktu. Çünkü Türk Milletine sadece ideolojik pencerelerinden bakıyorlardı. O pencereden de Türk görünmüyordu. Gördüklerine de kendileri Türk demiyorlardı.
ABD’yle yakın iş birliği yaptılar. Oğul Bush, Obama, Trump ve Biden… Bağımlılıkları git gide arttı. İş birliği sonucunda önce Irak’ta bir parça devlet yapılanması oluştu. Devam eden ideolojik yolculuk 2011’den sonra yönünü Suriye’ye çevirdi. Bölgeye dünyanın dört bir yanından ciddi sayıda terörist unsur girişi oldu. Bu teröristlerle mücadele de emperyalizmin Suriye’deki varlığına meşruiyet zemini için kullanılacaktı. Bütün bunlar komşunun kuzeydoğusunda terörist bir yapılanmayı getirdi.
Yapılanma için Rakka Operasyonu’yla düğmeye basılmıştı. ABD’yle varılan anlaşma sonucunda, 2016 Mayıs’ında Fırat’ın doğusunda PKK / PYD’nin etnik temizlik yapması sağlanmıştı. ABD korumasındaki bölücü terörist unsurlar Fırat’ın doğusunu ve Fırat geçişlerini kontrol altına aldılar.
Operasyon, dönemin ABD Başkan Yardımcısı, şimdiki Başkan Biden tarafından organize edilmişti. Türkiye’yi yönetenler buna izin verdiler. ABD’nin planı işlemeye devam etti. Bize, 15 Temmuz ihanetini yaşattılar.
Sonrasında Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Bahar Kalkanı (İdlip) ve Barış Pınarı harekâtları yapıldı. Bu sefer de Fırat’ın batısında başka bir yapılanma oluştu.
Barış Pınarı Harekâtı döneminde ABD’den hakaret dolu bir mektup geldiği ortaya çıktı. Türk millî tarihinde böyle bir örnek yaşanmamıştı. Çöpe attıklarını söylediler. Ama ilk ABD seyahatinde mektubun “Başkan’a (Trump) takdim” edildiğini açıkladılar. Harekât ABD ve Rusya’yla imzalanan mutabakatlarla durdu. Ama diplomatik dille yazılmış metinlerde PKK/YPG’li unsurlar terörist olmaktan çıkmışlardı.
Suriye yönetimi 2015 sonuna doğru Rusya’dan yardım istedi. Rusya da artık Akdeniz’deydi. 300 yıllık rüyasını gerçekleştirdi. Artık bir tarafta Amerika’yla rock and roll yapılırken diğer tarafta Rusya ile dans ediliyordu. Bir türlü halay çekmediler. Halay çekmeyi hem bilmiyorlar hem de sevmiyorlardı. Çünkü halay Türk’tü.
Hava sahamızı ihlal eden Rus uçağını düşürüldü. Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı arasındaki “ben düşürdüm” yarışı süreci yönetilemez duruma getirdi. Rusya bunu çok iyi değerlendirdi. Nursultan Nazarbayev araya girdi ve Türkiye’ye nefes aldırdı. Özür dilenmişti. Yine onun gayretleriyle Astana Süreci başladı.
Resmî olarak Türkiye, Rusya ve İran’ın oluşturduğu üçlü masanın gayriresmî ortağı Suriye’ydi. Onu da Rusya temsil ediyordu. Her toplantı sonunda yapılan açıklamada Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğine kuvvetli vurgu yapılıyordu. Ancak ABD’yle yapılan görüşmelerden sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “Münbiç için ABD, Türkiye, Erbil ve Bağdat dörtlü anlaşmaya vardık” demişti. Suriye toprakları için Irak Merkezi Devleti ve Barzanilerin bölgesel yönetimiyle anlaşmaya varılmıştı. Türkiye’de kimse de bu nasıl oluyor diye sormadı.
Rusya zaman zaman devlet benzeri yapılanmalar, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliği üzerine açıklamalar yapıyordu.
27 Şubat 2020’de 34 askerimiz Rus hava saldırısıyla vuruldu. Yardıma giden ambulansları bile hedef aldıkları basında yer aldı. Bir hafta sonra yapılan Moskova ziyaretinde Cumhurbaşkanı iki dakika kadar kapıda bekletildi. ABD’nin mektubundan sonra Rusya da yapacağını yapmıştı.
Son Tahran zirvesinde bir farklılık vardı. Zirveye katıldığı duyulmadı ama Suriye Dışişleri Bakanı Tahran’daydı. Sonuç bildirgesinde daha önceki açıklamalardaki Suriye’nin kuzeydoğusundaki yapılanmalar ifadesi Suriye’nin kuzeyi diye değişmişti. “Gayrimeşru özyönetim teşebbüsleri dâhil olmak üzere, terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına…” Sahada yaptıklarımız da açıklamaya girmişti. Yani kendi kendimize itiraz ediyorduk(!)
Tahran zirvesi 19 Temmuz’da olmuştu. Çok kısa süre sonra, 5 Ağustos’ta Soçi’de Putin’le bir araya gelindi. Ortak açıklamada yine Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği vardı. Ama esas açıklama 18 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna dönüşünde uçakta geldi. Açıklamada Suriye ve bölge devletleriyle yeniden diplomatik ilişki kurulacağına dair cümleler vardı.
Bu proje sürecinin en önemli yöneticilerinden birisi de Ahmet Davutoğlu. 2011 Kasım’ında Dolmabahçe Sarayı’nda Mesut Barzani’yle görüştü Dışişleri bakanıydı. Barzani, Başbakan Erdoğan tarafından da kabul edilmişti. Davutoğlu’nun görüşme sonrasındaki açıklaması her şeyi daha iyi anlatıyordu. “…bölgemizde bütün yapılar yeniden inşa edilirken Türkler ile Kürtler arasındaki bu kardeşliğin inşa edici bir rolü var. Bölgemizde kalıcı bir etki yapacaktır.” Bütün yapılanmalara bu inşa merakı (!) sebep oldu. “Stratejik derinlik” macerası stratejik sığlıkta devam etti ve gemi karaya oturtuldu.
Davutoğlu, her fırsatta bu düşüncelerinde ısrar ettiğini açıklıyor. 13 Ağustos’ta attığı bir tivitte “Rusya, Türkiye’yi Esad rejimini meşrulaştıracak şekilde görüşmeye zorluyor!” diyordu. Esad rejiminin meşruiyeti Türkiye dışında kimse tarafından reddedilmiyor. Türkiye attığı imzalara rağmen bu tavrını da hep devam ettirdi.
Ve en önemlisi de aynı tivitte Davutoğlu, Suriye’de “Hiçbir etnik grubun dışlanmayacağı bir çözüm” diyerek, zımnen de olsa terörist yapılanmasına destek vermekte. Benzer düşüncelerini Türkiye için de dile getiriyor. Hasılı, Türkiye yıllarca yeni Osmanlıcıların elinde rüzgârın önünde havada uçuşan yaprak misali dönüp duruyor.
Bütün hatırlatmalardan sonra nihai sorulara geçebiliriz. Suriye politikasının ve Türkiye siyasetinin restorasyonu, bu yıkımın hâlâ değişmediği görülen sorumlularıyla mı yoksa yeni bir kadroyla mı yapılacaktır? ABD Başkanı ve Dışişleri bakanlarıyla yapılan görüşmelerde tutanak tutulmaması ne anlama gelmektedir? Bu görüşmelerin geleceğe etkisi nasıl olacaktır? Bugüne kadar yaşananların bedelini kim ya da kimler ödeyecektir?
Türk siyasetindeki ittifaklar bu ve benzeri soruların cevaplarına göre kurulmalıdır. Bu kadar fazla ve hayati yanlışlıklarla dolu bagaj, Türkiye’nin istikbâl yolculuğu için çok ama çok büyük yüktür. Hatta ittifak ortaklarının yardımları bile kaldırılmasına yetmez. Siyasi partiler cevaplarını doğru verirlerse Türk Milleti ve tarih bir destan daha yazar. Aksi takdirde kaos büyüyerek devam edecektir.