Yükleniyor...
Müyesser YILDIZ
23 Mart 2018
2010 yılında Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla girilen Kozmik Oda’dan derlenen bilgi ve belgelerin 2013’te “Seferberlik Bölge Başkanlığını lağvettik… Zaten bunların büyük kısmı devlet sırrı niteliğinde değil veya bu niteliğini yitirdi” denilerek, bugün “FETÖ”den tutuklu dönemin Savcısı Mustafa Bilgili, onun üzerinden de firari TÜBİTAK’çıların eline geçmesi olayında flaş bir gelişme yaşandı. Genelkurmay Başkanlığı’nda oluşturulan yeni bir heyet, daha önce yine Genelkurmay heyetlerince hazırlanan “Belgeler devlet sırrı değil” şeklindeki raporları yalanlayarak, “Sözkonusu belgelerin devlet sırrı olduğu ve halen de bu özelliğini koruduğu” sonucuna vardı
Kozmik Oda olayında neler yaşandı, olayın “başkahramanları” neler söyledi, önce bunları özetleyelim:
“FETÖ”den tutuklu eski hâkim Kadir Kayan ve eski savcı Mustafa Bilgili, “Bülent Arınç’a suikast” yapılacağı iddiasıyla Ankara Seferberlik Tetkik Kurulu’nda arama yapmak istediğinde Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’du. Başbuğ ve ekibi, buna karşı çıktı. Ancak daha sonra Başbuğ’un ifadesiyle, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla Kozmik Oda’ya girildi.
1 aya yakın çalışan hâkim ve savcının, dışarıya hiçbir bilgi ve belge çıkarmasına izin verilmedi. Hâkim Kayan, sadece notlar aldı. Burada görevli askerler ile aralarında sık sık tartışma yaşandı. Nihayetinde Hâkim Kayan’ın belirlediği bilgi-belgeler hard diskler içinde bir odaya kondu ve oda mühürlenerek, muhafaza altına alındı.
Lâkin muhafaza altına alınan bu gizli bilgi ve belgelerin 2013’te Genelkurmay Başkanlığı tarafından Savcılığa teslim edildiği Mart 2015’te ortaya çıktı.
Bunun üzerine uzun bir açıklama yapan Genelkurmay Başkanlığı, “Hard diskin savcıya teslim edilme sebebini” şu gerekçelere dayandırdı:
“Mahkeme kararının yerine getirilmesinin yasal bir zorunluluk olması, TSK ve personelini zan altında bırakan soruşturmanın daha fazla sürüncemede bırakılmasının istenmemesi, maddi gerçeğin bir an önce ortaya çıkarılarak, haksız yere suçlanan TSK personelinin uzun süre soruşturma tehdidi altında kalmaktan kurtarılmasının amaçlanması ve TSK aleyhine kamuoyunda oluşturulan olumsuz algının ortadan kaldırılmak istenmesi…”
O açıklamadan iki gün sonra da İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrul Gazi Özkürkçü, medyaya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in şu değerlendirmesini aktardı:
“Bazı gazetelerde yayımlanan kozmik büro evraklarının Sayın Genelkurmay Başkanımız tarafından savcılığa teslim edildiğine yönelik haberler asılsızdır ve gerçek dışıdır. Genelkurmay Başkanımızın konuyla ilgili hiçbir girişimi olmamıştır. Tamamen hukuki kurallar çerçevesinde hareket edilmiştir.”
-Bunlar Özel Döneminde Oldu-
Oysa ki;
Gerek İlker Başbuğ döneminde, gerek sonrasında “Devlet sırrı” uyarısıyla Savcılığa, Kozmik Oda aramasının hukuksuz olduğu bildirilmiş, defalarca itirazda bulunulmuş, el koyma ve muhafaza altına alınma kararının kaldırılması talep edilmişken, 2013 yılında Savcılık-Mahkeme-Genelkurmay arasında yapılan yazışmaların ardından, “devlet sırrı”ndan hiç söz edilmeksizin, hard disk dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse imzalı tutanakla 16 Mart 2013’te Savcı Mustafa Bilgili’ye teslim edilmişti.
13 Haziran 2013’te de Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’nın kapatılacağı bildirilerek, mühürlü odadaki bilgi, belge ve kayıtlardan “Suç olgusuna” ilişkin olanların Savcılık tarafından teslim alınması istenmiş, dönemin Seferberlik Şube Müdürü’nün “devlet sırrı niteliğinde gizli belgeler var” itirazına rağmen Savcı Bilgili, mahkeme kararıyla 18 Eylül 2013’te buraya giderek, bunlara el koymuştu.
Genelkurmay’ın kozmik belgeleri vermek için nasıl “çırpındığı” ortadayken, Necdet Özel adına yapılan açıklamaya dönersek; Acaba kendisine bağlı Adli Müşavirliğin yazılarından hiç mi haberi olmamıştı?
-Teslim Belgesinde Kimlerin Parafı Var?-
Bu hatırlatmalardan sonra “FETÖ üyeliği, darbe ve casusluktan” tutuklu, dönemin iki ismi Genelkurmay eski adli müşaviri Muharrem Köse ile eski savcı Mustafa Bilgili’nin “Kozmik Oda” ile ilgili iddialarını aktaralım.
Geçen Aralık’ta mahkemede savunmasını yapan Köse, Mustafa Bilgili’nin “FETÖ’cü” olup olmadığını bilemeyeceğini, tümüyle mahkeme kararı doğrultusunda hard diski emanete konulmak üzere teslim ettiğini belirtip, şunları anlattı:
“Basındaki iddialara rağmen görevden alınmamamdan rahatsız olanlar, bu sefer beni Kozmik Oda soruşturmasına dâhil etmiştir. Hâlbuki Kozmik Oda soruşturması ilk başladığında Adli Müşavirlikle hiç ilgim yoktu. Göreve başladıktan sonra 2013 yılında imaj, savcılık tarafından mahkeme kararı doğrultusunda istendi. Genelkurmay Başkanı, Özel Kuvvetler Komutanı ile görüşerek imaj verilmesi konusunda Hulusi Akar’la birlikte karar verdiler ve onların emri doğrultusunda karara itiraz etmeden imajı verdik. Karara itiraz edilmesi gerektiği yönündeki bilgi notu ve değerlendirmeler Hulusi Akar ve Necdet Özel’e yazılı gösterilmiş, okutulmuş buna rağmen o şekilde karar verilmiştir. Ancak söz konusu imajları sanki ben herkesten gizli vermişim gibi suçlandım, hedef oldum., yıpratıldım. Çünkü savcılığa yazılan yazıda benim imzam vardı. Hâlbuki o imzalı evrakı göndermeden önce Hulusi Akar’ın ve Necdet Özel’in parafları vardı. Hakkımdaki yıpratma ve soruşturma devam edince, Ocak 2016’da Yaşar Güler ve Hulusi Akar’la görüştüm. Başka bir göreve atanmamı talep ettim. Böylece gündemden düşmek istedim. Hulusi Akar bir süre düşündü. Gündemden düşmem için beni korumak maksadıyla, kendisiyle mutabakat çerçevesinde Mart 2016’da Adli Müşavirlik görevinden hukuk işleri müdürü olarak görevlendirdi. 34 yıldır TSK içinde hiçbir terör örgütü, yöneticisi, üyesi, sempatizanı, iltisaklısı, müzahiri olarak görev yapmadım. Sadece TSK’ya bağlı olarak çalıştım. Genelkurmay Başkanının emirleri doğrultusunda görev yaptım. Necdet Özel, Hulusi Akar, Yaşar Güler, İhsan Uyar, Salih Zeki Çolak, İsmet Yılmaz, Ümit Dündar’ın dinlenmesini istiyorum.”
Mustafa Bilgili’ye gelince; 6-8 Aralık 2016’da Savcılığa verdiği ifadesinde, tüm işlemleri mahkeme kararıyla yaptığını, hard diski verdiği TÜBİTAK’çıların “FETÖ’cü” olduğunu bilmediğini savunup, Seferberlik Bölge Başkanlığı’nın nasıl kapatıldığı konusunda şu iddialarda bulundu:
“İlker Başbuğ’dan sonra Genelkurmay Başkanı olan Özel Paşa döneminde Seferberlik Bölge Başkanlığında haklarında işlem yürüttüğümüz personelin hükümeti izleyip, takip edip, istihbarat topladığı konusunda kanaat gelmesi üzerine Genelkurmay Başkanı, o dönemki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşüyor ve sonrasında Seferberlik Bölge Başkanlığı ile üst amir konumundaki Tetkik Kurulu Başkanlığının kapatılmasına, personel değiştirilip görev tanımlamasının yeniden yapılandırılmasına, savunma, plan ve projelerinin yeniden düzenlenmesine karar veriliyor, buna bağlı olarak işlemler yapılıyor ve Seferberlik Bölge Başkanlığı kapatılıyor. Bunu bana bizzat Adalet Bakanı Sadullah Ergin söylemişti.”
Bilgili, hard diskin teslimi hakkında ise şunları anlattı:
“Kapatılan Seferberlik Bölge Başkanlığına ait hard diskin ne yapılacağı hususunda Genelkurmay’da tereddüt oluşmuş, bu konu Genelkurmay Başkanı Özel Paşa ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında görüşülmüş. Seferberlik Bölge Başkanlığının kapatılması sebebiyle hard diskin devlet sırrı niteliğini kaybettiği de değerlendirilerek, hard diskin incelenmek üzere Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesinin uygun olacağı değerlendirilmiş. Bu husus bizzat Adalet Bakanı Sadullah Ergin tarafından bana aktarıldı. Bir yazı ile Genelkurmay’dan hard diskin istenilmesinin uygun olacağı söylendi. Ben mahkeme karan olmadan alınamayacağını söyledim. Sonrasında mahkemeden karar talebinde bulundum ve karar gereği Genelkurmay’dan hard diski resmi olarak istedim, Genelkurmay bir üst yazı ile hard disk içerisindeki verilerin askeri hâkim-savcı eşliğinde incelenip, devlet sırrı olabilecek bilgilerin ayrıştırılıp, Genelkurmay’a gönderilmesi, soruşturmayla ilgili olan ve devlet sırrı olmayan bilgi ve belgeleri dosyaya almamızı ifade eden yazı ile hard diski savcılığımıza bizzat teslim ettiler.”
-Devlet Sırrı Olmadığına Kim Karar Verdi?-
Süreçle ilgili önemli bir ayrıntıya daha dikkat çekelim:
Savcı Bilgili’ye teslim edilen hard diskle ilgili iki rapor vardı.
Her ikisi de Genelkurmay Başkanlığı’nda oluşturulan heyetlerce verildi.
İlki 9 Ekim 2015 tarihli, “İnceleme Ön Heyeti Raporu”…
Diğeri 30 Aralık 2015 tarihli, “İnceleme Heyeti Sonuç Raporu”…
Yani her ikisi de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar döneminde hazırlandı.
Peki bu raporlarda ne mi denildi; Şu:
“Davaya konu bilgi ve belgelerin devlet sırrı olmadığı, bir kısmının da devlet sırrı niteliğini kaybettiği…”
-Son Durum: Hepsi “Devlet Sırrı”-
Son duruma gelelim.
Bilindiği gibi eski savcı Mustafa Bilgili Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde yargılanıyor. Bilgili savunmasını Genelkurmay’dan gönderilen o raporlara dayandırınca 16. Ceza Dairesi, Aralık ayında Genelkurmay Başkanlığı’na bir yazı göndererek, hem o raporları hem de “Bu bilgilerin başlangıcından itibaren devlet sırrı olup olmadığı, devlet sırrı niteliğini kaybetmiş ise hangi nedene dayalı olarak kaybettiği, suç tarihi itibarıyla devlet sırrı niteliğinde bulunup bulunmadığının” bildirilmesini istedi.
Bunun üzerine Genelkurmay Başkanlığı, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli 5 kişiden oluşan bir inceleme heyeti teşkil etti.
Büyük bir gizlilik içinde yürütülen çalışmalar sonucunda binlerce belgeyi inceleyen yeni heyet; Yargıtay’a, “Devlet sırrı niteliğini kaybetti” denilen, iptal edildiği açıklanan taslak planlar ve MİT tarafından 24 Aralık 2012’de TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na gönderilme sonucu deşifre olanlar da dâhil tüm belgelerin, “Devlet sırrı niteliğinde olduğunu ve bu özelliğini halen koruduğunu” bildirdi.
İlk iki rapor da son rapor da Genelkurmay heyetlerince hazırlandı… Ve her üçü de Akar dönemine ait.
1- Hangisine inanacağız?
2- Son rapor doğru ise ilk iki raporu hazırlayan ve onaylayan dönemin yöneticilerinin hiçbir sorumluluğu yok mu? Herkes mi kandırıldı?
3- Gerek Muharrem Köse gerek Mustafa Bilgili’nin iddiaları kapsamında, Hulusi Akar muaf tutulsa dahi en azından tanık sıfatıyla da olsa Necdet Özel’in bilgisine başvurulması gerekmez mi?
Ülkenin ve devletin askeri harekât planları, seferberlik, işgâl durumunda görev yapacak milis kuvvetlerle ilgili binlerce bilgi ve belgenin nerelere gittiğini, kimlerin elinde olduğunu bilmiyoruz.
Sevindirici(!) bir haber; Öğrendiğimiz kadarıyla Yargıtay’ın sorusu üzerine Genelkurmay, bunların başkalarının eline geçip, aleniyet kazandığına dair herhangi bir bilgiye ulaşılamadığını bildirmiş.
Adamlar, bunları çarşıda-pazarda teşhir etmek niyetiyle ele geçirmediğine göre, sevinelim mi?!.