Masallarımız ve Bilim Kurgu

 04.04.2011   I- GİRİŞ Çocuk denilince aklımıza gelen masumiyet, farkında olmadan bize masalları, ninnileri çağrıştırır. Masallar, kadim tarihte başlayan bir veya iç içe geçmiş pek çok hadise yumağının, yüz yılların süzgecinden geçip, iyice mayalanmasıyla özleşerek cevher haline gelişidir bir bakıma. Bizde ve dünyada Çocuk Edebiyatı, masallarla, ninnilerle birlikte efsaneler, destanlar, anlatıcılar tarafından söze dökülerek dilden dile […]


Paylaşın:

 
04.04.2011 
 
I- GİRİŞ

Çocuk denilince aklımıza gelen masumiyet, farkında olmadan bize masalları, ninnileri çağrıştırır. Masallar, kadim tarihte başlayan bir veya iç içe geçmiş pek çok hadise yumağının, yüz yılların süzgecinden geçip, iyice mayalanmasıyla özleşerek cevher haline gelişidir bir bakıma.

Bizde ve dünyada Çocuk Edebiyatı, masallarla, ninnilerle birlikte efsaneler, destanlar, anlatıcılar tarafından söze dökülerek dilden dile dolaşan halk hikâyeleri,  nekregû şahsiyetlerin başlarından geçen serüvenleri anlatan ders verici fıkralar, seyirlikler v.b. yazılı ve sözlü edebiyatın her nevinden beslenir.

Meydana gelişiyle kimi zaman toplumu sarsan, kimi zaman da ona yön veren, geleceğe kapı açan büyük hadiseler, çok küçük bir olay ile başlayıp çağlar boyu tesirini sürdüren içtimai hareketler, tabii felaketler, savaşlar, zaferler, yenilgiler…  İşte bütün bu sosyal hadise ve hareketler, edebiyatın, elbette masalların da kaynağını teşkil eder.

Bazen çok gerçekçidir bu edebiyat eserleri, bazen de hayali evrenler, hayali mekanlar ve yaşanmamış zamanlarda, bambaşka mekanlarda, hayali kahramanlarla bizlere dersler verir. Bu maceralar kimi zaman güç ve kuvvetin desteği ile yaşanır, kimi zaman hain kurnazlığın, hinliğin akıl, iyilik ve güzellikle alt edilmesiyle neticelenir.  Kimi zaman da efsun ile gizemli bir çözümle karşımıza çıkar kahramanlar.

Amacımız Çocuk Edebiyatını meydana getiren ana kaynaklarla birlikte masalları, bu çağın edebiyatında pek büyük bir yer tutan bilim-kurgu eserleri ile karşılaştırmak,  aynı vadide olup olamayacağını irdelemektir. Ancak, bu irdelemenin düzgün yapılmasını sağlayabilmek için çocuk edebiyatını meydana getiren kaynakları misallerle anlatmakta fayda görmekteyiz.

II- ÇOCUK EDEBİYATIMIZ VE KAYNAKLARI

Çocuk Edebiyatı ile ilgili olarak yaptığımız araştırmada çocukların gelişimi açısından bu sahadaki eserlerin, en küçük kabileden kökü binlerce yıla dayanan milletlere kadar fevkalade mühim vazife icra ettiklerini tespit ettik. Her millet, kendi kültür birikimine göre iyiyi, güzeli ve doğruyu, hakikati, çocuklarına bu edebiyat türü ile de nakletmektedir. Dolayısıyla her kültürün kendine has bir çocuk edebiyatı bulunmaktadır.

“Acaba yazılı, sözlü; eski,  yeni ayrımları yapmadan bir bütün olarak çocuk edebiyatı hangi kaynaklardan beslenmektedir ” sorusu bizi çok geniş bir alana götürür. Biz, kısaca bu kaynaklara bakıp misallerle konuyu desteklemeye çalışacağız.

A- DESTANLAR

Yukarıda da belirtildiği gibi Çocuk Edebiyatı pek çok kaynaktan beslenmektedir. Kaynakların en önemlilerinden biri destanlardır.“ Destan sözlü manzum halk verimlerinin tam örneğidir. Bunlar belli belirsiz tarih olaylarına ve efsane motiflerine dayanarak milli cemiyetin dilek ve arzularına uygun hayal gücüyle meydana gelmişlerdir.(1)

Farsça’dan bize geçen, aslı Dâstân olan bu tarzın Batı dillerindeki karşılığı “legend” veya “épopé”. Ahmet Vefik Paşa, destanı “Lehçe-i Osmani” adlı eserinde “manzum hikâye” olarak değerlendirmiş, “Şemseddin Sami,  hikâye, masal, sergüzeşt, bir vaka hali hikâye eden amiyane manzume, Mehmet Selahi kıssa, hikâye, masal gibi karşılıklar vermişlerdir.”(2)

Destanlar yazılı tarihin başlamadığı bir zamana ait olan büyük acıları, sevinçleri, büyük kahramanlıkları, ihanetleri olağanüstü hayal unsurları ile ifade etmektedir. Türk destanlarına gelince: “İslamiyet öncesi sözlü edebiyatın en mühim mahsulü Türk destanıdır. İslamiyet öncesi Türk destanı birbirini takip eden altı bölüme ayrılır”:(3) Yaratılış, Saka (Alp Er Tonga ve Şu) Oğuz Kağan, Siyenpi, Köktürk, Uygur. Bu vadide unutulmaz bir destan olan Manas Destanı’ndan bir siyaset düsturu olan şu satırları aktaralım:

“Manas,  Kalmuk ve Çinli düşmanlara karşı ilk sefere çıkarken tedbirli vezir Bakay Alp onu fikrinden caydırmaya çalışır. Bu seferin vakitsiz olduğunu söyleyince Manas’tan şu cevapları alır:

“-Düşmana baş eğip dalkavukluk etmekle barış, sükunet ve rahatlık kazanılmaz. Böyle sükunet ve rahatlık yerine ben savaşı tercih ederim… Erkek kuzu büyüdükten sonra Tanrı için kurban olur. Erkek çocuk büyür, yiğit olursa ili vatanı için ya gazi olur ya şehit. Tanrı’nın yazdığını göreceğiz hey ağamız Bakay! Kırgız’ı düşman elinde görmektense canı çıksın Manas’ın.”(4)

İslâmiyet’in kabulünden sonra da devam eden destan geleneğinden söz edersek bu vadide pek güzel eserler tespit edilmiştir, kiminin altında mahlas vardır, kimi de dilden dile dolaşarak asıl sahibi unutulmuştur. Destana bir misal verelim, aslı pek uzun olan Tembel Destanından bölümlerle ile noktalayalım:

“Âlemde bir sanat bulaydım

Para için çekmez idim

Ya ekmekçi yahut kasap olaydım

Muhtesipten dayak yemek ne hacet

Terzi olsam iğnesini tutamam

Hallaç olsam her dem pamuk tutamam

Atar olsam ufak tefek satamam

Bezirganlık eylemeye yok takat…”(5)

………

1- Ahmet Kabaklı: Türk Edebiyatı,1.cilt, TEV Yayınları, İstanbul,1989, s. 33

2- Ahmet Şükrü Esen: Anadolu Destanları , Kültür Bakanlığı Yayınları,1991, s. 3

3- Ahmet Bican Ercilasun: Başlangıçtan Günümüze kadar Büyük Türk Klasikleri, Tarih Antoloji Ansiklopedi, Ötüken- Söğüt, I. Cilt, 1985, s 41

4-Ahmet Kabaklı: age s.98

5- Kemal Zeki Gençosman:Türk Destanları, Hürriyet Yayınları, 1972, s. 345-3

B- EFSANELER

Çocuk Edebiyatını besleyen bir başka kaynak efsanelerdir. Efsanelerle ilgili olarak gerek İslamiyet öncesine, gerekse İslâmiyet’in kabulünden sonrasına ait olan pek çok ilgi çekici efsane bulunmaktadır. Bu efsaneler Türk Kültür Tarihine de çok önemli bir kaynak teşkil etmektedir.

Efsaneler kendi özelliklerinden dolayı olağan dışı, hayali pek çok hadise ve kahraman ile dilden dile anlatılan, bazen da şiir diliyle desteklenen kaynaklardır. Biz bu konuyu da üç misal ile bitirelim.

Misallerden biri İslamiyet öncesi Efsaneye misal, Bozkurt Efsanesidir. Bu efsaneye göre Türklerin anası Asena adlı bir dişi bozkurttur. “Türkler bir zamanlar, Batı denizi (Hazar) kıyılarında otururlardı” (1) Bir düşman ordusunun saldırısına uğrayıp yok edildiler. Bu katliamdan sadece bir delikanlı ağır yaralı olarak, kolları bacakları kesilmiş bir halde kurtuldu. Dişi bir kurt onu iyileştirdi. Böylece kurt Asena Türklerin anası oldu.

Anadolu Efsanelerine bakalım ve Çoban Hazar efsanesinden bir misal verelim,  Bu efsanede “tıpkı Van Gölü üzerindeki Akdamar Adası’nda olduğu gibi iki sevgilinin dünyada murat alamamalarını anlatılır… Tıpkı, Kerem ile Aslı hikâyesinde olduğu gibi,”kızımı bir Müslüman çobana mı vereceğim “ (2) diyen papaz öyle bir tuzak kurar ki Çoban Hazar sevdiği kıza gitmek için yüzerken yorgunluktan yüzemez hale gelip boğulur.

İslamiyet sonrası Efsanelerine pek hoş bir misal de Ejderha Taşı’dır. Bu efsaneye göre Harput’u yutmaya niyetli ejderha ile yavruları şehir üzerine doğru yürüyor. “Bunun üzerine, ağzı dualı, gönlü temiz, çok okumuş, Allah’a yakın adamlar Eğri Minare’nin yanında görünen Süt Kalesi’nin mescidine çıkmışlar. Alın koyup namaz kılmışlar ve hep bir ağızdan halka dua, bu canavara beddua etmişler ki olduğu yerde kalsın. Harput’u yutmasın. Kurban olduğum Allah,  işte o ulu kişilerin dualarını kabul etmiş de, bu ejderha ile yavruları hemen şuracıkta taş kesilmişler.” (3)

C- BENGÜ TAŞ EDEBİYATI

Çocuk Edebiyatına kaynaklık yapan çok ilgi çekici bir alan Bengü taş Edebiyatıdır. Türklerin ilk yazılı edebiyatı olan Bengü taş edebiyatı aynı zamanda Türk Milletinin tarihi ile ilgili derin bilgiler de vermektedir. “Bengü taş; ebedi, sonsuz taş demektir. Terim olarak  “abide, anıt” manasında kullanılmıştır… Köktürk Kağanlığında bir gelenek haline gelmiştir. Diktirilen taşlar üzerine kağanlar “gönüllerindeki sözleri vurdururlar.”(4)

Bu konudaki başka misalimiz de Bilge Kağan tarafından 732 tarihinde diktirilen Köl Tigin bengü taşından. Bilge Kağan bu bengü taşında nasıl büyük bir mücadeleden geçtiğini fevkalade lirik bir dille ve müthiş bir filozofik düşünce genişliğiyle anlatır. İşte bu anıttan birkaç satır:

“Kardeşim Köl Tigin vefat etti. Ben düşündüm.  Görür gözüm görmez oldu. Bilir aklım bilmez oldu. Düşündüm. Ebedi olarak Tanrı yaşar, kişioğlu ölmek için yaratılmış. Böylece düşündüm. Gözden yaş gelse önleyerek, gönülden çığlık gelse geri çevirerek düşündüm. İyice düşündüm.”(5)

1- Ahmet Kabaklı: Türk Edebiyatı,II.cilt, TEV Yayınları, İstanbul,1989, s. 28

2- Ali Berat Alptekin: Fırat Havzası Efsaneleri Tefsa Yayıncılık, Elazığ, 1993, s. 101-102

3- Ahmet Kabaklı: Ejderha Taşı , TEV yayınları, İstanbul, 1991, s.10

4- Ahmet Bican Ercilasun: Başlangıçtan Günümüze kadar Büyük Türk Klasikleri, Tarih Antoloji    Ansiklopedi, Ötüken- Söğüt , I. Cilt , 1985, s 41

5- Ahmet Bican Ercilasun: a.g.e., s. 60
 

D- HALK HİKAYELERİ

Çocuk Edebiyatımızın başka bir kaynağı da halk hikâyeleridir. Bu halk hikâyeleri daha çok sözlü edebiyat ürünleridir. Kadim çağlardan bu tarafa anlatıcılar tarafından dinleyicilere bazen tiyatrovari bir şekilde, kimi zaman sazlı, tegannili bir tarz ile veya düz bir halde ifade edilir.

Bu halk hikâyelerini anlatan aşıklara “kıssa-han” da denilmektedir. Söz konusu  kişiler ilden ile gezerek, dilden dile dolaşıp çeşitli hallere giren  asıl hadiseyi üçüncü kişi olarak anlatırlar. Kalıplaşmış kelime ve cümleler kullanırlar. “Eydür Kerem”; “Aldı sazı eline” gibi.

Destanlardan sonra çok ciddi bir kaynak olan halk hikâyeleri kimi zaman bir aşkı anlatır, Kerem ile aslı gibi. Kimi zaman kahramanlığı anlatır, Dede Korkut Hikâyeleri gibi. Kimi zaman da her iki konu çok vurucu bir sosyal hadise ile birleşmiştir, hikâyede hem kahramanlık, hem de sevda vardır. Bu manada Türk Halk hikâyeleri çok zengindir. Yine bu alanda Hint, İran ve Arap halk hikâyeleri de pek güzeldir ve dünyayı etkilemiştir. Beydaba’nın “Kelile Dimme’”si, aslen Azeri Türkü olan Gence’li Nizami’nin hikâyeleri, Arap halk hikâyesi olan Leyli ve Mecnun misal gösterilebilir.

Biz halk hikâyeleri konusu da bir misalle bitirelim. Gence’li Nizami’nin bir hikâyesinden özlü bir dörtlük:

“Göklere vuran düğümü

Bir sor yerde kim açar?

Ayağını göklere

Cesaretle basanlar”(1)

1- Nizami: Akıllı Çocuğun Hikâyesi,  Kültür Bakanlığı Yayınları/1365, Türk Dünyası Edebiyatı Dizisi/26, Ankara,1991, s. 10

E- DİĞER KAYNAKLAR

Çocuk Edebiyatını besleyen sözlü kaynaklardan biri de nekregû şahsiyetlere atfedilen halk fıkralarıdır. Nasreddin Hoca başta olmak üzere Bektaşi fıkraları ve benzerleri halkımızın dilinde kimi hadiselere hakimiyet sağlamak ve ders vermek için kullanılmıştır, kullanılmaktadır. Başka dillere çevrileri yapılmıştır. Özellikle Nasrettin Hoca dünyaca tanınmaktadır.

Kültürümüzde Çocuk Edebiyatının en sevimli bölümlerinden biri, şüphesizdir ki ninnilerdir. Hepimizin hayat hikâyesine bizlere gül demetleri ve gizli bahçeler hediye eden bu ninniler için misal vermeye gerek yoktur. Zira bu satırlar okunmaya başlandığı an aklınıza mutlaka bir  ninniden harika nakarat  gelmiştir.

F- MASALLAR

Çocuk Edebiyatını besleyen ana kaynaklarından olan masallara gelince: Masalların dili rivayet dilidir. Yani, masallar “mişli geçmiş” ile ifade edilir. Kimi zaman süslü nesirle, kimi zaman şiirlerle desteklenir. Olağanüstü kahramanların olağanüstü hadiseleri yaşadığı olağanüstü zamanlar, zaman içinde zaman, mekan içinde mekanlar vardır. Zamanda sıçramalar, geriye ve ileriye gidişler,  sırlı kapılar, gizli bahçeler, dile gelen rüzgârlar, gülen ayvalar, ağlayan narlar vardır. Sözün özü her şey esrarlıdır, her şeyin ardında başka bir masalsı bir sebep veya sebepler vardır ve hiçbir şey göründüğü gibi değildir. En olmaz denilen hadiseler birden oluverir, ölüme çare bulunur, yaşlılığa da.

Masallar bazen büyük kahramanlıkları anlatır. Olağandışı kahramanların karşısında korkak kurnazlar, menfaat ve hırs uğruna ihanet eden hainler, paragözler, pusular, tuzak kuran düşmanlar vardır.  Konuşan akıllı hayvanların, çöllerin, göllerin bulunduğu, ihanetlerin, fedakârlıkların, hinlik ve kurnazlıkların bolca olduğu, bütün cansızların dile geldiği, büyük kahramanlıkların yaşandığı masallarda ana kahramanların düşmanlarla işbirliği yapan sahte dostlar vardır. Genellikle macera içinde maceralar yaşanır. Kahramanlar devlerle, ejderhalarla, pek çok hayali kahramanlarla vuruşur ve onları önünde sonunda yener. Bu tür masallar bir bakıma kahramanlık masallarıdır. Misali bir halk masalından verelim: “Susuz Ülkenin Yedi Başlı Devi” adlı derleme masalda, kahraman, memleketi susuz bırakan yedi başlı devi görünce “Eşsiz Tanrıya sığınır , “bismillah” deyip “(1) amansız canavarı öldürür.

Masallar kimi zaman da aşkları anlatır. Türk Dünyasındaki aşk masalları pek masum, pek zarif ve pek ıstıraplıdır ama genel olarak mutlu sonla biter ve son tekerleme de pek güzeldir: Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.

Bu masallarda iki sevdalıyı birbirinden ayıran üvey anneler, çirkin, çalı saçlı, kara suratlı üvey kız kardeşler, kırk katırla paralanası ya da kırk satırla kesilesi  kötü kalpli insanlar, dev anaları, kara büyüler yapan cadı karıları, rüyalardan çıkıp gelen ve göz süzen, ipekler içinde yüzen dünya güzelleri, kıkır kıkır kıkırdayan şakacı peri kızları, nice yıllar esir edilmiş, hüzünlü mü hüzünlü, göz yaşları incileşen sultan kızlar, bağrı yanık, dilhun şehzadeler önce büyük ıstıraplar çekerler. Ama, bu büyülü, harikulade güzel serüvenlerden, sabır taşını çatlatan sabırlardan sonra, gerçek dostların da yardımıyla, kimi zaman bilinmezlerden açılan esrarlı kapılardan geçer, kimi zaman göklerde saklı sihirli ülkelere uçarlar, kimi zaman yer altı dünyasının pek güçlü padişahının kızına aşık, esaslı düşman ejderhalarla savaşıp yer yüzüne dönerler ve hasretiyle yanıp tutuştukları sevgiliye kavuşurlar.

Bu aşk masallarında hanım kahramanları çok nazlı, sözleri hep niyazlıdır. Zaten sarayları da billur kuleler gibidir. Verilen yüzükte müthiş güçler ve tılsımlar vardır. Sözün özü, bu masallarda aşk bir sonsuzluktur ve ebedidir, asla bitmez. Sevgili ömür boyu hep özlenendir, yani modern çağın kısa ömürlü aşk tarifine masallarda asla yer yoktur.

Aşk masallarına da bir misal verelim.  Çok bilinen “Üç Turunçlar” Masalından bir küçük bölüm: Masal kahramanı Şehzadenin Turunç Güzeli zannettiği, sevdiğinin yerine geçerek onu kandıran çopur kız ile konuşması:

“- A benim süt beyazım, neye böyle karagül gibi karardın?

“-Ben kararmadım şehzadem; gün vurdu dalıma, kararttı beni!

“- A püskürtme benlim, ya o nokta nokta benlerin yerine neden çil düştü?

“-Çil düşmedi şehzadem, zülfüm değdi, tel yarasıdır” (2)

1- Ahmet Sargın (derleyen): Susuz Ülkenin Yedi Başlı Devi, Özgül Yayınları isparta,s. 15

2- Eflatun Cem Güney: Masallar, Kültür Bakanlığı/523, Çocuk Kitapları /43, Ankara , 1990s.65

Masalların bazıları da insanların ruhlarında hikmet sahifeleri açan,  terbiye verici, kalbe tesir edici, yürek yumuşatıcı, gönül kapılarından geçip sonsuz iyiliklere ulaşmayı amaç bilen fevkalade güzel serüvenleri anlatırlar. Bu masallarda yaşlı, pir-nur kocalar hep doğru yolu gösterir. Erdemli nineler nur bahçelerinden demetler sunarlar. Yürüdükleri yerler güllerle dolan dünya güzellerine bütün dünya hayrandır, dokundukları kuru topraklarda yeşiller biten ermişler hep Allah kelamı ederler.

Bu masallarda ermiş, yaşlı kişiler gençlere öyle nasihatte bulunurlar ki o müjdeli sözleri anlayan mananın kısmet ve hikmet deryasına ulaşmıştır ve artık yol saadet yoludur. Anlamayana da söylenecek söz kalmamıştır. Bu yol gösteren masallara da Azeri masallarından bir misal getirelim.  Tahsil eylemek için yollara düşüp gurbet illerde çalışarak okuyan, hem de ailesine akçe gönderen Cengiz’in masalında delikanlıya bir ermiş ihtiyar, akçe alarak nasihatte bulunur ve erdemli sözlerle der ki:

“-Oğlum, öfkeyle bir işe başlamazdan  önce biraz sabret.” (1)

Masallar sadece insanları anlatmaz. Bazı masallarda hayvanlar da maceralar geçirir ve insanlar gibi kurnazdırlar, saftırlar, aç gözlüdürler, iyi kalplidirler. Yani, insan duygularının tamamını hissederler, onlar gibi davranır ve yaşarlar.

Bu masallar aslında hayatın tam da kendisini ifade etmektedir. Masallar, ömür denen zaman hazinemizi harcarken hikmet deryasına dalanların, ortasında veya kıyısında, köşesinde yüzenlerin kısmetine düşenleri anlatırken,  bu hikmet deryasına inat nasipsizlik çöllerinde nefes almaya çalışıp kendini pek zengin sananların davranışlarını,  hayatını da gözler önüne serip bize bunların sebeplerini ve neticelerini sorgulatır.

Hayvan masalları Türk halk masal geleneğinde gerçekten önemli bir yer tutmaktadır. Yine misallere baş vuralım: “Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm” adlı hayvan masalında keçi yavrularının isimleridir bu sevimli adlar ve erdemli bir anne olan keçinin yavrusu olan bu hayvancıklar hain kurda karşı pek savunmasızdırlar. Kurt ne yapar, ne eder, annenin eve gelişinde kapıyı açma bilmecesi olan sözleri öğrenir, en küçük yavru olan Mengülüm’ü yutar. Ana keçinin yüreği yanmıştır ama pes etmez, masal dünyasının bütün imkânlarını kullanarak donanır ve kurdu tuzağa düşürüp ağır yaralar.”Hemen kurdun karnını yırtarak Mengülüm’ü çıkarır. Onu bağrına basarak, gözlerinden öper. Kurt, can acısıyla yattığı yerden iniler:

“Vay karnım,”

Keçi,

Mengülümü yemeseydin,

Vay karnım demeseydin.” (2)

Masalların hepsi hep hayali ve olağanüstü kahramanları anlatmaz elbette. Kimi masallar da çok gerçekçidir. Fakirlerin, ihtiyarların, kimsesizlerin de masalları vardır. Akılla çözülen meseleler, yaşanmışlıkların oğlu olan tecrübelerden edilen tahminlerle bulunan gerçekler, hakikatin ışığı ile yakalanan doğrular, gönül zenginliği ile hediye edilen iyiliklerin karşılığı olan mutluluk mükâfatı bu masallarda pek hikmetli neticelerle karşımıza çıkar. Bunlara misal vermek gerekirse aklımıza ilk gelen Keloğlan, Köse,  Padişah masallarıdır.

“Türkiye’de yaygın biçimiyle keloğlan, Azerbaycan’da Keçek Mehmet veya Keçel Yeğen, İran’da Keçel, Gürcülerde ise Kel Kafalı Kaz Çobanı olarak adlandırılan masal kahramanı, seçkin, soylu, üstün nitelikleri olan sevimli ve talihli bir kişidir. Keloğlan başından geçen pek çok serüvenden sonra, masalın sonunda amacına ulaşır.” (3)

Keloğlan masallarına da bir misal verelim: “Keloğlan ile Dev” masalında Keloğlan, devin yemek istediği arkadaşlarını kurtarmak için onu tatlı sözlerle oyalar ve neticede devi öldürüp mutlu sona ulaşır.

1- Sabir Sabih: Azerbaycan Masalları, Baku, 1976,s.69.
 
2- (Ali Berat Alptekin: Hayvan Masalları, Kültür Bakanlığı/1273, Gençlik ve Halk Kitapları/57, s. 8

3- Tahir Alangu: Keloğlan Masalları, Türk Dili Dergisi, C.219,S.207, s. 459-460)

Bu oylayıcı ve gülünç sözlerden bir demet sunalım:

“-Kim uyar kim uyanık?

“-Ben uyanığım dev kardeşlik.

“-Sen hala uyumadın mı Keloğlan?

“-Aman kardeşlik, bana bir tepsi baklava yedirdin. İçim yanıyor, bir türlü uyuyamıyorum. Annem bana elekle su getirirdi de içer, öyle uyurdum.” (1)

Başka bir keloğlan masalında da Keloğlan ile annesi şöyle söyleşirler:

“Anam anam,

Nazlı anam,

Boş söz etme,

Keloğlanı incitme.

……

Boş söz etmez anan,

Kel oğlum bana inan,

Yok oldu ama baban,

Komşu ülkede padişahtır amcan,

Gidersen onun yurduna,

Çare bulursun derdine.” (2)

1- Saim Sakaoğlu: Türk Çocuklarına Masallar, Kültür Bakanlığı Yayınları:285, Çocuk Kitapları:27, s. 137-138

2- Serhat A.Ş. Çocuk Klasikleri Dizisi, İstanbul,1997,s.9)

Türk masal geleneğinde masal çok ahenkli ve hikmetli bir tekerleme ile başlar. Bu tekerlemeler bir bakıma Türkçenin zenginliğini de göstermektedir. Tekerlemelerden bir kaçını yazmadan geçmeyelim:

Yüzyılların imbiğinden süzülerek görücüye çıkıp çok talep bulmuş bu tekerleme, kadimden bu tarafa söyleyenler tarafından kendi ruh dünyaları ve iç zenginlikleriyle süslene süslene günümüze gelip bize muhteşem bir öz şeklinde ulaşmıştır. Elbette ilavelerle geleceğe de böylece ulaşacaktır. Harikulade büyük bir zenginlik olan bu ve benzeri tekerleme pek çoktur. Bu zenginliğin kullanıldığı başka ve daha uzun bir tekerlemenin hakikatine ulaşmaya gayret edelim:

“Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken; babam düştü beşikten, ben hopladım eşikten. Dolapta koptu bir patırtı, yoğurt üstüme atıldı. Annem kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi, dolandırdılar bana dört köşeyi… Oradan çıktım, yollara düştüm. Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim, altı ay bir güz gittim, dönüp arkama baktım ki bir iğne boyunca çuvaldızın enince yol gitmişim… Vara vara bir dağın başına vardım. Baktım üç kişi oturuyor:  Biri kör, biri topal, birisi de çıplak. Ellerinde üç tüfek: Birinin namlusu yok, öbürleri çakmaksız. Karar verdiler avlanmaya. Az gittiler, uz gittiler. Kör dedi ki: “Durun.” Öbürleri sordular: “Ne var?” kör dedi ki : “Bitmemiş ardıcın dibinde bir tavşan yatıyor, vurun.” Üçü birden nişanladılar, zavallı tavşanı vurdular. Topal koşa koşa gitti, tavşanı getirdi; çıplağa verdi, o da alıp koynuna koydu.

Karınları acıktı, bu tavşanı yiyecekler. Vardılar bir kulübeye.  Üç duvarı yıkık, bir duvarı hiç yok; baktılar üç kadın; ikisi ölü, birinin de canı yok. “Nine, bize bir kazan.” Cansız dedi: “Mutfağı bir yoklan.”

Kör gitti mutfağa, üç kazan buldu, getirdi: Birinin dibi yok, ikisinin dibi kırılmış. Birinin içine doldurdular suyu, koydular tavşanı. Üç gün üç gece kaynattılar. Bir de baktılar ne tavşan kalmış ne su. Kalanı yediler yedile, doymadılar. Köylüleri çağırdılar, onlar yediler hepsi doydu. Herkesin karnı şişti, dudakları bir şey görmedi. Onlar bu işle uğraşırken ben başladım kaşınmağa, zannettim ki uyuzum ha; baktım, bir pire, tuttum; sırtına vurdum palanı, yedi yerden sıktım kolanı; uydurabildik mi biz bu yalanı? O yalan, bu yalan; fili yuttu bir yalan, bu da mı yalan? Vallahi de yalan, billahi de yalan. Sözün sonu gelir, yalanın sonu gelmez; tekerleme biter, sıra masala gelmez. Burada keselim yalanı, anlatalım olanı biteni…

Armudu taşlayalım,

Dibinde kışlayalım,

Müsaade ederseniz

Masala başlayalım.” (1)

Bu güzel tekerlemelerle başlayan Türk masallarında genellikle son mutlulukla biter ve masalımız da güzel bir dilek, hoş bir dua ile sona erer.  Konuya bağlı olarak dua sözleri değişmekle birlikte kadim masallarımızda bu kural değişmez. Bir misal verelim: “İlk Bahtım Altın Tahtım” adlı masalın sonu şöyle bitiyor:

“Bunlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma daha düştü. Kimin ne muradı varsa onun başına…”( 2)

“Masalların diline gelince: ”Masalların dili sade, üslubu akıcıdır. Yedi yaşındaki bir çocuktan yetmiş yaşındaki bir ihtiyara kadar toplumun her kesimine hitap edebilecek bir söyleyişe sahiptir.  İçinde diğer halk edebiyatı ürünleri de  ( atasözü, alkış, kargış vb.) yer almaktadır.”(3)

Kültürümüzde halk masal geleneği kadim çağlardan günümüze kadar gelmiştir, sözlü edebiyat kaynağıdır, yani binli yıllardan beri anonim bir karakter taşır, yazarı belli değildir, dedik. Bu güzel gelenek halen devam etmekte, dilden dile anlatılan masallara yeni macera ve öğeler – azalma ihtimali olsa da – eklenmektedir.

1- Dr. Saim Sakaoğlu: a.g.e.  s. 5-8)

2- Eflatun Cem Güney: a.g.e., s. 392)
 
3- Ali Fuat Arıcı Tür Özellikler ve Tarihlerine göre Türk ve Dünya Masalları,A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı :26, Erzurum, 2004, s.167)

III- BİLİM KURGU

“Bilim kurgu”  uzak gelecekte,  geçmişin kadim zamanlarında, bu gün henüz bulunmamış teknolojilerin uygulandığı bir hayat biçiminde yaşandığı kabul edilen veya inanılan olayların anlatılması için geliştirilmiş bir kavramdır.

Yine bilim kurgu kavramı bu zamanda olduğu kabul edilen, ama başka boyut ve paralel zamanlarda yaşanmakta olan hadiselerin ifadesi için de kullanılmaktadır.

Bilim kurgu edebiyatı da henüz bulunmamış hayali teknolojilerin, bilimsel tahmin ve teorilerin gerçekmiş gibi sunulduğu, bilimsel fantezilerin bilimin kendisi imiş gibi kullanıldığı bir edebiyat türü olarak kabul görmüştür. Öyle ki, bilim dünyasındaki bazı teoriler hali hazırda fantastik bulunup gülümseme ile karşılanırken bilim-kurgu türündeki eserlerde bu teori veya varsayımlar ana baz olarak çoktan yerini almıştır. Bilim kurgu yazarları eserlerinde – tıpkı masallar gibi – insandan çok farklı olan, arzda başka boyutta yaşayan, başka gökadaları veya güneş sistemlerinde büyük medeniyetler getirdiklerini kurguladıkları dünya dışı varlıklara pek önem vermiş, bu kahramanların fantastik maceralarını yazarak okuyucuya bu eserleri pek benimsetmiştir.  Mesela,  “Yıldız Savaşları’nın yazarı Terry Brooks’un tipleri pek sevilmiş, beyaz perdede canlanan bu karakterler –  Jedi Şövalyeleri gibi-  bütün dünyada heyecan yaratmıştır.

Yine bu edebiyat alanında çok ileri düzeyde zekâ seviyesine ulaşarak insanlarla savaş edip dünyayı işgal eden makine ve bilgisayarlar, başka evrenlerden gelen işgalci yabancılar artık kanıksanma noktasına gelmiştir.

Bu türdeki eserler kimi zaman fantastik öğelerle desteklenmiş uzun soluklu romanlar ve diziler şeklindedir, Arthur C. Clarke’ın Uzay Efsanesi 2001, Uzay Efsanesi 2010 ve Uzay Efsanesi 2061 ve Yıldız Savaşları (Star Wars) gibi. Küçük bir misal de bunlardan verelim: Bilim dışında hiçbir şeye iman etmeyen Arthur C. Clarke şöyle diyor:

“Ve… Tüm galakside en değerli şey Akıl olduğu için her yerde onun gelişmesi için çabaladılar. Yıldız tarlalarında çiftçi oldular; ektiler ve bazen meyvesini topladılar.  Ve bazen de zararlıları temizlemek gerekti serinkanlılıkla.” (1)

Bu eserler, kimi zaman bir kahraman veya kahramanların başından geçenleri anlatan, her biri bağımsız bölümlerden meydana gelen serilerdir. Misal vermek istersek, Stan Lee ve Jack Kirby tarafından yaratılan çizgi seri olan “Fantastik Dörtlü”yü  ( The Fantastic Four,) gösterebiliriz.

Kimi zaman da yazarlar eserlerini sade, küçük romanlar şeklinde yazmaktadır.  A. De Saint Exupéry’nin ünlü “Küçük Prens”i böyle küçük bir romandır. Bu çok sevimli ve hüzünlü roman, kendi küçük yıldızından ayrı düşen, çiçeğini ve koyunlarını çok özleyen uzaylı çocuğun gönlünü, hasretlerini ve deryalar kadar büyük sevgisini, sımsıcacık dostluğunu anlatır. Bu romandan küçük bir misal: Küçük Prens çiçeğini duyduğu özlemi şöyle anlatır:

“-Biliyorsun… Çiçeğim var… Ben sorumluyum ondan! Öylesine güçsüz ki! Şu evrende boğuşabileceği dört dikeninden başka nesi var…”(2)

1- Arthur C. Clarke  ,çev:Oya İşeri, Arda Tüzünsoy: 2010 Uzay Efsanesi, İthaki, İstanbul,1998,s371

2- A. De Saint Exupéry, çev:Selim İleri: Küçük Prens, Bilgi Yayınevi,İstanbul, 1980, s.97-98

Bilim kurgu eserleri bazen de casuslar savaşına, ajanlar vuruşmasına dönüşebilir. Gordon Dickson’un Dorsai romanları ve Heinlein’in “Yıldız Gemisi Askerleri”, Joe Haldeman’ın “The Forever War” adlı eseri bu alanda yer alan birkaç misaldir.

Bütün bunların yanında bazı bilim kurgu yazarları, fevkalade fantastik olan sonsuz imkânları kullanarak, eserlerinde gerekli bulduklarında tarihi değiştirmekte, paralel evrenlerdeki dünyaların başka tarihlerini romanlaştırmakta, zamanda ileri veya geri gitme teorisini serilerine konu etmektedir. Misal olarak Anne Mc Caffrey’nin “Ejder” dizisini verebiliriz. Yazar ejderlere hükmeden Pern’li ejder adamların maceralarını tam 12 kitapta anlatmıştır.

Ayrıca kimi yazarlar kısa veya uzun hikâyelerinde bilim kurgu temalarını kullanmıştır. Ünlü “Annabel Lee “ şiirinin şairi Edgar Allen Poe aynı zamanda bilim kurgu ve fantastik edebiyat alanlarında da kısa hikâyeler yazmıştır. Yazar  “Bilimkurgu Öyküleri”nden olan “Şehrazat’ın 1002. Gece Masalı”nda masalın kahramanı olan genç kıza, o zaman için çok ileri olan bilgileri verdiği için, çok kızar ve der ki:

“-Buna daha fazla tahammül edemem, etmeyeceğim. Bütün bu yalanlarınla başımı fena halde ağırttın.” (1) Ardından Şehrazat’ı boğdurtur!

Daha evvel de belirttiğimiz gibi, bu alandaki eserlerde henüz bilinmedik, bulunmadık ve şimdilerde anlaşılmayacak derecede büyük olduğu kabullenilen çok üstün teknolojiler, uzay zaman bükülmeleri ve genleşmeleri, ışık hızından daha hızla hareket eden, bir anda süper uzaya geçen uzay gemileri, bir lahzada bir çok ışık yılı ötelere fırlayan iyi veya kötü yaratıklar ve insanlar, ışın kılıçları başta olmak üzere pek fantastik ve  bilim ötesi  müthiş silahlar vardır. Bu konuya misal olmak üzere yine Star Wars dizisini, bunların en ünlülerinden olan “Return of Jedi’”ı verebiliriz.

Dünya edebiyatında büyük yer bulan bilim kurgu eserlerinin bir kısmı pek harcıâlem ve sadece maceraya yönelik olduğu halde, bir bölümü de hakikaten birer şaheser mesabesindedir ve yukarıda da belirttiğimiz gibi,  bu eserlerin alt yapısında bir bilimsel görüş ve ana felsefe yatmaktadır. Cenazesinin dini törenle gömülmemesini vasiyet eden  Arthur C. Clarke’ın  “Uzay Macerası” serisi sadece bilime inanmanın gerekli olduğu iddiasıyla yazılmış ve evrim teorisini  temel destek olarak kabul etmiştir.

Buna karşıt olarak,  ateist bir bilimsel bakışın sahibi ve romanın baş kahramanı olan astronom Dr. Eleanor Ann Arroway ile Tanrı’nın varlığını anlatma gayretinde olan papaz yazar Palmer Joss arasında gelişen inanç alanındaki tartışmalardan, kahramanın yaşadığı iman ile imansızlık arasındaki met-cezirlerden, bu bilim kadınının uzaydaki solucan deliğinden geçerek Vega yıldızında ve sonsuz uzayda yaşadığı muhteşem maceradan da anlaşılıyor ki,  ünlü “Contact” romanının yazarı Broklyn’li Yahudi  Carl Sagan  bu romanının ana felsefesini  bağlı olduğu dinin teizmine bağlamıştır.

TV’lerde  dini film kabul edilip kutsal aylarda hep tekrarlanan, Türk seyircisinin  “Mesaj” adı ile bildiği  film, bu romanın beyaz perdeye uyarlanmış halidir ve yine dünyada da ses getirmiştir.

Bilim kurgu yazarları bir yandan yaşadıkları ve izledikleri pek çok hayat tecrübesiyle zenginleşirken, diğer yandan içinde bulundukları kültürün kaynaklarından ve çalıştıkları alanlardan beslenmişlerdir.  Bu tespitimize güzel bir misal vermek istersek, çok ileri bir fantastik bilim-kurgu yazarı ve aynı zamanda Nobel ödüllü bir fizikçi olan George Gamov ilk aklımıza gelendir. Ukrayna’lı olan ve SSCB döneminde büyük sıkıntılar çeken ünlü fizikçi, “Bay Tompkins’in Yeni Dünyası” adlı eserinde Einstein’ın  Relativite Teorisinden  karadeliklere, zamanın eğrilip bükülmesine,  gökadalardan quvantum dünyasına kadar uzayan müthiş bir serüvenler yumağını büyük bir başarı ile anlatırken edindiği hayat tecrübelerini ve mesleki alanında elde ettiği başarıları da bu eserlerinde kullanmaktadır

Bilim kurgu edebiyatında siberpunk’ın babası sayılan, bilim kurgu edebiyatının en has ödüllerini toplamış olan William Gibson’ın çok büyük bir yankı yapan eserlerinde hep karanlık ve tabii olmayan, buz mavisi, çingene pembesi, kıpkırmızı ışıklarla aydınlatılmak istenen, çoğu zaman yağmurların durmadan yağdığı,  dev, kirli binalarla dolu, insanın içini sıkan şehirlerde koşuşan, kaçışan uzun, deri pardösülü adamlar, tuhaf giyimli, donuk, korkunç bakışlı kadınlar, hep çok korkutan, endişeli bekleyişler, karanlık sokaklar, birden ortaya çıkan, durmadan şekil değiştiren anti kahramanlar, bütün güzelliklerin, iyiliklerin  artık unutulduğu kurşunileşmiş bir dünyada kovalamacalarla dolu, bir bakıma serserice sürdürülen hayatlar… Hırsızlıklar, ağır suçlar,  fikir ve makine üreten, hırslı yapay zekalar başkahramanların karşısında birer karabasandır. Ödüllü yazar Gibson, Sprawl üçlemesinin 1. Kitabı Count Zero, 2.Kitabı Mona Lisa Overdrive, 3. Kitabı Neuromancer’da bu kahramanlar ile anti kahramanlar, siber dünyada boy gösterir. Neumancer’i bizler “Matrix avcısı” olarak tanıyoruz. Dünyada büyük yankılar uyandıran ünlü  “Matrix” filmine ilham vermiştir.

Bir misal daha verelim: Nihilist, post modern bir tarzın benimsendiği,  daha çok anti kahramanların rol aldığı karamsar bir havada, kötümser, insan yüreğini sıkan, kâbus gibi başlayıp kara mizahlar gibi biten bilim kurgular da yazılmıştır. Bu romanlardan biri de ünlü ABD’li yazar Bruce Bethke’nin “Headcrash”ıdır. Philip K Dick Ödülünü almış olan bu bilim-kurgu punk science-fiction tarzı bir eserdir. Romanın kahramanı Jack Burroughs, çok önemli bir şirkette çalışan genç mühendis, çok iyi bir bilgisayar programcısıdır. Çok sevdiği işine rağmen yaramazlık etmeden duramaz, ağır bir ihtarname alınca casuslukla ilgili hünerlerini de ortaya koyduğu sanal bir casusluk macerasının tam ortasında bulur kendini ve bu sanal gerçeklik dünyasında hayatının hiç de güvende olmadığını anlar, heyecanlı ve fantastik serüven böylece başlar.

Sözün özü, her bilim kurgu yazarı kendi hayatındaki birikimlerin çocuğu ve yine tekrar edelim, bağlı bulunduğu kültürün destanlarından, efsanelerinden, masallarından, şiirlerinden, yani edebiyatından ve kendini “ben” eden felsefelerden, hatta dinlerden ilham alıyor, bu kaynaklardan can buluyor.

Ve… Bütün bu kaynaklar, kimi zaman peşin kabullerle veya retlerle bilinmezlere, geçmişin neden ve niçin  geçmiş olduğuna, geçmişi tekrar yaşamanın ve değiştirmenin ihtimallerine,  geleceğin neleri, nasıl, nerede, kimlerle birlikte ve ne getireceğine dair  cevap bulmaya çalışıyor. Bu soruların tamamında bir yalnızlık çelişkisi ve umutla umutsuzluk arası gidip gelen ağır bir iç çatışması var elbette.

Yalnızlık çelişkisi derken şunları sormaya çalışıyoruz: Kişi kendi kendisiyle de yalnız mıdır? Yani kişi kendi iç dünyasında bütün yaşadıkları duyguları,  kimi zaman çok farklı olan, birden gelişiveren kimi hissettikleri ile ne kadar yalnız değildir? Kişi, bu iç dünya sakinliğini veya çalkantısını aşıp insanlar arasına girdiğinde ne kadar ve nasıl yalnız değildir? Kişi şehrinde, vatanında ve gezegeninde ne kadar yalnız değildir? Acaba biz, artık iyice siberleşen bu dünyada, nanoteknolojilerin, siber uzayların sanal olarak mevcut olduğu bu evrende, dünyada ne kadar yalnız değiliz? Etrafımızda kimler var?

Bilim kurgu edebiyatının  en ünlü ismi İsaac Asimov diyor ki “Sorumuz şu: Yalnız mıyız?  Evrenin derinliklerine dikili gözlerin biricik sahibi insanoğlu mu? Doğal duyularımızın birer uzantısı olan aletleri yalnız biz mi yapıyoruz? Gördüğünü ve hissettiğini anlamaya can atan beyinler yalnızca bizlerde mi var?” diyor .(1)

Bu soru, bizi şimdiye kadar sorduğumuz en can alıcı noktaya getiriyor.  Evrenin derinliklerine dikili gözlere gelmeden önce bilim kurgu adına soracağımız çok  ilgi çekici nokta daha bulunmaktadır: Acaba biz kendi küçük dünyamızda, hatta kendi odamızda yalnız mıyız?

Konuyu biraz daha açalım: Bugün fizikte “Penrose Diagramları” adı verilen buluşun sahibi olan ve kara deliğe yaklaşan bir cismi nasıl bir geleceğin beklediğine dair matematiksel yapıları hesaplayan, bol ödüllü ünlü fizikçi Roger Penrose diyor ki:

“Sonsuz boyutlu Hilbert Uzayı bir tek parçacığın konumu gibi basit bir durumda bile oluşur.” (2)

1- Isaac Asimov,( çev: Hüseyin Özaykın) : Dünya Dışı Uygarlıklar, Cep Kitaplar,İstanbul, 1983, s.7

2-Roger Penrose (çev,Tekin Dereli):Fiziğin Gizemi, Kralın Yeni Usu, TÜBİTAK, İstanbul, 1989, s.136

Burada kastedilen bir tek parçacık, atom altı parçacıklarından – ki küçüklüğü hakkında konuşmaya dahi gerek yok-  herhangi biri ve sonsuz boyutlu bir Hilbert Uzayı onunla birlikte. Yani, neredeyse sonsuz küçüklükteki zerre, sonsuz boyutla iç içe…

Masal gibi değil mi? Hani, hikmetli bir halk masalında Cuma hutbesinde  imam der ki “Allah isterse deve iğne deliğinden geçer!” Ama Padişah bu sözlere ikirciklenerek inanmaz. Ama başından geçen zaman içinde zamanlarla dolu harikulade maceradan sonra bu hakikate sonuna kadar iman eder.

Ama biz soru sormaya devam edelim:  Bu zerrelerin, hatta maddenin bir eşikten sonra dalga karakteri gösterdiği bu mikro kozmosların meydana getirdiği makro kozmosta kaç  boyut ve âlem vardır? Cevabını okuyucunun düşüncesine bırakıp  tekrar soralım: Yalnız mıyız ve kainat ne kadar büyük?

Kainatın büyüklüğünü ifade etmek için Astronomi’nin önde gelen isimlerinden Alan Lightman’dan  küçük bir misal verelim: “1989 yılında Harward-Simith-sonian Astrofizik Merkezinden Margaret Geller ve John Huchra o güne kadar bilinen en büyük galaksi yapılanmasını keşfettiler. Bu, uzunluğu en azından 500 milyon ışık yılı olan ve galaksilerden oluşan bir duvardı.(1)

Bir saniyelik ışık hızı üç yüz bin  km olduğuna göre, Bir ışık yılı yaklaşık olarak 9.460.800.000.000 (9 trilyon 460 milyar 800 milyon) km.dir. Bu rakamı bir de 500 ile çarparsak… Evet, bu noktada kavrama güçlüğü çekmemiz olağanlaşıyor!

Ve… Acaba evrenin derinliklerinde ne var? Evrende sadece insan mı var?

Acaba sadece oksijenle yaşamak mıdır canlı olmak ve sadece üç boyutta mı canlı yaşamaktadır, acaba canlılar sadece dünyada ve sadece madde olarak mı vücut bulmuştur?

Acaba sadece bildiğimiz zaman mıdır zaman, yoksa başka paralel ve kesişen zamanlar, zaman içinde zamanlar, zamanda yolculuk veya zamanda ileri geri kaymalar var mıdır?

Acaba mekan tek midir, mekan içinde mekanlar, mekan ve zaman bükülmeleri olup da bu, bize başka âlemlerin kapılarını açmakta mıdır?

Bu ve benzeri sorulara kendi masallarımızla, destanlarımızla, efsanelerimizle, kıssalarımızla ve menkıbelerimizle, yani kendi kadim edebiyatımızın kaynaklarıyla cevap verirsek, soruların cevabı elbette müspet: Asla yalnız değiliz. Evrende bizimle birlikte yaşayan pek çok canlı formu var, gölde kanat çırpan peri kızlarından eski hamamda cirit atan cinlere kadar…

Konuyu uzatmak mümkündür. Ama biz sorularımızın en can alıcı cevabına geçelim: “Bu vadide kültürümüzün ve kültürümüzün en önemli kaynaklarının başında olan İslam Dininde herhangi bir misal var mıdır? Elbette pek çok misal var. İlk kaynaktan, Kur’an-ı Kerim’den harikulade bir misal:

“81. Süleyman’ın hizmetine de güçlü esen rüzgârı verdik. Rüzgâr, onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere eser giderdi. Biz, her şeyi hakkıyla bileniz. 82. Bir de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapt eden bizdik.” (2)

1- Alan Lightman,Çev, Murat Alev: Yıldızların Zamanı, TÜBİTAK,Ankara, 2000, s.111)

2- Kur’an-ı Kerim Meali, Enbiya Suresi 81-82. Ayet: Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2009, s.350)

Bu iç içeliğin bir de ilmi ve teknolojik yanı düşünülürse bu günkü siber-uzay meselesinin geride kalıp kalmadığını konunun uzmanlarına bırakalım. Bu duruma göre Süleyman peygamber döneminde diğer canlı yaşam formları ile insanlar iç içe idi. Bu adil dönemde cinlerle insanlar bir arada bahtiyardı!

Masal ile bilim-kurgu müzakeresini yaparken çok hoş bir karşılaştırmayı dile getirmeden geçemeyeceğiz: Bilim-kurgunun ana temellerinden birisi, gelecekte olması çok muhtemel bilimsel gelişmelerdir. Bu durum aklımıza “masallardaki bilimsel seviye nedir” sorusunu aklımıza getiriyor. Cevapları aradığımızda şu hususları tespit ediyoruz:

Masallarda pek çok canlı formu insanlarla beraber veya onlara karşı olarak pek çok serüven yaşıyor. Bu gün bilim, uzayda canlılığa geçişte yapıtaşı kabul edilen nükleik asitlerin olup olamayacağı tartışılıyor.

Masallarda evrenin dili çözülüp, canlı, cansız bütün yaratılanlar, kendi dillerince sohbet makamına ulaşmış iken, bu hali bütün masal kaynakları ve elbette dini kaynaklar da desteklerken, ilim dünyasında insanın konuştuğu dillerde anında ( simultane) çeviriler yenidir, insan ile yapılmaktadır.

Masallarda matematiğin sihirli dünyası hep vardır. Bir Hint masalında Brahman hükümdara der ki:

“-Hükümdarım, bana tablanın 64 gözünü dolduracak kadar buğday tanesini vermeni dilerim: Birinci göze 1 tane, ikinci göze 2 tane,  üçüncü göze 4 tane, dördüncü göze 8 tane, beşinci göze 16 tane… Her göze bir öncekinden iki kat fazla buğday tanesi.” (‘1)

Bilim bu matematiksel ritmi yakalamış görünmektedir, ama ufuk sonsuzlara uzanmaktadır.

Masallarda sonsuz küçülmeler ve büyümeler, şekil değiştirmeler ve bu hadiselerin yaşandığı uzun serüvenler anlatılırken bilim dünyası DNA sarmalının sırlarını çözmeye uğraşmaktadır ve “sarmalın kıvrılma yönü, iki zinciri birbirine ters yönde uzanması” ile müthiş bir keşif yaptıklarını iddia etmektedir.(2)

Masallarda zaman içinde zamanlar yaşanırken, zamanda atlamalar söz konusu iken bilim yine arkada kalıyor. Teorik olarak zamanda seyahatin mümkün olduğunu, uzay – zaman bükülmelerini yeni sayılan bir şekilde kabul ediyor. Ünlü fizikçi Paul Davies’e göre zaman dinamik. “Zaman genişleyebiliyor ve bükülebiliyor, eğilebiliyor ve bir tekillikte bile tamamen durabiliyor.” (3)

Masallarda bilinen âlemden, çok büyük ve esiri âlemlere geçişler, mekan içinde birden var olan yeni mekanlar, bilinmezlere kapılar açılıp tayy-ı mekanlar söz konusu iken, bu gün bilim,  bu konuları kısmen ve elbette teorik olarak kabul ediyor.

Neticenin sebebinden evvel var olması, olacağın evvelden bilinmesi, esiri âlemler, masallarda anlatılan en gizemli ve en sevilen konulardan biridir. Batı ilim dünyasında bu durum Albert Einstein’in görecelik Kuramıyla birlikte daha çok tartışılmaya başlamıştır.  Princeton NEC Enstitüsü’nün uzmanlarından Dr. Lijun Wang’ın 2000 yılında yaptığı deneylerle ışık hızını aşılabileceği, böylece zamanda geriye gidişin, sebepten önce sonucun görülebileceği konusu gündeme gelmiştir. Halbuki İslam dünyasında bu konularla ilgili olarak pek çok eser verilmiştir. Küçük bir misal:

“Tertemiz, saf ve gül yüzlü evliya, enbiyaların uyanık halde bile müşahede ve mükâşefe denilen “görüşleri” ile bazı kehanette bulunmaları, konuya bu açıdan yaklaştığımızda hiçte “mantık dışı” görünmez. Bilim bu âlemlere “paralel evrenler” demiş. İslam bunun adını gayb âlemi olarak çoktan koymuştur bile.”(4)

1- Georges İfrah (çev: Kurtuluş Dinçer):  Uzak Doğu’dan Maya Ülkesine Bir, İki, Üç… IV, Rakamların Evrensel Tarihi, TÜBİTAK, 5. basım,  Ankara, 1998,s 137

2- James D. Watson, İkili Sarmal, TUBİTAK, Ankara, 1999, 12.basım, s. 45

3- Paul Davies, (Çev: Murat Temelli): Tanrı ve Yeni Fizik, İm Yayım Tasarım, İstanbul, 1995, s.239)

4- Taşkın Tuna: Uzayın Sırları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1992, s.317“

Masallarda seyahat makinesiz yapılacak seviyede iken bilim-kurgu eserlerde makinelerle seyahat mümkün olabilmektedir. Bilimde ise henüz ışık hızına yakın mesafelerde dahi seyahat mümkün olamamaktadır.

Masallarda sosyal hadiselere pek çok güzel çözümler bulunurken günümüzde sosyoloji başta olmak üzere bütün sosyal bilimler çok sıradan meseleleri dahi çözememekte,  pek çok varsayım birbirini nakzetmektedir. İnsanlığın dertlerine çare bulmak için ortaya atılan abartılı ideolojiler, teoriler ve görüşler insanlığın dertlerine deva olamamaktadır. Sosyalizm gibi, kapitalizm gibi, liberalizm gibi…

IV- NETİCE: BİLİM-KURGU MASALI YAZILIR MI?

Bu soruya cevap vermeden evvel masallarımızın girişindeki tekerlemelerden bir misal ile bu konuyu irdeleyelim: “Bir varmış, bir yokmuş, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, ninem düştü eşikten, dedem koştu eşikten…”

Bilim-kurgu cephesinden bakarsak bu tekerleme girişinden şunu anlayabiliriz: Tekerleme kahramanı anlatıcı bir zaman ve mekan seyyahıdır. İlk cümledeki “bir” kelimesini mekana yorarsak bir görünüp bir kaybolan mekanlardan, yani boyutlar arası geçişten rahatlıkla bahsedebiliriz. İkinci cümle çok daha ispat edici bir cümledir. Zira kahramanımız zamanda geriye giderek ninesinin bebekliğinde durmakta, onun beşiğini sallamaktadır.

Bu geri gidişler kültürümüzde ve Kur’an’da da yer almaktadır. Saba Melikesi ile Süleyman Peygamber arasında geçen o ünlü hikâyede Padişah Saba Melikesi Belkıs’ı en çabuk kimin getireceğini sorar. Cinlerden bir ifrit “ sen yerinden kalkmadan önce” der. “Kitaptan bilgisi olan biri, Ben onu gözünü kapayıp açmadan sana getiririm” dedi. Süleyman tahtı yanında yerleşmiş olarak görünce şöyle dedi: Bu, şükür mü yoksa nankörlük edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur.  Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse  (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.”(1)

Bu duruma göre kitaptan bilgisi olan o şahsiyet zamanda geri gidip Süleyman peygamberin konuşması biterken Saba Melikesi Belkıs’ı getirmiş olmaktadır.

Masallarımız bu misallerle doludur. Yani bizim masallarımız bilim-kurgu türüne hiç yabancı değildir. Dünyanın en ünlü bilim-kurgu eserleri de –yukarıda da belirtildiği gibi- masallardan, efsanelerden, destanlardan beslenmektedir.

O halde bilim- kurgu masal şeklinde de yazılabilir, yazılmalıdır da.

O halde yukarıda kısaca söz ettiğimiz, misaller de verdiğimiz destanlarımızı, efsanelerimizi, hikâye ve fıkralarımızı hatta ninnilerimizi bilim kurgu öğeleriyle destekleyerek masal biçiminde yazmak pek mümkündür. Bunun, gelişmiş ülkelerin film sektörünün dünyaya yaydığı ve her alanda muzır  animasyon filmlerinin, sanal çocuk oyunlarının zararını önleme bakımından milli bir görev olduğu kanaatindeyiz.

O halde geçmişte başka evrenlerde, başka gökadalarda, güneş sistemlerinde, esiri âlemlerde olduğu kabul edilen büyük medeniyetlerdeki yaşanmışlıkların ve kahramanlıkların, gelecekte olması muhtemel fantastik hadiselerin, bilim-kurgu temeline dayandırarak masalını yazmak, filmlerini, animasyonlarını, çocuk oyunlarını yapmak, bunları, kadimden bu tarafa gelen ve pek zengin olan edebiyatımızın beslediği öğelerle desteklemek, böylece çocuklarımıza aktarmak, kültürümüzü korumak ve geleceğine ışık tutmak açısından milli vazifemizdir diye düşünüyoruz.

1- Kur’an-ı Kerim Meali, Neml Suresi 40. Ayet:  Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2009, s.350

KAYNAKÇA
 
KUR’AN-I KERİM MEALİ, ENBİYA SURESİ : Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2009

KUR’AN-I KERİM MEALİ, NEML SURESİ : Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, 2009

1-ALANGU Tahir: Keloğlan Masalları, Türk Dili Dergisi, C.219,S.20

2-ALPTEKİN Ali Berat: Fırat Havzası Efsaneleri, Tefsa Yayıncılık, Elazığ, 1993

3-ALPTEKİN Ali Berat: Hayvan Masalları, Kültür Bakanlığı/1273, Gençlik ve Halk Kitapları/57

4-ARICI Ali Fuat :Tür Özellikler ve Tarihlerine göre Türk ve Dünya Masalları,A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı :26, Erzurum, 2004

5-ASİMOV, Isaac,( çev: Hüseyin Özaykın) : Dünya Dışı Uygarlıklar,Cep Kitaplar,İstanbul, 1983,

6-CLARKE, Arthur C, (çev:Oya İşeri, Arda Tüzünsoy): 2010 Uzay Efsanesi, İthaki, İstanbul,1998

7-DAVİES, Paul, (Çev:Murat Temelli): Tanrı ve Yeni Fizik,İm Yayım Tasarım,İstanbul, 1995

8-ERCİLESUN, Ahmet Bican: Başlangıçtan Günümüze kadar Büyük Türk Klasikleri, Tarih Antoloji Ansiklopedi, Ötüken- Söğüt, I. Cilt, 1985

9-ESEN, Ahmet Şükrü: Anadolu Destanları , Kültür Bakanlığı Yayınları,1991

10-EXUPÉRY, A. De Saint, (çev:Selim İleri): Küçük Prens, Bilgi Yayınevi,İstanbul, 1980

11-GENÇOSMAN, Kemal Zeki:Türk Destanları, Hürriyet Yayınları, 1972

12-GÜNEY, Eflatun Cem: Masallar, Kültür Bakanlığı/523, Çocuk Kitapları /43, Ankara , 1990

13-İFRAH, Georges (çev: Kurtuluş Dinçer):  Uzak Doğu’dan Maya Ülkesine Bir, İki , Üç… IV, Rakamların Evrensel Tarihi, TÜBİTAK, 5. basım,  Ankara.

14-LİGHTMAN, Alan,(Çev:Murat Alev): Yıldızların Zamanı, TÜBİTAK,Ankara, 2000,

15-KABAKLI,  Ahmet:Türk Edebiyatı,1.cilt, TEV Yayınları, İstanbul,1989

16-KABAKLI,  Ahmet: Türk Edebiyatı,II.cilt, TEV Yayınları, İstanbul,1989

17-KABAKLI,  Ahmet: Ejderha Taş, TEV yayınları, İstanbul, 1991

18-NİZAMİ: Akıllı Çocuğun Hikâyesi: Kültür Bakanlığı Yayınları/1365, Türk Dünyası Edebiyatı Dizisi/26, Ankara,1991

19-PENROSE, Roger (çev:Tekin Dereli): Fiziğin Gizemi, Kralın Yeni Usu, TÜBİTAK, İstanbul, 1989

20-SABİH,  Sabir : Azerbaycan Masalları, Baku, 1976

21-SAKAOĞLU, Saim:Türk Çocuklarına Masallar, Kültür Bakanlığı Yayınları:286

22-SARGIN, Ahmet (derleyen): Susuz Ülkenin Yedi Başlı Devi, Özgül Yayınları isparta,

23-Serhat A.Ş. Çocuk Klasikleri Dizisi, İstanbul,1997

24-TUNA,Taşkın: Uzayın Sırları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1992

25-WATSON James D: İkili Sarmal, Tübitak, Ankara, 1999, 12.basım
 
 

Yazar

Suzan Çataloluk

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar