Millî şuur = Ulus bilinci

Büyük felaketler millî duyguları coşturur. Millî şuur sahibi aydınlar, millî duyguları coşmuş olan halka önderlik eder ve böylece millî felaketlerden millî zaferler doğar. Osmanlı Türkleri, yirminci yüzyılın başlarında büyük felaketler yaşadı. Yüzlerce yıllık vatan topraklarını kaybetti; milyonların göçleriyle insanlar birbirine karıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Anadolu topraklarının da düşman çizmeleriyle çiğnendiğini gördü. Bu onlar için […]


Paylaşın:

Büyük felaketler millî duyguları coşturur. Millî şuur sahibi aydınlar, millî duyguları coşmuş olan halka önderlik eder ve böylece millî felaketlerden millî zaferler doğar.

Osmanlı Türkleri, yirminci yüzyılın başlarında büyük felaketler yaşadı. Yüzlerce yıllık vatan topraklarını kaybetti; milyonların göçleriyle insanlar birbirine karıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Anadolu topraklarının da düşman çizmeleriyle çiğnendiğini gördü. Bu onlar için yüzlerce yıllık tarihlerinde asla görülmemiş olan büyük bir felaketti. Yüreklerindeki ızdırap patlamaya hazır bir bombaya dönüşmüştü. İşte o zaman millî şuur sahibi aydınlar ortaya çıktı; Mustafa Kemal’in önderliğinde teşkilatlandı ve halkın millî duyguları galeyana getirildi. Galeyana gelmiş halkın yüreğinden kopan büyük güç bir mucize yarattı ve Osmanlı’nın sönmüş küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Bir ölüm kalım savaşı sonunda cumhuriyeti kuranlar yeni rejimin değiştirilmesi mümkün olmayan esaslarını kanlarıyla belirlediler. “Her Türk hür doğar, hür yaşar.” (1924 anayasası, 68. madde); “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur (denir.)” (1924 anayasası, 88. madde) diyerek devletin bir Türk devleti olduğunu tescil ettiler. Türkiye devletinin bir cumhuriyet, resmî dilin Türkçe olduğunu anayasanın ilk iki maddesine yazarak değişmeyecek hükümleri gösterdiler.

Yirmi birinci yüzyılın başında da Türkiye Türkleri felaket denilecek kadar acı günler yaşamaktadır. Vatan toprakları parayla satılmakta; yabancı ülkelerin talimatıyla kanunlar çıkarılmakta; başka bir millet adıyla vatana ortak olmak isteyenler isyan edip askerimizi, polisimizi şehit etmektedir. Her şehidin ardından milletimiz kenetlenip hançeresini yırtarcasına “şehitler ölmez, vatan bölünmez” diye haykırmakta; fakat isyancıları ezip yok etmesi gereken sorumlular, yıllardır görevlerini yerine getirmemektedirler. Üstelik büyük büyük televizyonların kanalları, “vatan bölünmez” diyen milyonlara karşı, yüzde onu asla geçmeyecek olan azınlığın temsilcileri imiş gibi ekranlarına durmadan “vatan bölünür” diyenleri çıkarmaktadırlar. İşte sorumluların ve televizyonların bu tutumu, yaşanan günleri bir “felaket” hâline getirmektedir. Fakat hiç şüphesiz bu felaketten de millî bir zafer doğacaktır.

Zaferi doğuracak olan uyanışın emareleri görülmeye başlanmıştır. Şehitlerimizin ardından artık on binler sokaklara dökülmektedir. Şehitlerin resimleri al bayrakların yanında birer bayrak gibi dalgalanmakta; hainlere, duyarsızlara ve umursamazlara gereken ikazı yapmaktadır. Bölücülerin taleplerini görüşme teşebbüsünde bulunanlar, halkın uyarılarını, istemeseler de anlamakta ve müzakere siyasetlerini değiştirmek zorunda kalmaktadırlar. Onlar da bilmektedirler ki vatan söz konusu olduğu zaman halk patlamaya hazır bir volkandır. Vatan ne bölünme kabul eder, ne de ortak kabul eder. Habis görüşmeler, necaset çukurlarına atılmalıdır ve atılacaktır.

Cumhuriyet kutlamalarını iptal edenlere de bizzat halk karşılık vermiştir. Bayraklarını, Atatürk posterlerini ve şehitlerimizin resimlerini ellerine alan on binler caddeleri ve meydanları doldurarak “cumhuriyetin sahibi bizleriz” demiştir. Motosikletine binen sporcu bayrağı göğsüne sarmış, derin sulara dalan dalgıç bayrağı su altında dalgalandırmıştır. Caddelerden, meydanlardan, denizlerden cevap var: “Şehitler ölmez, vatan bölünmez; Türkiye laiktir, laik kalacak; yaşasın cumhuriyet!”

Milleti, ulusu kaale almayanlara karşı, “millet” kelimesini kim bilir ne anlamda kullanıp bir türlü “Türk” diyemeyenlere karşı âdeta yeniden bir ulus bilinci doğuyor. İlk çıktığı zaman çok da fazla çağrışımı yokmuş gibi görünen “ulus” kelimesinin âdeta içi doluyor; acı ve tatlı olaylarla kelime, yeni çağrışımlar kazanıyor, kutsallaşıyor. Her dönem kendi kutsallarını ve kendi kelimelerini yaratır. Ulus ve ulus bilinci de yeni mücadelenin bayrağı olmaya aday gibi görünüyor.

Evet!.. Büyük felaketler millî duyguları coşturur. Ulus bilincine sahip aydınlar, millî duyguları coşmuş olan halka önderlik eder ve böylece millî felaketlerden millî zaferler doğar.

Yazar

Ahmet Bican Ercilasun

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar