23.03.2025

Bedelin hanesi

Kurdun hikâyesini ben de defalarca okudum ve düşündüm. Haykırmamak için kendimi zor tuttum.


Merhum Genel Başkanımız Sadi Somuncuoğlu tarafından yazılan bu makale, Töre Dergisi’nin 1982 yılındaki 139. sayısında yayımlanmıştır.

Geçen yazıda değerli insan, merhum Arif Nihat Asya Hocamızın bir yazısından bahsederek, bugünle irtibatını kurmaya çalışmıştım. Böylece taa 1929’da yazılmış bir konuyu bugünün şartlarında tekrarlayarak, temel meselelerle, bunlara bağlı temel tavırların hep sürüp gittiğini tesbit imkânını bulduk. Ayrıca, aramızdan ayrılmış ve ebedî âleme intikal etmiş olan milliyetçi bir büyüğümüzün manevi huzurunda, onun düşünce ve duygularıyla bir defa daha beraber olduk.
Ben yazıda da aynı usulü takip ederek, dünle-bugünü bir Türk büyüğünün fikir ve duygularında ifade etmeye devam edeceğim.
«..Ağaç dallarını ayırarak adım adım yürüyorlar. O sıra üç avcı duruyor, şair Vigny ne gördüklerini aranıyor ve birdenbire karşısında iki alev saçan göz görüyor*, Kurt! Biraz ötede de yavruları ve gölgeleri raksa benzeyen bir kımıldanışla kımıldanıyor. Kurdun yavruları sessiz sessiz oynuyorlar. Yavru olmakla beraber, bir kurt sevk i tabiisiyle biliyorlar ki, düşmanları olan insanoğlu birkaç adım yakında, pusudadır. Kurdun dişisi bu tehlike karşısında bir zamanlar Roma’nın banileri Remus ve Romulus’ü emzirdiği için, Romalıların taptığı heykel gibi câmid duruyor.
Erkek kurt anlıyor ki, bütün yollar kapalı… ricat tariki kesilmiş.. Geliyor, ön ayaklarının tırnaklanyla kumluğa saplanarak çömeliyor. Üzerine atılan köpeklerin en ziyade cüretkârca saldıranını seçiyor, o köpeğin gırtlağına dişlerinin bütün savletiyle sarılıyor. Avcılar üstüne vira ateş ediyorlar, vücudunu delik deşik bir hâle sokuyorlar, bıçaklarını kurdun böğrüne üşürüyorlar. Lâkin kurt, demir gibi çene kemiklerini çözmüyor, köpeği bırakmıyor, nihayet köpeği gebertiyor.
Kurt; etine, kabzasına kadar saplı duran bıçaklarla çömelmiş kanlar içinde avcılara bir bakıyor. Avcılar tüfekleri tetikte, etrafını sarıyorlar. Kurt; ağzından akan kanları diliyle yalıyor, avcılara bir defa daha bakıyor. Nihayet nasıl öldürüldüğünü bilmeğe tenezzül etmeksizin iri gözlerini kapıyor ve hiç ses çıkarmadan ölüyor.
Şair Vigny, bu maceradan sonra başını tüfeğinin namlusuna dayıyor, dişi kurtla yavrularının peşinden koşmağa karar veremiyor ve diyor ki: Eğer bu iki yavru olmasaydı, o güzel ve kederli dul, erkeğini bu büyük imtihan karşısında yalnız bırakmazdı! Lâkin bir vazife vardı. O iki yavruyu dağlara kaçırmak, onlara orada açlığa tahammül etmeği ve şehirlerde bir lokma ekmeğe ve bir yatacak yere mukaabil, insanın önünde av avlayan zelil hayvanların insanla akdettiği ittifaknameye hiçbir zaman dahil olmamayı öğretmekti.
Şair Vlgny, hikâyesinin bu noktasında kalmıyor ve felsefesinin bir cezbesiyle şiirini bitiriyor, diyor ki: “Hayattan ve bütün ızdıraplardan nasıl ferâgat edilir? Ey ulvî hayvanlar, yalnız siz biliyorsunuz!
Yeryüzünde ne olduğumuzu ve arkamızdan ne bıraktığımızı bir kere iyice hesap ettikten sonra, anlaşılır ki, ulvî olan ancak sükûttur.. maadası zaaftır.”
Şair, kurdun o son bakışında ne demek istediğini anlıyor. Asil hayvan, o son bakışıyla demek istiyor ki: “İnlemek, ağlamak, yalvarmak hepsi zillettir. Kaderinin seni sevkettiği yolda uzun ve ağır vazifeni, dişini sıkarak ifa et! Sonra da benim gibi hiç ses çıkartmaksızın ızdırap çek ve öl!”
Bu kurt hikâyesi kaç defa beni derin derin düşündürdü. Zannettim ki, şair Vigny bizim maceramızı anlatmış! O erkek kurt, ölen ordudur; o dişi kurt, anne Anadolu’dur; o kurdun yavruları, İnönü ve Dumlupınar çocuklarıdır ki, dul annelerinden aldıkları dersi tekrar ediyorlar:
«’Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl!’»
Bu parça, ölümsüz insan, büyük şair Yahya Kemal’in «Kurdun dişisi ve yavruları» başlığı altındaki yazısından alınmıştır. Bu hikâye insanlara çok şey öğretecek derin manalar taşıyor. Bu dünyada ucuz yaşanmıyor. Yaradılışa uygun yaşayabilmenin, millet olmanın ve devlet kurmanın elbette bir bedeli var. Dün de vardı, bugün de var. Dün ucuz değildi, bugün çok pahalı…
Kurdun hikâyesini ben de defalarca okudum ve düşündüm. Haykırmamak için kendimi zor tuttum.
Yarabbi!
Ödeyelim, biz de bedeli neyse ödeyelim!
Başka türlüsünü düşünemeyiz. Ama asırlardır sürüp geldiği gibi, bu bedel hep can, kan ve hayat mı olacak? Alınteri, göz ve gönül nuru ve beyin enerjisi ne zaman bedel hanesini dolduracak?

Yazar

Töre Dergisi

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar