Yükleniyor...
Yazarımız Ercilasun’un, Ötüken Neşriyatça basılan
“Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları”
kitabının başında yer alan yazısını sunuyoruz.
Sadri Maksudi Arsal
Sadri Maksudi’nin “Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları”nı yıllarca önce okumuştum. O zamandan bugüne kalan sadece müspet bir intiba ve hayal meyal bazı fikir kırıntıları idi. Yıllar sonra eseri tekrar okuyunca, Sadri Maksudi’nin, en çapraşık zannedilen meseleleri nasıl vazıh bir şekilde ortaya koyabildiğine hayret ettim. Sonra da düşündüm ki bazı temel kitaplar, bir defa okunup bir tarafa atılmamalı; zaman zaman tekrar okunmalıdır. İşte Sadri Maksudi’nin eseri, böyle temel kitaplardan biridir.
Sadri Maksudi’nin ruhundaki milliyetçilik tohumları, esir bir Türk ülkesinde, Kazan’da, henüz kendini bilmeğe başladığı 16-17 yaşlarında yeşermeğe başlamıştır. Kazan Türklüğü, Türk milletinin yaşama gücünü en iyi gösteren örneklerden biridir. Biz uzaktan, bugün Sovyetler Birliği içinde kalmış Türklerin hepsinin sanki aynı zamanda bu esaret hayatına düştüklerini zannederiz. Hâlbuki Batı Türkistan’ın esaret hayatı 100-150 yıllıktır. Kazan ise 1552 tarihinde Rus istilâsına uğradı. Yani bundan tam 465 yıl önce. İşte şâyân-ı hayret olan ve Türk milletinin yaşama gücünü gösteren hadise budur. Dört asrı aşkın bir zamandan beri esaret altında olan İdil-Ural Türklüğü, milliyetinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
19. asrın sonlarında ve 20. asrın başlarında, tesirleri Türkiye’ye kadar uzanan Türkçülük hareket ve fikirleri Kazan ve civarında kendisini gösterdiği gibi, bugün de aynı bölgedeki Türkler millî dil, kültür ve tarihleri üzerinde milliyetçi bir ruh ve heyecanla çalışmaktadırlar. Zaten Sadri Maksudi’nin üzerinde durduğu en mühim fikirlerden biri de, milliyetçiliğin sosyolojik bir vakıa olduğu, bu sosyolojik vakıanın da biyolojik temellere dayandığı fikridir. Sadri Maksudi’ye göre, uzak mazide bir devlet hayatı içinde uzun müddet yaşayan bir millet, sonradan esarete düşse dahi, eğer belli bir bölgede yeterli nüfusa sahip olarak yaşıyorsa, bu biyolojik ve sosyolojik kanun gereği, asla kimliğini kaybetmez. Hatta millî kültür eserleri yok edilse, millî dili şehirlerden ve yazılı eserlerden çıkarılıp köylere sürülse bile günün birinde kendini bulur; asimile edildiği zannedilen topluluğun birden bire bir millet olarak ortaya çıktığı görülüverir.
Sadri Maksudi’nin anlattığı Çek milletinin macerası bu bakımdan son derece ilgi çekicidir. 1620’de Bela Gora’da Almanlara yenilen Çeklerin bütün asilleri ve aydınları imha edildi. Çek dilinde yazılmış bütün kitaplar yakıldı, kütüphaneler yıkıldı. Çek dilinde eser neşretmek yasaklandı. 40.000 Çek aydını vatanını terk etmek zorunda kaldı. Resmî dil ve öğretim dili Almanca oldu. Şehirlerde yaşayan Çekler, Çekçeyi unuttular; Almanca konuşmaya ve Almanlaşmaya başladılar. Çekçe, sadece uzak köylerde konuşulan bir dil hâline geldi. 1620’lerden 1800’lere gelindiğinde artık Çekler Almanlaşmış sayılıyordu. Fakat 19. asırda Çek milleti yeniden doğdu. Çekçeyi unutan Çek münevverleri kendi dillerini yeniden öğrendiler. Halk edebiyatından ve atasözlerinden Çekçe, yeniden bir edebî dil hâline getirildi. Zamanla bütün münevverleri saran Çek olma şuuru, bugünkü Çekoslovakya’yı meydana getirdi.
Sadri Maksudi, Fin ve Yahudi örneklerini de çok dikkat çekici vakıalar olarak anlatır. Üstelik Yahudiler ülkelerinden ayrılmış ve dünyanın her tarafına dağılmışlardı. Aradan da öyle 200 yıl değil 2000 yıl geçmişti. Dilleri konuşulan bir dil de değildi artık. Sadece dinî eserlerde ve dualarda kalmış bir dildi. Bu millet de 20. asırda yeniden doğdu. Dünyanın gözü önünde, 2000 yıl sonra, benim dediği topraklara sahip oldu. İşte Sadri Maksudi bütün bu vakıaları, biyolojik ve sosyolojik kaynağa dayanan milliyet duygusunun asla ölmeyeceğine misal olarak anlatır. Bugün yaşasaydı, İran Türklüğü içinde bir edebiyatın doğmakta oluşunu da şüphesiz Çek örneğine benzetirdi. Yıllarca kendi dillerinde öğrenim görmesi, eser neşretmesi yasaklanmış olan İran’daki Türk aydınları, 1978’den beri, tıpkı 19. asırdaki Çek aydınları gibi, halk şiirlerini, manilerini, atasözlerini, destanlarını toplayıp neşretmekte; millî dil sevgisini, millî duyguları işleyen şiirler ve eserler yazmakta; gazeteler ve dergiler çıkarmaktadır. İran Türklüğü âdeta kendine dönmüş, milliyetini yeniden bulmuştur.
Sadri Maksudi’nin içinde büyüdüğü Kazan Türklüğü de 19. asrın sonlarında böyle bir millî uyanışa sahne oluyordu. Bilhassa Kırım’da İsmail Gaspıralı’nın çıkardığı Tercüman gazetesi İstanbul’dan Azerbaycan’a, Kazan’a, Türkistan’a ve Batı Sibirya Tatarlarına kadar ulaşıyor, okunuyor; İstanbul ağzına dayanan edebî bir Türk dili, bütün Türk dünyasının müşterek yazı dili olma yolunda ilerliyordu. Bolşevik ihtilalinin getirdiği neticeler olmasaydı, bugün bütün Türk dünyasında ortak bir edebî dil belki de zuhur etmiş olacaktı.
Sadri Maksudi henüz 20 yaşlarında iken İsmail Gaspıralı ile tanışmış, 1901-1906 arasında, Paris’te tahsilde bulunduğu yıllarda Tercüman’a yazılar göndermişti. 1906’dan 1918’e kadar Sadri Maksudi, Rusya’daki Türklerin hürriyet ve istiklal mücadelesi içinde önemli vazifeler yüklenir. Bu tarihlerde Rusya’daki bütün Türklerin temsilcilerinin katıldığı kongrelerde, ileri gelen Türk aydınları arasında o da vardır. Bilhassa Rus meclisi Duma’da ve çeşitli toplantılarda Türklerin haklarını müdafaa eden nutukları dalga dalga Türk âlemine yayılmıştır. Bakınız, iktidarda bulunan Kadet Partisi kongresinde 1917 yılında, Birinci Dünya Harbinin sulh şartları görüşülürken aynı partinin mensubu olan Sadri Maksudi nutkunda ne diyor:
“Beyler, Rusya’da siyasî hayat başladığı günden beri, biz Müslümanlar, gerek Teşriî Meclis’te, gerek Belediye Meclislerinde, her zaman inkılâpçı partilerle ve bilhassa Kadet Partisi ile birlikte hareket ettik. Muhtemelen bu, istikbalde de böyle olacaktır. Onun için sizler Rusya Müslümanlarının görüşlerine ve arzularına ehemmiyet vermelisiniz. İnkılâpçı partiler ve Kadet Partisi geçmişte Müslümanların yardımına nasıl muhtaç olmuşsa, gelecekte de şüphesiz muhtaç olacaklardır. Siz, ‘Artık iktidarı elde ettik, Parti ve grupların desteğine muhtaç değiliz’ düşüncesinde olmayınız. Gelecekte Müslümanların efkâr-ı umumiyesine dayanmağa muhtaç olmayacağınızı zannetmeyin.”
“Beyler, biz Müslümanlar biraz evvel Rodiçef’in İstanbul ve Boğazlar hakkında söylediği sözler üzerine, sizleri heyecana getiren hislere iştirak etmiyoruz. Türkiye’nin yok edilmesine, tarumar edilmesine biz asla razı değiliz. Türkiye’nin vücut ve bekasına aykırı olan siyasete iştirak etmek bizim dinî ve ırkî hislerimize mugayirdir. Biz Müslümanlar her milletin kendi mukadderatına sahip olmasına taraftarız. İmzalanacak sulh bütün milletler için adalet ve hürriyet prensiplerine dayanmalıdır.”
“Biz Müslümanlar, Türkiye’nin payitahtının ve Boğazların Türkiye’nin elinden alınmasının sulh şartları arasına girmesine katiyyen razı değiliz. Biz bunu protesto ediyoruz. Siz bizi bu hususta hissen anlayamazsanız bile, hiç olmazsa aklen anlamağa çalışınız.”
“Biraz evvel Müslümanların umumî efkârına ehemmiyet veriyorsanız, onların desteğini istiyorsanız, fikir ve hislerini de hesaba katmalısınız, demiştim.”
“İşte size açıkça söylüyorum: Siz Müslümanların desteğini istiyorsanız ve buna kıymet veriyorsanız, sulh şartları arasından Boğazları ve İstanbul’u almak meselesini çıkarınız. Bu mesele programımızda yer almasın. Size bunu ısrarla teklif ediyorum.”
İlgi çekici olan taraflardan biri de, Moskova’da irat edilen bu nutkun, aynı yıl, 2 Ağustos 1917’de İstanbul’da çıkan Türk Yurdu’nda yayımlanmış bulunmasıdır. Türk tarihinin önemli vesikaları olan bu nutukların derlenip toparlanması ve bir bütün olarak neşredilmesi şarttır.
22 Temmuz 1917’de Kazan’ın büyük tiyatro binasında toplanan Rusya Türkleri Kurultayı, “İç Rusya ve Sibirya Türk-Tatarları Millî Medenî Muhtariyeti” kurulmasına karar verir ve bu muhtar idarenin başkanlığına da Sadri Maksudi seçilir. 22 Temmuz 1917’den 25 Nisan 1918’e kadar dokuz ay süren Muhtar Türk İdaresi ve Sadri Maksudi’nin devlet başkanlığı, Bolşeviklerin hâkimiyeti üzerine sona erer ve aranan Sadri Maksudi “köylü kıyafetine girerek, köylerde saklana saklana Finlandiya’ya geçmeye muvaffak olur.”[1]
Sadri Maksudi’nin Rusya’daki mücadelesi milliyetçiliğinin aksiyon tarafıdır. Onun yukarıda bahsettiğimiz mücadeleleri, Kazan Türklüğü arasında, “Komünist rejiminde bile, bir efsane gibi, dedeler tarafından torunlara anlatılırmış.”[2]
Burada, “kahraman yetiştirebilmek milletler için çok kıymetli bir haslettir; bu, milletlerin yaşama, payidar olma kudretinin garantisi ve teminatıdır” diyen Sadri Maksudi’nin kahraman kavramı hakkındaki şu sözlerini de nakletmek şart oldu:
“Milletin hayat ve bekasının bahis mevzuu olduğu mücadele ve savaşlarda büyük yararlıklar göstermiş, millete olağanüstü hizmetlerde bulunmuş insanlara kahraman adı verilir. Bu büyük şahsiyetler milletin hâfızasında derin ve ebedî izler bırakırlar. Millet içinde zuhur eden milletsever halk şairleri bu kahramanların menkıbelerini şiirle tebcil ve terennüm ederler, onlar hakkında destanlar yazarlar. Bu suretle kahraman, milletin ‘Mukaddesat’ hazinesinde yer alır.”[3]
İşte Sadri Maksudi de, Rusya’daki efsaneleşmiş mücadelesi ile milletimizin “mukaddesat” hazinesi içinde yer alan kahramanlardandır.
Sadri Maksudi’nin milliyetçiliği, 1918’den 1925’e kadar Berlin ve Paris’te, 1925’ten hayatının sonuna (1957’ye) kadar da Türkiye’de araştırma, üniversite kürsülerinde öğretim, yazı ve kitaplar şeklinde neşriyat olarak tecelli eder. Başka bir ifade ile 1918’e kadar aksiyon ve mücadeleleriyle Türk milliyetçiliği içinde yer alan Sadri Maksudi, bu tarihten sonra fikirleriyle Türk milliyetçiliğinin inşasında vazife alır.
1930’da Türk Ocakları İlim ve San’at Heyeti neşriyatı millî serisinin ilk eseri olarak neşredilen meşhur “Türk Dili İçin” adlı kitabı. Atatürk’ün “millî his ile dil arasındaki bağ”ı anlatan meşhur sözünün iç kapakta yer aldığı bu eserde Sadri Maksudi, “geçmişte, bugünkü ve gelecekteki yazı dilimiz üzerinde düşünceler”ini anlatır. Sadri Maksudi, hayatının sonuna kadar Türk birliği ülküsü için yaşamış bir ülkücüdür. Bu eser onun Türk dil ve kültür birliği ülküsünü ifade eden mühim çalışmasıdır.
1947’de basılan “Türk Tarihi ve Hukuk”ta, Türk üniversitelerinin ilk hukuk tarihi profesörü olarak Sadri Maksudi’nin en eski Türk eserlerinden, destanlar, Orhun abideleri, Uygur vesikaları ve bilhassa Kutadgu Bilig’den çıkardığı Türk hukuk ve devlet anlayışı ortaya konmuştur.
Nihayet ilk baskısı 1955’te yapılan ve muhterem kızları Adile Ayda Hanımefendi’nin ifade ettikleri gibi, “Sadri Maksudi’nin en son yazdığı ve en çok önem verdiği” eser olan Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, “Sadri Maksudi’ye, ömrü boyunca rehberlik etmiş, onun hayatını manalandırmış bir his ve idealin, ilmî temeller üzerine oturtulmuş bir abidesidir.”[4]
Kitaplarından başka, maalesef toplu olarak neşredilmemiş bulunan muhtelif makale, tebliğ ve konferansları da onun fikrî milliyetçiliğini anlatan eserlerdir.
Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, beş ana bölümden oluşuyor. “Irk Meselesi” başlıklı birinci bölümde Sadri Maksudi, ırktan ne anladığını, ırk hakkındaki görüşleri dile getiriyor. Aşağıda bu konuya temas edeceğim. Eserin ana bölümü ikinci bölümdür: “Millet ve Milliyet”. Çeşitli nazariyelerin ele alındığı bu bölümde Arsal’ın esas fikirlerini buluruz. Üçüncü bölümde milliyet konusundaki aşırı cereyanlar, beşinci bölümde “Zamanımızda Milliyetçilik” işlenir. “Tarihte Milliyet Duygusu” başlıklı dördüncü bölüm, konuyu örneklerle, muşahhas bir şekilde ortaya koyar. Çek, Fin, Yahudi örnekleri bunlar arasındadır.
Şimdi, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları’na, dayanmak suretiyle onun bazı önemli fikirlerini öz olarak belirtmeğe çalışacağım.
Sadri Maksudi’nin bu eserde en büyük önemle üzerinde durduğu fikir, “milliyet duygusunun sosyolojik bir şe’niyet (gerçeklik)” olduğu fikridir. Ona göre milliyet duygusunun dayandığı sosyolojik gerçek, “fertlerin mensup oldukları kütleye karşı duydukları bağlılık hissidir.” Bu bağlılık hissine sosyologlar “zümre şuuru, zümre hissi, zümre zihniyeti” gibi adlar verirler. Bu bağlılığın kaynağı ise biyolojiktir. Bütün canlıları içine alan ve biyolojinin en önemli kanunlarından olan “hayat için mücadele” kanunu, insanları da düşmana karşı koyabilmek ve hayatı idame ettirebilmek için, mensup oldukları kütleye bağlanmaya mecbur tutar. İşte bu kütleye bağlanış da, milliyetçilik duygu ve şuurunu uyandırır.[5] Bence Sadri Maksudi’nin fikirlerinin en önemli tarafı ve Türk milliyetçiliği fikir tarihinde ona özel bir yer ayırmamızı gerektiren yanı, işte bu, milliyetçiliği insan ve cemiyet hayatının tabii neticesi olarak gören ve böylece milliyetçilik fikrini, biyoloji ve sosyolojinin ilmî temellerine oturtan görüşleridir. Milliyetçilik konusunda son yıllarda öne çıkan sosyobiyoloji teorisini[6] Sadri Maksudi daha 1950’lerde ortaya koymuştur. Bu görüşün tabii neticesi olan ve ister istemez kabul edilmesi gereken bir düşüncesi daha vardır Sadri Maksudi’nin: Milliyetçilik fikri milletle yaşıttır. Yani bazılarının zannettiği gibi milliyetçilik fikri Fransız ihtilali ile doğmuş değildir; ilk çağlardan beri mevcuttur[7]. Ancak çeşitli sebeplerle küllenen bu duygu, 19. asırda yeniden canlanmıştır.
Biyoloji ve sosyoloji kanunlarının tabii neticesi olan milliyet duygusunu S. Maksudi şöyle tarif eder: “Milliyet duygusu bir millete mensup fertlerin, o milletin mazisine, istikbâline, lisanına, kültürüne, ülke ve toprağına karşı besledikleri derin, irsîleşmiş bağlılıktan ibaret bir ruhî halettir. Bu ruhî halet millet içindeki bütün normal fertlere şâmil olduğundan, ferdî olduğu kadar da ‘kollektif bir duygudur.”[8]
Bu tarifteki iki noktaya dikkat çekmek isterim. Sadri Maksudi “irsîleşmiş bağlılık” diyor. Çünkü sonradan kazanılmış ruhî özelliklerin de irsiyetle nesilden nesile intikal ettiğinin ispatlandığını, bilhassa Spencer’e dayanarak ifade eder. İkinci nokta, milliyet duygusunun “millet içindeki bütün normal fertlere şâmil” olduğunu söylemesidir. İnsanın mensup olduğu kütleye bağlılığı, yani milliyet duygusu, biyoloji ve sosyoloji kanunlarının tabii neticesi olduğuna göre, bunun aksi, yani mensup bulunulan kütleye bağlı olmama hâli de elbette gayri tabii yani anormal bir netice sayılacaktır. Bunun için S. Maksudi, eserinin bir başka yerinde, “normal, muvazeneli ve ruhu, kompleks denilen psikolojik yılanlarla sarılı olmayan her insanın milliyetçi olması tabiîdir. Milliyetçilik gerilik değil ilericiliktir. Normal bir insanın bilgi ve kültürü arttıkça, millî hisleri de daha şuurlu bir hal alır, vuzuh ve kuvvet kazanır” der.[9]
İşte bu dokuz maddeye dayanarak Sadri Maksudi milleti şöyle tarif eder:
“Millet, uzak bir mazide, ekseriyetle tarihten önceki bir devirde, muayyen bir sahada devlet kurmuş, bu devlet içinde uzun zaman müstakil olarak yaşamış, karşılıklı tesirler neticesinde fertleri birbiriyle kaynaşmış, örf ve âdetler bakımından birleşmiş, aynı dili konuşan fert ve ailelerden mürekkep beşerî kütledir.” [11]
Görüldüğü gibi S. Maksudi, milleti teşkil eden unsurlar arasına ırkı da almıştır ve onun ifadesiyle “ırk bir çeşit mayadır.” Burada S. Maksudi’nin ırk anlayışına temas etmek lazımdır. Ona göre ırkın iki manası var: antropolojik ve etnolojik manaları. Antropolojik manada ırk, fizikî özellikleri bakımından ekseriyeti birbirine benzeyen insanların meydana getirdiği zümredir. Bir ırkın fizikî özellikleri o ırkın bütün fertlerinde görülmese de ekseriyetinde vardır. Ayrıca fertlerde, ırkın bütün özellikleri de bir arada görülmeyebilir. Yeryüzündeki insanları 29 etnik zümreye, yani ırka ayıran meşhur antropolog Jean Deniker’e dayanan S. Maksudi, “biz yeryüzünde muayyen fizikî hususiyetlere malik bir Türk ırkının mevcut olduğunu kabul ediyoruz” demektedir.[12] Fakat S. Maksudi, eserinde ırk kelimesini, kendisinin de ifade ettiği gibi, çoğunlukla etnolojik manası ile kullanmıştır. O, etnolojik manada ırkı şöyle tarif ediyor:
“Etnolojik manada ırk, uzak bir tarihî devirde bir büyük devlet içinde beraber yaşamış ve bu sayede lisan, örf, âdet ve inanışlar bakımından birleşmiş fertlerin ana devlet dağıldıktan sonra da kardeşliği muhafaza eden milletlerin mecmu heyetidir. Diğer tâbirle etnolojik manada ırk, birbirine yakın dilleri konuşan ve müşterek ruhî temayüllere sahip olan milletlerin bütünüdür. ‘Lâtin ırkı, Arap ırkı, Cermen ırkı, Türk ırkı gibi.”[13] S. Maksudi’nin de belirttiği gibi sosyoloji ve tarih eserlerinde ırk, umumiyetle bu manada kullanılmaktadır. İlgi çekici olan, mesela Latin ırkı içinde Fransız, İspanyol, İtalyan gibi milletler varken; gerek antropolojik, gerek etnolojik manada Türk ırkı ile Türk milleti kavramlarının çakışması, yani aynı şeyi ifade etmesidir.
Irk konusunda son olarak, S. Maksudi’nin, ırkların birinin diğerine göre üstün olduğu fikrini kabul etmediğini, üstün ırk nazariyesine ve bu nazariyenin Avrupa’da revaç bulan uygulamalarına şiddetle muarız olduğunu belirtelim.
Sadri Maksudi’nin dikkat çekici görüşlerinden biri de “millî seciye” hakkındaki fikirleridir. Şöyle diyor:
“Tecrübe ve müşahedeler isbat etmiştir ki… bütün millet efrâdına şâmil umumî ve müşterek bazı ruhî temayüller mevcuttur. İşte, millî seciye, millî karakter diye bunların bütününe diyoruz. Millî seciye, muayyen durumlarda aynı şekilde hareket etme, muayyen hadiseler karşısında aynı şekilde hissetme, muayyen şeylere aynı şekilde kıymet biçme temayüllerinde tecelli eder… Hangi dilde konuştuklarını bilmeksizin, bir vapurda rastladığınız iki seyyahtan birinin İngiliz, diğerinin Fransız olduğunu bakışlarından, yürüyüşlerinden, muayyen hareketlerinden anlamakta güçlük çekmezsiniz.” [14]
Hakikaten Taşkent’te bulunduğum sırada benim de en çok dikkatimi çeken hususlardan biriydi bu. Oradaki Türklerle en çok benzeyen taraflarımız; hâl ve hareketlerimiz, belli durumlarda gösterdiğimiz müşterek reaksiyonlarımız, müşterek duygulanışlarımız idi. S. Maksudi’ye göre millî seciyenin teşekkülünde cari olan kanun, taklit kanunudur. Bir devlet çatısı altında uzun zaman birlikte yaşayan fertler, belli durumlarda ortaya çıkan hâl ve hareketlerde birbirlerini taklit etmek suretiyle müşterek bir millî seciyeye sahip olurlar. Bunların sonradan kazanılmış olanları dahi irsiyet yoluyla müteakip nesillere intikal eder. Millî seciye böylece hem taklit yoluyla, hem de irsiyet yoluyla teşekkül etmiş olur. S. Maksudi’ye göre millî seciyenin teşekkülünde büyük şahsiyetlerin, yazar, şair ve mütefekkirlerin de rolü vardır.
Sadri Maksudi şovenizm ve emperyalizm gibi akımları milliyetçilik fikrinin dejenere olmuş şekilleri sayar ve reddeder. Milliyet fikrine aleyhtar olan kozmopolitlik düşüncesine ve kozmopolitik fikre sahip olan anarşizm, komünizm ve sosyalizme şiddetle muarızdır. Kozmopolitlik, mevcut milletlerin ortadan kalkmasını, insanlığın, milliyetsiz, tek bir “beşerî kütle” hâline gelmesini istihdaf eder. Sadri Maksudi’ye göre bu, sosyolojik ve psikolojik esaslara aykırıdır. Çünkü biyoloji ve sosyoloji kanunlarının tabii neticesi olan ve binlerce yıldan beri kökleşerek sosyal psikolojik bir vakıa hâline gelen milliyet duygusu ortadan kalkamaz. Milletler hangi örneğe göre tek bir kütle hâline geleceklerdir? Geçmişte ister zorla, ister taklit yoluyla meydana gelmiş olan eritme ve erimeler yani asimilasyonlar, taklit edilen veya zorla kendisini taklit ettiren milletlere benzemek yoluyla meydana geliyordu. Şimdi diğer milletler hangi millete benzeyecek de tek bir beşer kütlesi meydana gelecek? Eğer teknoloji ve silahça üstün milletler bunu yaptıracaksa hiçbir millet bu işi kabul etmek istemez. Zaten S. Maksudi bu milliyetsizlik cereyanlarının arkasında, bugün kendini kudretli kabul eden devletlerin propagandası bulunduğunu ifade eder. Esasen milliyetlerin olmadığı bir beşer kütlesini S. Maksudi renksiz ve monoton bulur. Ona göre, “milliyet esasına dayanan devletlerin kurulması, yani millî devlet denilen müessesenin zuhuru medeniyet tarihinde mühim ve müsbet bir hadise olmuştur. Her millî devlet, temin ettiği barış ve hukukî nizam sayesinde bir medeniyet mektebi olmuştur. Millî devletler yüksek dinlerin, felsefe ve ahlâk sistemlerinin zuhurunu, ilim ve fenlerin inkişâfını mümkün kılan birer içtimaî ve siyasî ortam olmuşlardır.” [15]
“İnsanlık aslında bir mücerret fikir, bir abstraksiyon’dur. Müşahhas realiteye tekabül eden varlıklar etli kemikli insanlardan kurulu milletlerdir.”[16] İnsanlık işte bu milletlerin meydana getirdiği bir bütündür ve bütünün saadet ve refahı için cüzlerin mes’ut ve müreffeh olması lazımdır. Yani milliyetçilik, insanlığın saadetine karşı ve aykırı değil, tam tersine ona yardımcıdır. Mesela B milleti diye bir millet düşünelim. Bu milletin yükselmesine kendisinden daha fazla kim çalışır? A veya C milleti mi? Hayır. Mücerret bir mefhum olan insanlık mı? Hayır. B milleti için en çok çalışacak olan yine B milletinin kendisidir. O hâlde her millet kendisi için çalışarak yükselecek, böylece insanlık da yükselmiş olacaktır.[17] Sadri Maksudi Türk Dili İçin kitabında da aynı görüşü şöyle ifade eder:
“Milliyetle beşeriyet hisleri biri diğerini selp etmez (ortadan kaldırmaz), bilâkis biri diğerine istinat eder. Milliyet birliği aile hissini kat’iyyen eksiltmediği gibi cihanşümûl beşerî tesanüt hisleri de millî birlik hissini sarsmayacaktır.”[18]
Bütün bu fikirlerinin yanında S. Maksudi, millî hâkimiyet ve hükümranlık hakları baki kalmak şartıyla, devletler arasında bir federasyon veya konfederasyon kurulabileceğini kabul eder; Birleşmiş Milletler Teşkilâtı ile Avrupa Konseyini de müstakbel bir federasyonun nüveleri gibi görür.
Sadri Maksudi’nin millî his ve milliyetçiliğin faydaları konusundaki birkaç sözü ile yazıma son veriyorum:
“Milliyetçi, sonsuz manevî servetlere sahip ruhen varlıklı, bahtiyar bir insandır. Millî histen ve millî mukaddesattan mahrum bir insan ise, ruhen züğürt bir zavallıdır… İnsanlar için olduğu gibi, milletler için de millî şuur, milliyetçilik, bir hayatiyet alâmeti ve garantisidir… Bir milletin ekseriyetinin ruhunda derin, kuvvetli millî his ve şuur kaynaklarının bulunması, o milletin toprağında bitip tükenmez petrol kuyularının bulunmasından daha mühimdir… Ruhu vücudundan ayrıldıktan sonra, nasıl bir insan hayata veda etmişse, milletler, millî devletler de, siyasî şeflerinde ve önderlerinde millî ruh ve millî şuur kalmamışsa, vay hallerine!” [19]
Bu son cümleleri, millî ruh ve şuuru mahkûm etmeye çalışanların ibretle okumasını dilerim. Fakat en iyisi onun kitabını dikkatle, baştan sona kadar okumak.
[1] Adile Ayda, “Sadri Maksudi’nin Hayat Hikâyesi”, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, İstanbul, 1972; H. Z. Koşay, “Sadri Maksudi Arsal’ın Hizmetleri ve Millet Anlayışı”, Türk Kültürü, sayı 53 (Mart 1967), s. 315-316.
[2] Adile Ayda, a.y.
[3] Ord. Prof. Sadri Maksudi Arsal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, İstanbul, 1972, s. 80-81.
[4] Adile Ayda, a.y.
[5] S. M. Arsal, a.g.e., s. 57-65.
[6] Bu teori için bk. İskender Öksüz, Millet ve Milliyetçilik, Ankara, 2016, s. 248 vd.
[7] Sosyobiyoloji teorisinin ünlü ismi Azar Gat 2013’te, “devlet olan yerde millet vardır” fikrinin eskiliği için M.Ö. 17. asırda Mısır’ın Thébes prensinin Sami Hiksoslara karşı mücadelesini örnek gösterir (Öksüz, a.g.e., s. 271). Sadri Maksudi’nin aynı örneği daha 1955 yılında vermiş olması ilgi çekicidir (Arsal, a.g.e., s. 130).
[8] a.g.e., s. 79.
[9] a.g.e., s. 193.
[10] a.g.e.. s. 65-77.
[11] a.g.e., s. 75.
[12] a.g.e., s. 31.
[13] a.g.e.,s. 33-34.
[14] a.g.e., s. 84-85.
[15] a.g.e., s. 118-119.
[16] a.g.e., s. 166.
[17] a.g.e., s. 165-167.
[18] Sadri Maksudi, Türk Dili İçin, 1930, s. 453.
[19] S. M. Arsal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, s. 191-194.