Niçin Geri Kaldınız?

2011 rakamlarıyla Türkiye, kişi başına yurt içi hâsıla sıralamasında 34 OECD ülkesi arasında sonuncudur. Bu sonunculuk, nefes nefese bir yarışın sonunculuğu değil. Üzerimize birkaç tur binmiş: Biz 10 480 dolardayız. OECD ortalaması 37 240 dolar. Tepelere hiç bakmayın. Moraliniz bozulur. Orası 100 000 dolar civarında; on katımız! Listeyi mutlak dolar birimine göre değil de satın […]


Paylaşın:

2011 rakamlarıyla Türkiye, kişi başına yurt içi hâsıla sıralamasında 34 OECD ülkesi arasında sonuncudur. Bu sonunculuk, nefes nefese bir yarışın sonunculuğu değil. Üzerimize birkaç tur binmiş: Biz 10 480 dolardayız. OECD ortalaması 37 240 dolar. Tepelere hiç bakmayın. Moraliniz bozulur. Orası 100 000 dolar civarında; on katımız! Listeyi mutlak dolar birimine göre değil de satın alma gücü paritesine göre yaparsak, durum biraz düzeliyor ve – Şile ve Meksika’yı geçerek- sondan üçüncülüğe terfi ediyoruz.

Hikâyeye diğer Müslümanları da dâhil etmek için bir istatistik daha: 300 milyon nüfuslu Arap Birliği üyelerinin petrol hâriç toplam ihracatı, bir Hong Kong şehrinin veya 5 milyon nüfuslu Finlandiya’nın ihracatından azdır. 

Asırlardır süre gelen bu acı, bu utanılacak hal, Batı’da, “Biz üstünüz, çünkü bizim kültürümüz üstün. Biz üstünüz, çünkü bizim değerlerimiz üstün. Biz üstünüz çünkü biz Hristiyanız.” iddialarını doğurmuştur. Haçlı seferleri kadar eski bu ön yargılar, Batı’nın ekonomik galebesinin apaçık hale geldiği son üç asırda, ırkçılığın ve emperyalizmin temellerini teşkil etti… Nasıl etmesin: 20. asra girerken Batı, yer kürenin yüzde 90’ına hâkimdi.

En vahimi, aşağılıkları tescil edilmeye çalışılan milletlerin bir kısım okumuş yazmışları da, şu veya bu ölçüde Batı’nın din ve hatta ırk üstünlüğü iddialarına inandı. 

Türkler ve Müslümanlar, 16. asırdan itibaren niçin geri kaldı? Bu soruya geçerli ve üzerinde eyleme geçilecek bir cevap bulunmadan istediğiniz kadar öfkelenin, bir faydası yoktur. 

Veyl mağluplara veya “hiç bir şey başarı kadar başarılı değildir”.

Yenilenler genellikle mazeret sahibidir. Hakem karşı tarafı tutmuştur. Saha kaygandır. Bir satranç üstadının sözünü hatırlıyorum, “Ben satrançta bugüne kadar sağlığı tamam bir mağlup görmedim!”

“Batılılar bizi kandırmaktadır.” Bu iddiaya inanmak, aslında bizim Batılılar’dan aptal olduğumuza inanmakla eşdeğerdir.

“Bizi sömürüyorlar.” Kendinizi niçin sömürtüyorsunuz? Yoksa gerçekten aklı ermeyen geri ırklar mısınız?

Biz ahlâklıyız, onlar ahlâksız da ondan… Bir kere bu söylemde de biraz “saflık” gizlidir ve dolayısıyla aptallığı kabulleniş vardır. Demek ki ahlâklıların dünyada pek şansı yok. Asıl acı olan, “ahlâk”ı sadece cinsî anlamda almazsanız, bugünkü Müslüman ve Batı toplumlarının ahlak mukayesesinde Müslümanların epey geride olduğudur. Dolandırıcılıkta, rüşvette, yalanda, gıybette, arkadan vurmada, ahde vefasızlıkta Batılılar’dan geri değil, ileriyiz. Herhangi bir Müslüman iş adamına sorun, “Hristiyan’la mı, Müslüman’la mı iş yapmayı tercih edersin?” diye. Cevap çok büyük çoğunlukla birincisini işaret edecektir. Doğrusu şudur ki, geri kalınınca o fakirlik içinde toplum da çözülmüştür ve “aşağılık toplum” iddiası kendi kendini gerçekleştiren kehanet haline gelmiştir.

Mağlubiyetimize sebep ararken Batı’yı işaret etmenin kendi kendimizi rahatlatmaktan ve hareketsizliğe gerekçe hazırlamaktan başka bir faydası yoktur. Diyelim ki doğrudur. Bütün kabahat Batı’dadır. O halde sizin yapabileceğiniz fazla bir şey yok. Kabahat sizde değil Batı’da olduğuna göre oturunuz ve onların bir gün kabahatsiz hale gelmesini bekleyiniz. 

Eğer kabahati kendinizde bulursanız sevinin. Çünkü insanın kendini düzeltmesi, hiç şüphesiz, başkalarını düzeltmesinden daha kolaydır. 

Dört ciddi cevap 

Bu soruya cevap veremediğiniz sürece onlar, siz Türk olduğunuz için, siz Müslüman olduğunuz için gerisiniz demeye devam edecek ve siz bile buna inanır hale geleceksiniz ve sonunda kurtuluşu, “tıpkı onlar gibi olmak”da arayacaksınız. Ne yazık ki, hiç bir fert tıpkı bir başkası gibi olamayacağı gibi, hiç bir millet de tıpkı başkası gibi olamaz. Olsa olsa şahsiyetsiz bir taklitçi olur. Bir şeyin aslı dururken kopyasına kimse rağbet etmez.

Peki, cevap ne? Bir cevaptan daha önce bahsetmiştim. Sırasıyla İngiliz ve Finli profesörler Lynn ve Vanhanen, evet diyor. Batılılar daha akıllı da ondan. Bu genetik, ırkla ilgili bir şey ve çaresi yok. Yani Türkiye listenin sonuna mahkûmdur; Allah bizi böyle yaratmış. Eh, “bizi kandırıyorlar”, “bizi sömürüyorlar”, “biz ahlâklıyız da ondan” tezleriyle bunun ciddî bir çelişkisi de yok; değil mi? Geri zekâlıysanız sizi kandırırlar da sömürürler de. Siz de, “biz ahlâklıyız da ondandır” dersiniz.

Şimdi bunlardan biraz daha ciddî dört cevap üzerinde duracağım. İlk ikisi nispeten eski. Biri Rosenberg ve Birdzell’in, “Batı Nasıl Zenginleşti?” kitabı. Onlar, teknolojik gelişmeyle zenginleşti, endüstrileştiği için zenginleşti diyorlar. Peki, teknoloji ve endüstrileşmeyi niçin Batı sağladı da Doğu sağlamadı? Yazarlar, çünkü Batı, siyasî birliğe sahip değildi. Geniş coğrafyalara hükmeden güçlü devletleri yoktu. Bu yüzden bir yeniliği, bir teşebbüsü bir ülke reddetse bile teşebbüs sahibinin gidip başka bir ülkede şansını denemesi, o da olmazsa bir başkasında, sonra bir başkasında denemesi mümkündü. Örnek olarak da Kolomb’un batıya giderek Hindistan’a ulaşma girişiminin yarım düzine devletçik tarafından reddinden sonra nihayet Kastilyalı İzabella tarafından finanse edilmesini gösteriyorlar. Matbaa Katoliklerce reddedilirken Protestanların temel aleti haline gelmesini de… 16. asırda Avrupa’da bağımsız 500 siyasî otorite var! Osmanlı, Safevi, Memluk, Babür Türk devletleri veya Çin’deki gibi geniş coğrafyalara hâkim tek bir otorite değil. 

Doğudan bakıldığında 16. asır Avrupa’sı anarşi, yani fetret yaşamaktadır. Okyanus ötesi keşifler bu fetretin kazası, yan ürünüdür. Fakat bir kere yenilik ve teşebbüs makinesi çalışmaya başlayınca, bir daha durmamış ve insanların yeni şeyler yaparak zenginleşebileceği Batı’nın kültürüne yerleşmiştir. Batı zenginleşirken ilk attığı adım da anarşiye son vermek ve millet devletleri etrafında siyasî birliklerini kurmaktır. 1900’e gelindiğinde 500 merkez 20’ye inmişti. Batı dünyaya kontlar, dükler, baronlarla değil, millî devletlerle hâkim oldu.

İkinci kitap, TÜBİTAK’ın Türkçeye kazandırdığı ismiyle, “Tüfek, Mikrop ve Çelik”; yazarı Jared Diamond. Asıl adı “Silahlar, Mikroplar ve Çelik” iken böyle çevrilmiş. Sebebini o tarihte TÜBİTAK yayınlarını yöneten dostum Şefik Kahramankaptan’a sorduğumda, “Ses” demişti, “ikisinin kulağa gelişindeki farkı dinle!”. Konu müzikalite olunca Kahramankaptan haklıydı tabi. 

1997’de tarihli kitapta Diamond daha eskilere gidiyor ve işin son birkaç asırda değil, son onbin yılda bağlandığını söylüyordu. Sebep de coğrafya ve biyoloji ile ilgili idi; sosyoloji ve ırkla değil. Düşey kıtalar tarımın yayılmasına imkân tanımazdı. Mısır’da başlayacak tarım Afrika’da güneye doğru yayılamazdı, çünkü iklim değişirdi. Meksika’da başlayacak tarım, Kanada’ya doğru yola çıkamazdı. Fakat Avrasya’nın bir ucunda başlayan tarım bir uçta Çin’e, diğer uçta Fransa’ya kolayca yayılırdı. Avrasya ehlileştirilebilecek hayvan açısından çok zengindi. İki Amerika kıtasında ne at vardı, ne koyun… Farklı imkânlar Avrasya’da tarımı önce başlattı. Tarım yerleşik hayata yol açtı. Yerleşik hayat mikroplara ve salgınlara. Salgınlardan hayatta kalanların birçok mikroba karşı bağışıklığı vardı. Bu salgın artıkları Amerika’ya çıktılar ve henüz yerlilerin yüzünü görmeden taşıdıkları mikroplar jenoside başlamıştı. İşin geri kalanını da İspanyol ve İngiliz çeliği ve tüfeği tamamladı Katledilmeyenler köleleştirildi.

Diamond’un “ileri” ve “geri”leri Rosenberg ve Birdzell ile aynı değil. O yüzden de kitapta batı-doğu teması hâkim değil. Fakat son asırlara gelindiğinde, uzmanlığının dışına çıkma riskini alarak, o da Rosenberg ve Birdzell’e yaklaşıyor. 

Son yıllar bize iki, “Niçin geri kaldınız?” incelemesi daha getirdi. Biri, Ian Morris’in 2010 tarihli “Batı niçin hükmeder- şimdilik” (“Why the west rules- for now”) kitabı. Diğeri bir İstanbullu’nun, Daron Acemoğlu’nun James Robinson ile yazdıkları “Milletler niçin başarısız olur?” eseri. 

Morris bir arkeolog ve epey bir tarihçi veya bir tarihçi ama epey bir arkeolog… Churchill’in bir sözünden yola çıkıyor, “Ne kadar geriye bakabilirseniz o ölçüde geleceği görebilirsiniz.” Onun “Batı”sı Diamon’dan da, Rosenberg ve Birdzell’den de farklı. Morris, dünyada iki medeniyet merkezi görüyor: Tarımın ve medeniyetin doğduğu yer olan bizim bölgemiz: Verimli hilal, Anadolu, Mısır ve sonra Akdeniz ve Avrupa’nın geri kalanı. Bunların hepsi, İran dâhil, Morris için Batı. Doğu ise Çin, Japonya, Hindiçini, Hindistan. Biz Morris’in Batı’sının o kadar içindeyiz ki, zaman zaman Doğu’ya karşı Batı’nın liderliğini bize veriyor. Hikâye on dört bin yıl öncesinden başlıyor ve adım adım bugüne geliyor. Diamond’unki gibi…

Morris, üç parametrenin toplamından oluşan bir indeks kullanıyor: 1) Kişi başına tüketilen enerji, 2) Şehirleşme (: en büyük şehrin nüfusu), 3) Savaş kapasitesi. 

Medlerin ve cezirlerin özeti 

Doğu da Batı da, bu parametrelerde yükseliyor ve o günkü tarzları ve imkânlarının sınırladığı tavanlara çarpıp geri düşüyorlar. Nüfusun çoğalmasının kıtlık ve salgına sebep olması, zenginliğin dışarıdan istila davet etmesi gibi. Çöküşlere mahşerin dört atlısı sebep oluyor: Kıtlık, savaş, tabiî felaket, salgın. Fakat bir beşinci mutlaka var: Devletin çöküşü. Sonuncu olmadan çöküş olmuyor. Devlet çökünce de medeniyet kalmıyor. Yani devletin çöküşü, medeniyetin çöküşü için hem gerek, hem de yeter şart. Bu medler ve cezirlerin özeti şöyle: Milattan önce 14 000’den itibaren önce Batı ilerde. Buna şaşmamak lâzım, çünkü Çin tarıma Orta Doğu’dan birkaç bin yıl sonra geçiyor. Milat’ta, isterseniz -1. asır, isterseniz +1. asır deyin, Batı Morris indeksinde 43 civarında bir tavana çarpıp düşmeye başlıyor. Bu düşüş Roma’nın sonunu getirecektir. 4.- 5. asırlarda, Doğu öne geçiyor. 12. asırda 43 tavanına, bu sefer Çin çarpıp düşüşe geçiyor. Bu düşüş 17. asırda Batı’nın öne geçmesiyle sonuçlanıyor. 

Anlaşılıyor ki, enerji tüketimi- şehir nüfusu- savaş kapasitesi ölçüsünün endüstri öncesi ekonomilerde 43 puan civarında bir tavanı var. Fakat 17. asırda Batı’nın insanlık tarihinde daha önce görülmeyen hamlesi bu tavanı deliyor. Amerika’nın keşfi, uzaklarda askerî hâkimiyet, endüstri, fosil yakıtların kullanılmaya başlaması klasik ekonominin sınırını tarihte ilk defa aşıyor. Buna “Malthus ekonomisinin sonu” diyenler de var. Bizim Batı’nın batısından ayrışmamız da bu yeni ekonomiyle birlikte ortaya çıkıyor. Artık biz de hükmedilen doğuya dâhil oluyoruz.

Morris’in modelinde de Diamond’unki gibi coğrafya önemli. Meselâ Morris, “Amerika’yı Çin keşfedemezdi, çünkü mesafe iki kattı ve rüzgârlar Atlantik’teki kadar elverişli değildi” diyor. Sonuçta Morris, önümüzdeki birkaç on yıl içinde Çin liderliğinde Doğu’nun tekrar öne geçeceğini tahmin ediyor. Anlattığı bir cehennem ve bir de cennet senaryosu daha önce vuku bulmazsa.

Daron Acemoğlu ile James Robinson’un, 2012 tarihli “Milletler niçin başarısız olur?” kitabını gelecek yazımda ele alacağım

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar