Yükleniyor...
Evet, koca Recep Tayyip Erdoğan hüngür hüngür ağladı ve gündem değişti.
Sadece 2012’de 132 asker, 31 polis, 16 korucu, 43 kadın ve çocuk toprağa düştü. Ne ağladı, ne resmi, ne özel hiçbir programı iptal etmedi.
1 yılda genç-yaşlı 200’den fazla insan polis gazından hayatın kaybetti. Bırakın ağlamayı, rahmet dilemeyi, ailelerine bir “geçmiş olsun”u, “onlar suça bulaşmıştı” dedi.
Son 2 ayda 5 genç hayatının baharında öldü. 14-15 yaşındaki çocuklar komaya sokuldu. Polisin “destan yazdığını” söyledi.
Hatay’da onlarca insan parçalandı. Önce ABD’ye gitti, haftalar sonra Hatay’a uğradı.
Yüzlerce, binlerce evde analar, zindanlarda çürütülen evlatları için göz yaşı döküyor. Kimin umurunda?
Daha bugün, stajyer avukat 26 yaşındaki Didem Yaylalı’nın intiharına uyandık. Devletlûlarının, “yaşam tarzını” beğenmediği için intihara sürüklediği bu genç insan için ağlayan olacak mı?
Tamam, Türklerin ölümüne, gördüğü zulme ağlamak yok.
Doğu Türkistan, Kerkük, Telafar… Kadın, çocuk, genç demeden katliam üstüne katliam yaşanıyor. Onlara niye 1 damla gözyaşı düşmedi?
Başbakan veya sade vatandaş olarak hiçbirinde kendi çocuklarını, anasını görmedi mi?
Meğer gözyaşları, Müslüman Kardeşler liderlerinden Muhammed el-Bilteci’nin Mısır’daki olaylar sırasında ölen kızı Esma’ya saklanmış. Babanın, kıza yazdığı veda mektubunu dinledi, ağladı, ağladı, ağladı…
Bir Müslüman kadın daha vardı. Mektubu kendi kaleminden çıkmıştı. Ebu Garip Hapishanesinden gönderilen, “Bizi öldürün” diye yalvaran, Iraklı Nur’un mektubunu dinleyip, ağlayan çıkmadı. O mektup için ağlansa, gereği yapılsa, kimbilir belki Esma da ölmezdi.
Erdoğan acaba dün gece gerçekten kime, neye ağladı? Esma’ya mı, yoksa kendi yapa yalnızlığına mı?
Çok geç olsa bile hadi Nur’un şu mektubunu da okuyup, ağlayın:
“Halkıma, Ramadi’nin, Halidiye’nin ve Felluce’nin insanlarına; erdem ve onurlarını kaybetmeyen tüm dünyadaki insanlara…
Bu size, Amerikan-Siyonist hapishanesi Ebu Garib’ten kardeşiniz Nur’un mektubudur. İnanın buradaki aşağılanmayı, sefaleti ve haysiyetsizliği size nasıl anlatacağımı, kelimelere nasıl dökeceğimi bilemiyorum.
Siz sıcak evlerinizde karınlarınızı doyurup, sevdiklerinizle bir arada otururken, bizim maruz kaldığımız aşağılanma ve çektiğimiz açlığı, sizler su içerken çektiğimiz susuzluğu, sizler derin uykuda iken Amerikalılar’ın bize yaşattığı uykusuz geceleri, sizler giyinikken bizim yaşadığımız çıplaklığı, bizi soyup önlerinde sıraya dizmelerini nasıl anlatabilir, nasıl kelimelere dökebilirim…
Ey kardeşlerim; kamyonlarınızı ve arabalarınızı Amerikan malları taşırken gördüğümüzde kalbimiz sıkışıyor. Çünkü o araçlar benim halkıma ve ülkeme ait. Yüreğim kan ağlayarak şöyle diyorum: Allahım! Benim insanlarım, haysiyetlerini ve şereflerini bir avuç Amerikan Doları’na satmış. Yaşadıklarımızı ve kirletilen onurumuzu düşündükçe gözlerimden yaşlar boşanıyor.
Ey kardeşlerim; Amerikalılar’ın elinde ne ızdıraplar çektiğimizi, neler acılar yaşadığımızı, Allah aşkına, nasıl anlatıp nasıl kelimelere dökeyim. Allah’a yemin ederim ki, yaşadıklarımızı dile getirmekten acizim. Bundan ar ediyorum. Ama yine de kelimelere sığınarak, size olanları anlatacağım. Amerikalılar’ın bizlere yaptığı haysiyetsizlikleri, çektirdiği eziyeti, işkenceyi ve aşağılanmaları elimden geldiğince anlatacağım… Hayvani zevklerinin aracı olmadığımızda, kendimizi şehvetlerine teslim etmediğimizde bizi nasıl öldüresiye dövdüklerini ifade etmeme izin verin…
Siz ey bizim dini liderlerimiz olarak ortalarda tozup gezenler! Amerikalılar’ın bize reva gördüğü bu cinsel ve hayvani eziyetler karşısında hâlâ nasıl oluyor da açık alınla ortalarda görünebiliyorsunuz? Peygamber Efendimiz’in en değerli hazineniz buyurduğu haysiyet ve şerefinizi çiğnetmekten pek sıkılmış gibi görünmüyorsunuz. Bizi ve kendinizi birkaç dolar kırıntısı karşılığında pazarlardaki köleler gibi Amerikalılar’a ve Siyonistler’e mi sattınız? Haysiyet ve şerefinizi ne çabuk kaybettiniz? Allah’ın bizi sizlere bir emanet olarak verdiğini ne çabuk unuttunuz?
Hani bizleri koruyacak, besleyecek ve namusumuzu asla çiğnetmeyecektiniz? Ne oldu size, verdiğiniz söze? Amerikalılar, Ebu Garib’te namusunuzu her gün ayaklar altına alıyor. Mektubumu okuyanları, Allah adına Ebu Garib Hapishanesi’ndeki vahşiliklere dur demeye çağırıyorum. Buradaki insanlığa sığmayan işkenceleri durdurmak için sesinizi yükseltmeye davet ediyorum. Burada yapılanlar, Siyonistler’in hapishanelerde Filistinli gençlere ve kadınlara yaptıklarından daha berbat. Orada fiziki işkence yapıyorlardı. Oysa burada her gün ırzımıza geçiyorlar. Vahşi, kana susamış hayvanlar gibi bedenlerimize saldırıyorlar. Avazımız çıktığı kadar çığlıklar atıyoruz ama kimsenin bizi duyduğu yok! Eğer kalbinizde, ruhunuzda bir zerre insanlık, haysiyet, onur ve şeref varsa, birleşin ve bu hapishaneye saldırın.
Gelin ve kurtarın bizi! Elinize geçen bütün silahlarla bu hapishaneye saldırın! Hem onları hem de bizleri öldürün!!! Biz çoktan ölüme razıyız. Burayı yerle bir edin! Hepimizin karnında onların piçleri var! Çoğumuz hamileyiz! Biz dünden ölüme razıyız!
Size yalvarıyoruz; gelin ve kurtarın bizleri! Size, ailelerimize ve ülkemize daha fazla utanç vermemek için ölmek istiyoruz! Bizi öldürün! Size yalvarıyorum; Allah için bizleri, Amerikalılar’ı ve onların piçlerini öldürün! Allah rızası için! Size yalvarıyoruz…
Bacınız Nur. (10 Nisan 2004)”