Yükleniyor...
Batı’nın, Batı dışındaki ülkelere bakışı bir dönemle sınırlı değil. Geçen yazımda meşhur Wilson prensiplerinin Wilson’unun “…adı ağza alınmaz Türk ve onun kadar kötü Kürt’ün enselerinde, onlar edeplenene kadar oturmak…” gerektiği konusundaki konuşmasını vermiştim. Sivas’ın doğusundan Hazar Denizi’ne kadar uzanan Ermenistan’ı kurmak için bu gerekiyordu. Wilson’un ön yargısının yarattığı kötü duyguyu hafifletmek amacıyla iki çıkış yoluna baş vurabiliriz: 1) ABD öyle ama Batı ABD’den ibaret değil. 2) Bunlar çok eskidendi, şimdi insanlar daha medeni.
Edepsizliğin ABD’ye has bir şey olmadığını görmek için Sevr haritasına bakmak yeterli. Bu harita hangi ölçüyle, hangi hukukla, hangi ahlakla bağdaşır? Harita çizilmekle kalmadı, Ege’de katliam, Güney’de katliam, işgal ve terörle devam etti. Değerli tarihçi Prof. Stanford Shaw, İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e adlı dev eserinde, Türkiye’ye Sevr’i dayatan müttefikler için, “Hâlâ yargılanmamış savaş suçluları.” diyor. Sonra, bu muamelenin sadece Türkiye’ye yapıldığını Almanya’ya ve diğer ittifak devletleri’ne reva görülmediğini ekliyor. Niçin? Çünkü Türkiye Batılı değildi. O günlerde Türklere Orta Anadolu’yu da bırakmayıp onların geldikleri yere, Orta Asya’ya sürülmeleri gerektiği tezi de dillendiriliyordu. Rahmetli Durmuş Hocaoğlu’nın dediği gibi Türkiye, “Doğudaki Endülüs” idi. Batıdaki nasıl geri alınmışsa Doğu’daki de geri alınmalıydı.
Bu arada not edeyim. Shaw’un beş (aslında altı) ciltlik eseri, Millî Mücadele’nin bugüne kadar yazılmış en ayrıntılı tarihidir ve hâlâ Türkçeye çevrilmedi. Yazılışının üstünden yirmi yıl geçti…
Demek yalnız ABD ve Wilson değilmiş. Peki, acaba o dönemle sınırlı mıydı o anlayış? O vahşî ırkçı bakış geçen asırda mı kaldı? Bakın artık İngiliz gemileri Afrika’dan köle toplayıp Amerika’ya satmıyor… Avrupa’da artık İnsanat Bahçesi yok.
Bunu tahkik etmek için de birçok ipucu var. En basitinden AB’nin bize karşı davranışına bakınız… Katılımın konuşulduğu günlerde ne diyordu devlet reislerinden biri, “Önce erteleyin, sonra unutturun…” Bu ahlâksızlık değil mi? Söz konusu Türkler, Araplar, İranlılar falansa değil. Yine AB’nin bugünlerde ayyuka çıkan vize edepsizliğine bir göz atın. Sonra bizim de birkaç milyar Euro karşısında kabullendiğimiz aşağılayıcı göçmen anlaşmasına. Aslında onlar bizi nasıl görüyorsa sanki biz de o görüşleri haklı çıkarmak için elimizden geleni yapıyoruz.
Geçen asrın başında ayrımcılığın bir etiketi vardı: Beyaz ve üstün ırk ile karşısında beyaz olmayan aşağılık ırklar. ABD okullarındaki müfredatlara, Avrupa’nın insanat bahçelerine bir göz atın. Sonra Hitler çıkıp Avrupa’nın binlerce yıllık alışkanlığı Yahudi katliamını, yirminci asırda tekrarlamaya kalkınca ırkçılık ve ırk teorilerinin pekiyi bir şey olmadığına karar verildi ve başka etiketler arandı.
Bulundu da. Mesela post-modern devletler ve ilkel devletler.
Size, çok parlak bir Batılı devlet adamını takdim edeyim. 2002’ye kadar Birleşik Krallık’ın, Afganistan Özel Temsicisi iken 2002’den itibaren Avrupa Birliği’nin stratejilerinin mimarı koltuğuna oturtulan Sir Robert Francis Cooper’ı. Cooper, 2002-2010 arasında Avrupa Birliği’nin Dış İşleri ve Siyaî-Askerî İşler Genel Direktörü (Director General for External and Politico-Military Affairs, Council of the European Union), 2010-2013 yıllarında EEAS (European External Action Service: Avrupa Harici Hareket Servisi) ‘Counselor’u. EEAS, birliğin dış işleri ve savunma bakanlığına benzer bir rol üstlenecekti. Özetle Cooper, AB dış siyaset ve güvenlik stratejisinin kurucusu ve yıllarca da yürütücüsüdür. Ayrıntılar için Wikipedia’nın ilgili maddesine bakınız.
Cooper’a göre dünya haritası İlkel, Modern ve Postmodern ülkeler diye üçe ayrılıyor. Postmodern kampta AB, Kanada, Japonya ve benzerleri vardır. Müslüman ülkeler, Afrika ülkeleri ve Asya’nın büyük kısmı, endüstri öncesi İlkel gruptandır. Az buçuk endüstrileşmiş fakat henüz AB ayarına ve anlayışına gelmemiş ülkeler de Modern ülkelerdir. Cooper, ABD’nin Postmodernlikte aksadığını ve aslında Moderne daha yakın durduğunu düşünür. Şu alıntılar, Sir Cooper’ın ve dolayısıyla Avrupa Birliği’nin dünyaya ve bu arada bize bakışının özeti gibidir:
“Postmodern dünyanın önünde, çifte standarta alışma sınavı var. Kendi aramızda, kanunlar ve iş birliği içinde, açık güvenlik temelinde hareket ederiz. Fakat postmodern Avrupa kıtasının dışındaki eski moda devletlerle iş görürken daha eski bir dönemin metotlarına dönmek zorundayız: Güç kullanmak, ilk önce saldırmak, aldatmak… Kendi içimizde kanuna uyarız, fakat cangılda iş görürken, biz de cangılın kanunlarını kullanmalıyız.”
Cooper’ın emperyalizm değerlendirmeleri de ilginç. 19. asırda başlayıp İkinci Dünya Savaşı’na kadar süren emperyalizme, “Birinci Liberal Emperyalizm” diyor. Şimdiki de “İkinci Liberal Emperyalizm” oluyor, tabiatıyla. Emperyalizm yoksa dünya kaosa gider!
Konuya devam edeceğim ama Cooper’dan son bir alıntı yaparak bugünkü köşemi bitireyim: “…Uluslararası düzen güç kullanılarak yaratılır, güç ile korunur ve güç tehdidi ile desteklenir… Bunun hukukî mi hukuksuz mu olduğu -hiç olmazsa dünya tarihinin bu safhasında- ancak akademiktir…”
Nasıl? Cangıl sakinleri, kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Göğsünüzü yumruklayıp Cooper’a “Eyyy!” mi çekeceksiniz?