“BUNU BİZE KİM YAPTI?”

  Bu yazıyı bakan oğulları, banka genel müdürleri gözaltına alınırken yazıyorum. İktidar cephesi tek ağız, tek yürek hâlinde global finans çevrelerini suçluyor. Bir kısmı İngiltere diyor, bir kısmı Amerika. Bunun arkasında ulus devletlerle uluslararası kapitalizmin mücadelesi var diyenler de mevcut. Tam ifade edilmiyor ama bunların da önünde —yoksa arkasında mıydı— “cemaat” var. Muhalefet cephesi de […]


 

Bu yazıyı bakan oğulları, banka genel müdürleri gözaltına alınırken yazıyorum.

İktidar cephesi tek ağız, tek yürek hâlinde global finans çevrelerini suçluyor. Bir kısmı İngiltere diyor, bir kısmı Amerika. Bunun arkasında ulus devletlerle uluslararası kapitalizmin mücadelesi var diyenler de mevcut. Tam ifade edilmiyor ama bunların da önünde —yoksa arkasında mıydı— “cemaat” var. Muhalefet cephesi de aynı fikirde. Sevdiğim ve hemşehrim olan bir yazar -övünmek gibi olmasın ben de İzmirliyim- bugünkü köşe yazısını bedavaya getirmiş: “Lâfı eğip bükmeyelim… Okyanus ötesi yönetime el koydu.” Yazının tamamı bu kadar.

Hırsızın hiç mi kabahati yok?*

Aklıma bir Nasreddin Hoca hikâyesi geliyor. Bir gün hocanın evine hırsız girmiş. Soyup soğana çevirmiş. Felâket ortaya çıkınca mahalleli toplanmış ve başlamışlar konuşmaya: “İnsan tek kilitle yetinir mi hiç…” “Pencereler doğru dürüst kapanmaz mı…” “Hiç olmazsa bir kandili yanar bıraksaydın ya…”

Hoca bu söylemlerdeki eksiği derin hikmetiyle hemen keşfetmiş ve ağlamaklı bir sesle sormuş: “Ey ahali; hırsızın hiç mi kabahati yok…”

Biz de bir cesaret sorsak: “Hırsızın hiç mi kabahati yok…” Şu milyonlarca doları bankaya yatırıverseydi ya. Rüşveti almayıverseydi ya. Biliyorum, okyanus ötesinden, global finans çevrelerinden, faiz lobisinde ve bilhassa The Guardian Gazetesi’nden dolarları ayakkabı kutusuna koymaları, rüşveti almaları için ne baskılara maruz kalmışlardır. Ama dindar iktidarımızın dindar bakan ve bürokratları olarak bütün bu baskılara dayanmaları gerekirdi; herhalde dayanmışlardır. Ne demişler: Allah bes; baki heves. Yani Allah yeter, gerisi heves. Heves nedir? Eh birkaç milyon dolarcık iyi bir hevestir işte.

Modern irade-i külliye

Bir takım yabancı kuvvetler öyle hâkim güçlerdir ki, size bir milim serbestlik alanı bırakmazlar. Onlar küllî iradeye sahiptir. Sizinki olsa olsa cüz’i iradedir; belki o bile değildir.

Klasik İslâm felsefesinin en önemli konularından biri buydu. Madem ki Allah’ın dediği olur, hayır ve şer ondandır, o halde yaptığımız her şey onun iradesiyle meydana gelmiyor mu? Günahlarımız dâhil. Çözüm şöyle belirlendi: Her şeyi kapsayan Tanrı iradesi bize dar bir irade, parça iradesi bölgesi bırakmıştır. Birinciye toptan, kapsayan irade anlamına “irade-i külliye”; ikinciye parça irade anlamına “irade-i cüz’iye” dendi. İsterseniz şu kötü felsefe öztürkçesi ile tümel irade ve tikel irade gibi bir şey…

Çok tanrılı dinlerde ise cüz’i iradeye pek yer yoktu. Dünyadaki bütün mücadele, çeşit çeşit tanrıların kaimelerince (proxy), vekâleten yürütülüyordu. Meselâ Truva’nın Yunanlılarca yıkılmasının arkasında Paris’in zamparalığı falan değil, Olimpus’taki tanrıların çekişmesi ve her birinin bir başka dünyalıyı kendi emellerine alet etmesi vardır.

Karl Popper, komplo teorilerini bu çok tanrılı devir anlayışının bir uzantısı olarak görür[1]. Bir nevi layik Afrodit, Hera ve Minerva çekişmesi. Akıllı tanrılar kendileri ortaya çıkmıyor, tıpkı İlyada’daki gibi kendi yerlerine fani insanları dövüştürüyorlar. Zeus v.s.’nin yerini Siyonistler, İsrail ve daha küçük tanrılar, Masonlar, Rotaryenler global sermaye, faiz lobisi v.s. almıştır. Cemaat bu hiyerarşide nereye giriyor, onu da siz yerleştirin.

Anlayışlar

Yukarıda yarı şaka yarı ciddî yazdıklarım aslında gayet hâkim ve vahim iki anlayışı ortaya koyuyor.

alt Birincisi: Kamu görevlilerinin, siyasilerin kamuyu soyması bu heyecanlı hikâyelerin yanında bahse bile değmez. Kamu görevlisinin hırsız olması gayet tabiîdir ve zaten beklenen bir davranıştır. Adam çalmayacak idiyse niye kamu görevlisi olsun ki? Niye siyasete atılsın ki? Hepimiz biliriz ki iktidar sahibi, güç sahibi olmak isteyen iş hayatına, para ve servet sahibi olmak isteyen de siyasete atılır. Siyasetçi çalıyor ama çalışıyorsa mesele yok. Doğruluk, dürüstlük v.s. falan çocukları avutmak için kullandığımız kavramlardır. Dindarlığın bunlarla ilgisi yoktur. Dindarlık ve ahlâk kadınları örtmekten ibarettir.

İkincisi: Ne olmuşsa, ne yapılmışsa, her zaman bunu birileri bize yaptırmıştır. Bizim kendi irademizle yaptığımız, yapabildiğimiz pek az şey vardır. Çalarken bile hırsızlarımız kendi iradeleriyle değil, başkalarının iradeleriyle çalıp çırpmaktadırlar. Bunu hiçbir yazısını kaçırmadığım Mahir Kaynak hocamızın ifadesiyle özetleyeyim: Siz yapmazsınız; size yaptırırlar. Bu olaya uygulayalım: Siz çalmazsınız, size çaldırırlar. Siz soymazsınız, size soydururlar. Bunun sonucu olarak, devlet kurumlarının, bilhassa adalet, yani kaza mekanizmasının da ancak birinin ipleri çektiği zaman ve o birisinin emriyle harekete geçtiği anlaşılır. Onlar kovuşturma açmaz, onlara açtırırlar. Devlet, adalet falan sadece ilkokul hayat bilgisi derslerinde bir anlam taşır.

“Bunu bize kim yaptı?”

Bernard Lewis’in -İlhan Kesici’nin bir telefon görüşmemizde bana hatırlattığı- bir tespiti konumuzla yakından ilgili:

“Bir toplumda işler artık gizlenemeyecek ve reddedilemeyecek ölçülerde ters gittiğinde insanların sorabileceği çeşitli sorular vardır. Dünün kıta Avrupası’nda ve günümüz Orta Doğusu’nda yaygın olanı, ‘Bunu bize kim yaptı?’ sorusudur. Böyle kurulan sorunun cevabı genellikle kabahati iç veya dış günah keçilerine -dışarıdaki yabancılara veya içerdeki azınlıklara-yüklemektir.”

İşte diyor Lewis, Osmanlılar, böyle yapmadı. Diğer Orta Doğulular’dan farklı olarak Karlofça Anlaşması’ndan hemen sonra ve Küçük Kaynarca’dan sonra daha şiddetle farklı bir soru sordular: “Nerede yanlış yaptık?”. Ve Türkiye işte bu soru sayesinde diğer Orta Doğulu ülkelerden ayrıştı[2]. Lewis, Ahmet Edip Yükneki’nin 12. asrın başında Atabetül Hakayik’a yazdığı mısraları muhtemelen bilmiyordu:

sen artak sen andın ajun artadı nelük bu ajunka kılur sen gile

(Sen bozuksun dünya ondan bozuldu Niçin bu dünyaya sitem edersin?)

Fakat Osmanlı her halde hatırlıyordu. Hiç olmazsa -hâlâ- bu anlayışa sahipti. Bizim “çağdaş muhafazakârlar” unutmuşa benziyor.



*Bu olay için “Hırsızın hiç mi kabahati yok?” sorusunu ilk gün sordum ve Tweetledim. Sonra kullananların benden aldığını iddia etmiyorum. Akıl için yol birdir, malum

[1] Karl Popper, “Open Society and Its Enemies” (Açık Toplum ve Düşmanları), Cilt II, Princeton University Press 1971, ss.94,95 (ilk yayın Routledge, Londra 1945).

[2] Bernard Lewis, What Went Wrong? Western İmpact andMiddle Eastern Response, Oxford University Press, 2002, ss. 22-23.

Ocak’14 • Sayı: 61 21. YÜZYIL sayfa 24- 25.

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar