Sayın Sadi Somuncuoğlu, Yeniçağ gazetesinde 23 Haziran 2012’de yazdığı yazıda Başbakan Erdoğan’ın AKP’nin Sakarya Kongresinde yaptığı konuşmaya atıfta bulundu. Erdoğan şöyle demiş: “Osmanlı döneminde, hariciye yazışmaları Fransızca yapılırdı. Resmi Gazete Türkçenin yanında Rumca da, Ermenice de, Arapça da basılırdı. Balkanlar’da, Orta Doğu’da, Kuzey Afrika’da Türkçe bilmeyen, ama kendi halkının dilini konuşan memurlar bulunurdu. İstanbul’da, Anadolu’da Türkçe konuşulur, ama onun dışında hiçbir yerde, hiç kimsenin diline karışılmazdı. Osmanlı Devleti, 600 yıl boyunca, bu hoşgörüyle, bu toleransla milletine verdiği bu haklarla ayakta kaldı.”
Sadi Bey, Erdoğan’ın açıklamasındaki yanlışları ortaya koydu. Onları burada tekrarlamayacağım. Ancak ben Erdoğan’ın söylediklerinin tamamı eğer doğru olsaydı yine üzerinde düşünmesi gereken noktalara dikkat çekmek istiyorum. Erdoğan’ın bahsettiği ilk yarı resmi gazete Takvim-i Vekayi, 1831’de yayınlanıyor. Gazetenin Rumca, Ermenice Arapça ve Fransızca eki var. 1918’de 87 sene sonra Osmanlı Devleti yok oluyor. Takvim-i Vekayi’nin yayınlanmasından bir sene sonra 1832’de, 1821’de başlayan isyanın sonucunda Yunanistan bağımsızlığını kazanıyor. Rumca gazete yayını işe yaramıyor.
1828 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı Ordusuna ihanet eden Ermenilerin büyük isyanları ise 1830’lardan sonra başlamıştır. 1913-1914’de Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce Doğu Anadolu’da Ermeni Genel Müfettişliklerinin kurulması aşamasına gelinmiştir. Bu aslında Ermenilerin Osmanlı Devletinden kopmasıdır. Yani, Ermenice gazete yayınından 82 sene sonra. Arapça ek yayınlamak, Arap isyanlarını da durdurmamıştır. Bulgarca eğitim hakkının verilmesi, Bulgaristan’ın 1878’de prenslik ve 1908’de bağımsız devlet olmasını engellememiştir.
Diğer bir ifade ile Osmanlı Devletini 600 sene yaşatan, herkese anadilinde devlet işlerine katılma imkanı vermesi ve kamu işlerinde kullanmak için dahi olsa Türkçe öğretmemesi değildir. Aksine Osmanlı Devleti, kamu işleri konusunda kuruluşundan yıkılışına kadar Türkçe konusunda çok hassas ve kıskanç olmuştur. Artık çöküşe çok yaklaşıldığı günlerde 1876 Kanuni Esasi’sinin 18. maddesinde “Devlet memuru olmak için devletin resmi dili Türkçeyi bilmek şarttır” denmektedir.
Osmanlı Devleti egemenliği altında tuttuğu halklara Türkçe öğretmemiştir. Bu belki Türk tarihinin en büyük yanlışı olmuştur. Eğer 600 yıl boyunca Osmanlı’nın Balkan ve Orta Doğu feodalizminin baskıcı yönetimleri yerine bu bölge halklarına getirdiği özgürlükler ile birlikte Türkçe öğrenimi de olsaydı 18 ve 19. Yüzyıllarda Avrupa ve Rus emperyalizminin Osmanlı Devletini parçalaması bu kadar kolay olmazdı. Ayrıca bir gün bu ülkeler bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da dünya tarihinin gördüğü en baskıcı imparatorluklardan birisi olan Büyük Britanya İmparatorluğu nasıl İngiliz Commenwealth’ini kurmuş ise, Fransız koloni imparatorluğu yıkıldıktan sonra nasıl Frankofon ülkeler topluluğu oluşmuş ise bugün bir Türkçe Konuşan Ülkeler Topluluğu veya Osmanlı Kültürlü Ülkeler Topluluğu olabilirdi.
İngilizce ve Fransızcanın koloni halklarına öğretilmiş olması daha sonraki yüzyılda da kolonici ülke ile bağımsızlığına kavuşan ülke aydınları arasında kültürel etkileşimin sürmesine yardımcı olmaktadır. Kültürel etkileşim politik etkileşimi kolaylaştırmaktadır. Osmanlı’nın kolonici, emperyalist olmayan politik uygulamalarının bir de Türkçe ile desteklenmesi durumunda ortaya mükemmel bir tarihsel sonuç çıkabilirdi. Üstelik Türkçe öğrenmek bu coğrafyada İslam dininin gönüllü yayılmasını kolaylaştırabilirdi.
Sonuç olarak Başbakan, bugün Türk milletinin parçası olan bir çok insanımızın etnik kimliklerinin Türk milli kimliğinden ayrı milli kimliğe dönüşmesi için gereken adımları atıyor. Kısa vadede rahatlama gibi sonuçlar sağladığı iddia edilse de Güneydoğu Anadolu’da AKP’ye oy veren seçmen, Türkiye’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi bu adımlardan dolayı değil, ekonomik rahatlama ve yardımlardan dolayı oy veriyor. Öte yandan etnik kurumsallaşma orta ve uzun vadede “demek ki biz farklıyız” bilincini geliştiriyor. Bu süreç devam ederse, Türkiye Cumhuriyeti bir 82 sene daha varlığını sürdüremez.
Siyasetçilerin tarih içindeki konumunu, seçmen sandıklarından çıkan oy oranı belirlemez, gerilerinde nasıl bir miras bıraktıkları nelere neden oldukları belirler.